• Sonuç bulunamadı

1.2. Kelâmcılara Göre İlim

1.2.1. Gazâli'ye Göre İlim

Önemli İslâm düşünürlerinden birisi de hiç şüphesiz Gazâlî'dir. Onun İslâm düşünce tarihinde böyle önemli bir yere sahip olmasının, elbetteki farklı farklı birçok konuda ve değişik alanlarda kaleme alarak ortaya koyduğu kıymetli çalışmaları ve eserlerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Amacımız aynı zamanda önemli bir Kelâmcı da olan Gazâlî'nin ilim hakkındaki görüşlerini uzun uzun inceleyerek onların kritiğini yapmak değildir. Biz, onun konumuzla ilgili görüşlerine kısaca yer vermek istiyoruz. Gazâlî'nin inceleme alanı içerisinde söz konusu ettiği mühim hususlardan biri de ilmin mahiyetidir. Gazâlî bu hususda farklı epistemik yaklaşımları birleştiren bir tutum benimser. Gazâlî'nin ilim hakkındaki görüşünü, pek çok konuda eser vermiş olması, düşünce dünyasının çok dalgalı oluşu ve değişkenliği, ilgi alanının genişliği, kaleme almış olduğu eserlerinde muhatap kitlesine göre dil ve uslûb kullanmış ve terminoloji değişiklği yapmış olması sebebiyle her açıdan inceleyerek tesbit etmek zor bir iştir.86

Gazâlî'nin "bilim" teriminin yerine kullandığı ilim terimi, dönemin anlayışına göre "bilgi" anlamında kullanılmaktadır. Onun düşüncesine göre ilim, yalnız maddi olanı kendisine konu edinen bilimden daha geniş bir anlam ifâde eder. İlimden gaye şeylerin hakikatini anlamak ve bilmektir.87 Gazâlî'nin ilim hakkındaki düşünce yapısını

anlama bağlamında öncelikli olarak ele alınması ve incelenmesi gereken kavramlar akıl, kalb, nefs ve ruh kavramlarıdır.88

Gazâlî'ye göre kalb iki mana için kullanılır. Birincisi, çam kozalağı gibi bir et parçasıdır ve bu et parçası insanın sol göğsünde bulunur diğeri ise, insanın idrâk eden, bilen ve kavrayan bir yetisi konumundaki, insanın hakikati olan rabbanî ve ruhani bir latifesidir. İlmin konağı kalptir. Ona göre kalb kelimesi gibi ruh kelimesinin de iki anlamı vardır: Bunlardan birincisine göre ruh, cismani kalbin boşluğunda bulunan lâtif bir cisimdir, cismani kalbin oluklarıdır. İkincisine göre ise, insanın görülmeyen müdrik

85 Özcan, a.g.e., s. 32.

86 Ülken, Hilmi Ziya, "Gazali ve Felsefe", AÜİF Dergisi, Ank. 1997, sy. 3-4, s. 9.

87 Demircioğlu, Aytekin, Eleştiri ve Şüphe Temelinde Gazali'nin Bilgi Meselesi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ank. 2008, s. 17.

88 Küçükparmak, Aykut, "Gazâli'nin Bilgi Sisteminde Hadsi Bilgi", Muş Alparslan Ünv. Sosyal Bilim-

ve alim olan bir parçasıdır. Kalb kelimesinin manasında izâh edildiği gibi. Nefs kelimesi de benzer şekilde iki mânâya gelmektedir: Birincisinde insandaki şehvet ve öfke kuvvetini bir araya getiren mânâsındaki anlamdır. Tasavvuf ehli çoğu zaman bu manayı kullanmaktadırlar. İkinci manası ise kalb ve ruhun ikinci anlamlarında olduğu gibi insanın hakikati anlamındadır ve insanın bizzat kendisi demektir. Akıl kelimesinin de pek çok farklı manaları olmakla birlikte, konumuzla ilgili iki manasından söz ettiği görülür. Buna göre, birinci manası, eşyanın hakikatini bilen kalbin bir sıfatı anlamındaki akıldır. İkincisi ise, kendisinden ilimleri idrâk eden şey murad olunur ki bu manada kalbin kendisi olur. Zikredilen bu tarif ve tanımlar dikkatle incelendiğinde, kavramların değişik mânaları olmakla birlikte hepsinin de insanın bilen, anlayış sahibi olan ve akleden bir yapıya sahip yönü ifâde etme anlamında ortak oldukları görülür.89

