• Sonuç bulunamadı

1.3. Kuramsal Çerçeve

1.3.4. İlişkilere İlişkin Bilişsel Çarpıtmalar

1980'lerden beri literatürde ilişkilere daire inançlar konusuna odaklanılmıştır. İlişkiye dair işlevsel olmayan inançlar; diğerleri, kendileri ve ilişkinin doğası hakkında abartılı, katı, mantıksız ve mutlakiyetçi inançlar olarak tanımlanmıştır (Ellis ve diğ. 2003, Epstein ve diğ. 1993). Pek çok çalışma, işlevsel olmayan inançların devam eden flört ya da evlilik ilişkileri üstüne negatif bir etki bıraktığını göstermiştir (Addis ve Bernard 2002, Debord ve diğ. 1996). Benzer şekilde, söz konusu inançlardan dolayı ebeveyn-ergen ilişkileri şeklinde aile ilişkilerinde de olumsuz yaşantılar ortaya çıkabilmektedir (Eryüksel ve Akün 2003). Aynı zamanda, bireyler işlevsel olmayan inançlara sahip olduklarında ilişki memnuniyetleri ve uyumları daha az olup ilişki çatışmaları daha fazla olmaktadır (Stackert ve Bursik, 2003).

16

1970'li yıllardan önce daha çok demografik, bireysel ya da ailesel değişkenlerle ilgili çalışmaların olduğu görülmekle birlikte sonraki yıllarda evlilik sürecinde ikinci bir araştırma eğilimi ortaya çıkmış ve evliliklerinde sorun yaşayan ve yaşamayan çiftlerde, eşlerin evlilik davranışlarına odaklanılmıştır. Bu araştırmalarda eşlerin evlilik davranışlarıyla ilgili kendi ifadeleri ile objektif araştırmacıların ifadeleri arasında farklılıklar olduğu görülmüş ve bu farklılıkların çiftlerin davranışlarını yorumlama/algılama biçimlerinden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Bunun üzerine evlilikte ilişkinin kendisine ya da diğer eşe yapılan yüklemeler ile bunlarla ilgili akılcı olmayan inançlar ve evlilik sürecinde karşılaşılan sorunları çözme süreçleri gibi bir takım bilişsel bileşenleri içeren evlilikte biliş ile ilgili çalışmalar yapma ihtiyacı doğmuştur (Finchman ve Bradbury 1990).

Bilişsel davranışçı yaklaşımlarda, bireylerin ilişkilerine taşıdıkları beklentileri ve inançlarının, onların düşüncelerini, duygularını, davranışlarını ve doyumlarını etkilediğini savunulmaktadır (Sullıvan ve Schwebel 1996). Buna bağlı olarak yapılan araştırmalarda, bilişe ilişkin kişilerin ilişkiyi işlevsel, sağlıklı ve doyum verici kılan bazı inanç, tutum, beklenti ve şemaları incelenmiştir (Stackert ve Bursik 2003). Epstein ve arkadaşları, akılcı olmayan ilişki inanışlarını ölçen bir ölçme aracı geliştirmişlerdir. 'İlişkide İnanç Envanteri' adı verilen bu ölçme aracında, beş farklı işlevsel olmayan ilişki inancı tanımlamışlardır. Bunlar; 1) Anlaşmazlık yıkıcıdır. 2) Eşler kesinlikle değişmez. 3) Zihin okuma beklentisi 4) Cinsel mükemmeliyetçilik 5) Cinsiyet rollerinde farklılık şeklinde tanımlanan inançlardır (Metts ve Cupach 1990, Finchman ve Bradbury 1990). Bu araç kullanılarak yapılan araştırmalar, ilişkiye yönelik inançlarla, evlilik doyumu arasında negatif, evlilikte mutsuzluk arasında ise pozitif yönde bir ilişki olduğunu göstermektedir (Finchman ve Bradbury 1990).

Bir başka çalışmada, yapılan ilk araştırmalarda sorunlu çiftler arasındaki işlevsel olamayan inançların a) ilişkiyi yok etmekten ziyade geliştirmek arzusuyla, b) başarılı evlilikler için beklenen değişiklikler ile c) eşlerin her ikisinin de evlilik terapisine katılma arzusu ile negatif ilişki gösterdiği belirtilmektedir (Metts ve Cupach 1990). Epstein ve diğ.’e göre (1993), evlilik çatışması genellikle bilişsel ve davranışsal alanlarda ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle, eşler arasındaki davranış farkları ve

17

eşlerin evlilik ilişkileri ile ilgili bilişleri, evlilikte çatışmanın ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Beach ve diğ. (1998) ise, eşlerde karşılaşılan depresyon durumlarında, eşlerin evliliğin geleceği veya diğer eş hakkındaki olumsuz beklentiler gibi özellikler taşıyan bilişlerin evlilik etkileşimini olumsuz yönde etkilediği sonucuna ulaşmışlardır. Bir başka çalışmada ise işlevsel olmayan inançların evlilik stresine katkıda bulunduğu görülmüştür (Jones ve Stanton 1988). Evlilik ilişkilerinde işlevsizliğin nedenlerine ilişkin olarak yapılan araştırmalarda, ortaya çıkaran etkenlerden birinin, eşlerin bir diğerine karşı olan davranışlarına ara buluculuk eden bilişsel süreçler olduğunu ortaya koymaktadır. Evlilik işlevsizliğini potansiyel olarak etkileyen bazı değişkenlerin, ilişkinin doğası ile ilgili gerçekçi olmayan ya da çarpıtılmış inançlar olduğu görülmüştür (Emmelkamp ve diğ. 1987).

Akılcı olmayan inançlar evlilik uyuşmazlığı ve doyumsuzluğu ile de yakından ilişkilidir. Eşlerin düşünme şekli ve düşüncelerinin içeriği, ilişkiye uyum üzerinde büyük etki yapmaktadır. Öte yandan mantıklı ve işlevsel düşünme ise daha iyi uyuma neden olmaktadır (Stackert ve Bursik 2003). Evli bireylerin bilişsel çarpıtmalarına yönelik bir çalışma Hamamcı (2005) tarafından gerçekleştirilmiştir. Araştırmada evli bireylerin işlevsel olmayan ilişki inançları ile evlilik ilişkileri arasındaki ilişki incelenmiştir. Analizler düşük evlilik uyumu yaşayan evli bireylerin, yüksek evlilik uyumu olanlara göre