Belirttiğimiz bu kavramlar arasındaki mâna ortaklığının Gazâlî tarafından ele alınarak ifâde edilmesi, onun düşünce sisteminin birleştirici mahiyetine işaret eder. Buna göre bu kavramlar faklı disiplinlerde faklı anlamlara gelmesine rağmen, ilim konusunda bunların hepsi aynı anlama gelmektedir. Bu yaklaşımıyla Gazâlî, özne konusunda farklı terimlerin ortak anlamını ortaya çıkarmıştır.90

Gazâlî'nin bilgi anlayışı realiteden, varlıktan yola çıkar.91 Buna göre bilginin

olabilmesi için nesnenin gerçek bir varlığa sahip olması gerekir. Bu nokta Gazâlî'nin ilim anlayışında önemli bir husustur. Zira Gazâlî'ye göre ilim, eşyanın hakikatine uygun bir suretin kalpte hâsıl olmasıdır.92

Gazâlî ilme nisbetle kalbin halini tasvir etmek için ayna örneğini verir. Buna göre bir şahsın suretinin aynaya aksetmesi ilme benzer. Nasıl ki renklerin sureti varsa ve o suretin misali aynada belirip ayna ile meydana gelirse, böylece her malumun bir hakikatı var. O hakikatinde bir sureti vardır. Burada aynaya akseden suretin aksinden ayrı bir hakikati vardır. Aynen bunun gibi kalp aynasına yansıyan her malumun da bir hakikati vardır. Nasıl ki ayna başka, şahısların sureti başka ise, aynada misallerin meydana gelmesi de başkadır. Yansımanın gerçekleşmesinde ayna, şahıs ve onun sureti

89 Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed İbn Muhammed, İhyâü Ulûmi'd-Dîn, (Trc. Ali Aslan), Merve Yay. İst. trs., c. III, s. 9-11.

90 Cihan, A. Kamil, İbn-i Sina ve Gazali'de Bilgi Problemi, İnsan Yay., İst., 1998, s. 144.

91 Bolay, S. Hayri, Aristo Metafiziği ile Gazali Metafiziğinin Karşılaştırılması, MEB Yay., İst., 1993, s. 27.

ayrı ayrı olduğu gibi, bilginin hâsıl olmasında da kalp, eşyanın hakikati ve bu hakikatin kalpte husulü gibi ayrı ayrı üç şey vardır.93

Gazâlî'ye göre insan iki yönlü bir varlıktır. Birincisi, yaratılışı toprağa dayanan, kendisinden başkasına ihtiyaç duyan cisim; ikincisi, tabiatı cevher olan, birleşik olmayan, idrâk eden nefstir, yani sujedir. Ona göre suje, bilen, idrâk ve tasavvur edici olandır. Obje ise bilinen, sureti, formu akılda hâsıl olan nesnenin kendisidir. Bilgi ise sujenin eşyanın hakikatlerini ve maddeden soyutlanmış suretlerini almasıdır.94 Buna

göre Gazâlî'de bilgi olayı ile ilgili üç unsur karşımıza çıkmaktadır. Birincisi bilen, nefstir. İkincisi bilinen eşyanın gerçekliğidir. Üçüncüsü ise bu gerçekliğin suretinin nefiste bulunması ve orada yer etmesidir. Gazâlî'ye göre bilgi olayında obje, idrâk edene hulûl etmeyip, sujeye ondan sadece bir misal, bir form girer. Örneğin görme olayını ele aldığımız zaman renkli cisimlerden bir şey ayrılıp göze gelmediği gibi gözden bir ışıkta renkli cisimlere gitmez. Sadece nesnelere ait suret, form dış ve iç duyular aracılığıyla algılanır.

Böylece Gazâlî bilgiyi kendinden önce yaşamış İslâm düşünürlerinin tarif ettiği şekilde ele almış, onu suje ile obje arasında meydana gelen karşılıklı bir hadîsenin somut sonucu olarak kabul etmiştir. Fakat burada suje-obje ilişkisinde görüleceği üzere objeye ait bir suretin suje de hâsıl olduğu, yoksa düşünürümüzün ifâde ettiği şekilde objenin somut varlığının sujeye hulûlü, ona girmesi şeklinde olmadığı görülmektedir.95

Doğruluğu ya sübjektif veya objektif olarak deneylenmiş ve dinde apaçık bildirilmiş, şüpheden uzak her türlü veri, Gazâlî'ye göre ilimdir. O halde ilim, karakter itibariyle, ister insan ve kuvvelerinin mahsûlü (kesbi) olsun, ister dini (vehbi) olsun, insan aklının tasavvur kuvvesinin kabul ettiği bir veridir. Zira Gazâlî ilmi şu şekilde tanımlar: "Okuyucum, bilmiş ol ki; İlim, insan ruhunun, müfred halde veya mürekkep halde olsun eşyanın hakikatlerini ve çeşitlerini niteliğiyle, niceliğiyle, mahiyetiyle, cevheriyle, özüyle maddeden mücerret olarak tasavvur etmesidir...Bilinen, bilgisi akla (hafıza) nakşedilen şeyin kendisidir...."96

Görüldüğü gibi, bilgi aklın eşyayı kavraması sonucu elde ettiği bir soyutlamadır, fakat eşyanın gerçekliğine uygun bir soyutlamadır. İnsanın, şüpheden uzak, eşyanın

93 Gazâli, İhyâ, c. III, s. 28.

94 Gazâli, Risâletü'I-Ledünniyye, (Trc. Serkan Özburun, Yusuf Özkan Özburun), Semerkand Yay., İst. 2014, s. 27-30.

95 Akdağ, Mehmet, Gazali'de Bilgi Problemi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2010, s. 7. 96 Gazâlî, Risâletü'l-Ledünniyye, s. 23.

gerçekliğine uyan bir soyutlama yapması mümkün müdür? Başka bir deyişle, gerçekten insan kesin bir bilgi sahibi olabilir mi veyahut da bilmek mümkün müdür? İşte Gazâlî bilgi teorisini diğer düşünürlerinkinden ayıran özelliklerden bazıları Gazâlî'nin bu sorulara verdiği cevaplar içerisinde kendini göstermektedir. İslâm dünyasında ise şüpheciliği yöntem olarak benimseyen Gazâlî'dir.97

O halde Gazâlî'ye göre insan kesin bir bilgi sahibi olabilir mi? kesin bir bilgiye ulaşabilir mi? Şimdi de bu soruları cevaplamaya çalışalım.

Gazâlî'nin bilgi felsefesine baktığımız zaman onun bilgi felsefesinin temelini kesin bilginin elde edilmesi üzerine kurduğu görülmektedir. O, "Kesin bilgi var mıdır? Şüphe edilmeyen gerçek bilgi nedir?" şeklindeki sorulara cevap aramak suretiyle doğru bilgiye yöntemsel şüpheciliği ile varmaya çalışır. Yakîn'in anahtarı olarak gördüğü bu şüphe, ona hem kendi fikri hayatıyla günlük yaşantısını hem de başkalarının düşüncelerinin doğruluk değerini sorgulamaya götüren bir tenkitçi zihniyeti sağlamıştır.98

Gazâlî'ye göre doğru bilgiye ulaşmada en önemli adım, ilk şart şüphe etmektir. Kişi herhangi bir konuda şüphelenirse ancak o zaman bildiği şeyleri tekrar inceler, araştırmaya çalışır; ancak böyle yaparsa kesin bilgiye ulaşmış olur.99

Bu durumda Gazâlî için yapılması gereken şey nedir diye baktığımızda; öncelikle, bilen olarak yani bilginin sujesi olarak gerçekten kişinin kendisini, yani güç ve kabiliyetlerini her açıdan tanıması; diğeri de, herkesin veya en azından insanların büyük bir kısmının doğru olarak kabul ettiği şeyin ölçülerini belirleyerek ortaya koymaktır. İşte Gazâlî'ye göre, insan kendini gerçekten tanır, neyine güveneceğini neyine güvenemeyeceğini bilir ve hiç kimsenin şüphelenmediği doğru kriterler tesbit ederek bilgiyi bu sağlam temellere oturtursa, insanın elde edeceği bilgi doğru ve kesin bilgidir, ancak bu şartlar altında doğru bilgiyi elde etmek mümkün olur. Ona göre doğru bilgi, içinde hiçbir şüphe olmayacak şekilde bilinen, kendisinde yanlışlık ihtimali olmayan ve kalbin yanlışlığına inanmadığı bilgidir.100

Burada dikkat edildiğinde Gazâlî, öncelikle doğru bilginin ne olduğunu tarif etmekle işe başlıyor. İşte Gazâlî'nin metodik şüpheciliği tam da burada başlamaktadır.

97 Çüçen, Kadir, Felsefeye Giriş, Asa Kitapevi, İst. 2001, s. 92-96.

98 Bayraktar, Mehmet, "Gazali", İslâmi Araştırmalar Dergisi, Ank. 2000, c. XIII, sy. 3-4, s. 235. 99 Çubukçu , İbrahim Agah, Gazzalî ve Şüphecilik, Ank. Ünv. Basımevi, Ank., 1964, s. 81.

100 Gazâli, el-Münkızu Mine'd-Dalâl, Hakikate Giden Yol, (Trc. Ali Kaya), Semerkand Yay. İst. 2013, s. 32-33.

Bundan sonra Gazâlî sahip olduğu bilgileri tek tek tetkik edecek ve "Doğru bilgi olanaklı mıdır?" sorusunun cevabını arayacaktır. O, bu tetkikinin ardından kendisinde doğru bilginin tanımına uygun herhangi bir bilginin mevcut olmadığını, sadece hissiyât dediği duyular ile zaruriyyât dediği akli prensiplerin bulunduğunu anlamıştır. Büyük bir titizlikle duyulara ait bilgileri araştırmaya koyulmuştur. Bu araştırmasında duyu bilgilerinden şüphe etmeye başlamış ve neticede duyu bilgisine güvenilmeyeceği sonucuna varmıştır. Çünkü ona göre duyu bilgisinin en güveniliri gözün algıladığı bilgilerdir. Göz ise gölgeye bakar, onu durur halde görür, hâlbuki tecrübeyle sabittir ki, gölge hareket halindedir. Yine göz, yıldızları bir para büyüklüğünde görürken geometrik deliller onların yeryüzünden daha büyük olduğunu gösterir.101

Duyulara ait bilgilerin akıl tarafından yalanladığını gören Gazâlî duyulara güvenilemeyeceğini anlar. Geriye sadece aklın kaldığını anlayan Gazâlî, neticede akla da güvenilemeyeceği sonucuna varmıştır. Zira duyu organlarına olan güveni yıkan aklın hükmü üzerinde bir hükmün olamayacağını nereden bilebilirdi? Oysaki insan, uyku halinde iken gördüğü şeylerin doğru olduğuna inanıyor sonra uyanınca da bunların gerçek olmadığını anlıyordu. Şimdi durum böyle olunca uyanık iken akılla inanılan bütün şeylerin doğru olduğuna nasıl inanabilirdi?

Gazâlî'nin duyulardan sonra akla da güvenilemeyeceği sonucuna varması ve böylece ilmi kesinlik açısından dayandığı esasların aslında dayanıksız olduğu düşüncesi onu adeta bir septik konumuna getirmiş102 ve neticede Gazâlî yaptığı bütün ilmi ve

felsefi incelemeler sonunda apaçık ve gerçek bilginin akıldan değil de Allah’ın kalbine ihsan ettiği nur ve sezgi sayesinde meydana geldiğini ifâde etmiştir.103

İnsanın, kendi varlığından şüphe etmeyecek kadar kendini bildikten ve sahibi olduğu güç ve yetilerini, imkan ve kapasitelerini tanıdıktan sonra, ilmin tamamen sübjektif planda kalmaması ve ilmin insanların tamamının gözünde kesinlik değeri taşıması için, insanların ortak olarak doğru kabul ettikleri temel bilgilerin belirlenmesi gerekir. Bunlar aklın, doğruluğu veya yanlışlığı hakkında hiç bir araştırmaya girmeden kabul ettiği apaçık bilgilerdir. Gazâlî bunları "Zarurât" ve "Mahsusât" olarak adlandırır.

Dolayısıyla Gazâlî, doğru ve kesin bilginin imkânı konusunda önce duyulara sonra da akla güvenilemeyeceğini anlamış, ancak burada kalmayıp bir adım daha atarak

101 Gazâli, el-Münkız, s. 34-38.

102 Kutluer, İlhan, "Gazali'nin Felsefi Serüveni", İslâmi Araştırmalar Dergisi, Ank. 2000, c. XIII, sy. 3- 4, s. 260.

doğru bilginin insanın kalbinde doğan bir nur, bir sezgi ile mümkün olduğu sonucuna varmıştır. Böylelikle metodik şüpheciliğinden sonra doğru bilginin varolduğu kanaatine104 varmıştır. Gazâlî'ye göre, kalbe doğan bu doğru bilginin yanı sıra diğer bir zaruri ve bedihi ilim de, doğruluğundan şüphe edilmeyen bilgiler, dini bilgilerdir. Bunlar da temel bilgilerdir. O hâlde Gazâlî'nin ilim anlayışının temelini, zaruri ve bedihi insanlık bilgileriyle ilâhi menşeli dini bilgiler teşkil etmektedir. Yeri gelmişken söylenmesi gereken bir konu vardır ki, o da Gazâlî'nin dini bilgi dediğinde maksadının, Kurân-ı Kerim'in ve Hz. Peygamberin hadîslerinde verilen bilgiler olduğu hususudur. Yoksa, dinin yorumu durumundaki görüşler dini bilgi kategorisi içerisine girmediğin- den bunlar doğru da yanlış da olabilirler. Bu yorumlar her iki ihtimali de içerisinde barındırmaktadır.

Gazâlî kendinden evvel yapılmış bazı ilim tariflerine itirazlarda bulunmuştur. Bu tarif ve itirazları şöyle sıralayabiliriz:105

1-"İlim marifettir." Bu lafzi bir tariftir. Burada ilim aynı mânâya gelebilen başka bir kelimeyle tarif edilmiştir.

2-"İlim, malumu olduğu gibi bilmektir." Bu tarif de tekrar ve fazlalık vardır. Çünkü, ilim ile bilim aynı şeydir. İlmi böyle tarif etmek, mevcudu sübutu ve vücudu olan şey diye tarif etmeğe benzer.

3- "İlim öyle bir şeydir ki, kendisiyle bilinir ve onunla insan âlim olur." Bu tarif şerhten ve bir mahiyete delil olmaktan mahrumdur.

4- "İlim öyle bir varlıktır ki; onunla muttasıf olan yaptığı şeylerden emin olur." Bu tarif ilmin icaplarından birini ifâde etmekte ise de, ilmi ancak kısmen açıkladığından ilme nazaran daha özeldir. Bu tarif, Allah’ın ve sıfatlarının ilmini ihata etmemektedir.

5- "İlim bir şeye olduğu gibi inanmaktır." Mutezile’nin yaptığı bu tarife Gazâlî iki cihetten itiraz ediyor. a) Bu ifâdeyle ilim özelleştirilmiştir. Halbuki ilmin hiçbir şey olmayan madum ile de ilgisi vardır. b) Bu tarifte inançla ilim birbirine karıştırılmıştır. Hiçbir ilmi olmayan mukallidin de inanç sahibi olduğunu unutmamak lazımdır.

Bütün bu tariflere böylece itirazlarda bulunan Gazâlî'ye göre ilim müşterek bir isimdir. Yani muhtelif şeylere ilim denilebilir. Bu sebeple de ilmi hakiki bir surette tarif etmek güçtür. Gazâlî ilmin ancak misal ve izâhlarla anlatılabileceği fikrindedir.106

104 Orman, Sabri, "Gazali'nin Hayatı ve Eserleri", İslâmi Araştırmalar Dergisi, Ank., 2000, c. XIII, sy. 3-4, s. 23.

105 Gazâlî, el-Mustasfâ min ilmi'l-Usûl, İslam Hukukunda Deliller ve Yorum Metodolojisi, (Çev. Yunus Apaydın), Rey Yay., Kayseri, 1994, c. I, s. 61.

Bununla birlikte o öz olarak şöyle bir tanım yapar: "İlim, eşyayı olduğu gibi bilmek ve tanımaktır."107 Bir başka yerde; "İlim, dünya ve ahiretle alâkalı şeyleri, akıl

ile alâkalı gerçekleri bilmektir"108 der. Bu da gösteriyor ki, ilmin alanı çok geniştir. İlim, bütün mevcudatın sadece kendilerine bakan yönünü bilmek değil, onların ahirete bakan yönlerini de bilmektir. Yani, ilim bütün mevcudatı, görünen ve görünmeyen yönleriyle birlikte bir bütün olarak bilmektir.

Özetle ifâde edecek Gazâlî, bilginin var olduğunu söyler ve bilgiyi şu şekilde tanımlar: "Bilgi, içinde hiçbir şüphe kalmayacak şekilde bilinen, kendisinde yanlışlık ve vehim ihtimali varit olmayan, kalbin yanlışlığına inanmadığıdır." Yani Gazâlî'ye göre bir şeyin kesin derecesinde bilgi sayılabilmesi için; öncelikle kişinin onu apaçık bir şekilde bilmesi ve ayrıca bu şeyin doğru olması gerekir. Yalnızca bunlar da yetmez aynı zamanda kişinin o şeyin doğruluğuna inanması gerekir. Gazâlî'ye göre beş duyu akıl ve kalp insandaki bilgi elde edebilen kuvvelerdir. Ancak başta duyular ve akıl sınırlı bir güce sahip oldukları için her zaman onlarda doğru bilgi alamayabiliriz. O halde duyular ve aklın verilerinin deneye tabi tutulmaları gerekir. Şayet deney sonucu doğrulukları sabit olursa, o zaman o bilgiler doğru bilgi olarak kabul edilmelidirler.109

Gazâlî'nin ilimleri taksimine gelince: Bu konuda kesin bir Tasnîften bahsetmek güçtür. Çünkü müellif ilimleri muhtelif eserlerinde muhtelif şekillerde taksim etmiştir.110 Biz burada ilimlerin taksimi konusuna girmek istememekle beraber,

İhyâ'daki taksimata kısaca değinmek istiyoruz. Gazâlî İhyâ'da ilimleri farz olmalarına göre şu şekilde taksim etmiştir.111 1-Şer'î ilimler, 2-Şer'î olmayan ilimler.

Şer'î (dinî) ilimler ile peygamberlerin getirdiği ilim kastedilmektedir. Şer'i ilimlerin usûl'u, furû'u, mukaddimâtı ve mütemmimâtı vardır. Kitap, Sünnet, İcma-i Ümmet ve Asâr-ı Sahabe usûlu, fıkhi ve kalbi ilimler de furû'u teşkil ederler. Mukaddimât dil ve gramer ilimlerinden ibarettir. Kur'ân, asâr ve ahbâr ilimleri ise mütemmimâtın cüzleridir.

Şer'i olmayan ilimler başlıca üç bölümdür: 1-Mahmud ilimler. 2-Mezmum ilimler. 3-Mübah ilimler.

106 Gazâlî, el-Mustasfâ., c. I, s. 61-63. 107 Gazâlî, İhyâ, c. I, s. 28.

108 Gazâlî, İhyâ, c. III, s. 18. 109 Gazâlî, el-Mustasfâ, c. I, s. 33.

110 Çubukçu, İ.A.,"İslam Müelleflerine göre İlimlerin Taksimi ve Bunlar Arasında Gazzali'nin Yeri",

AÜİFD, sy. VII., 1958-1959, s. 126.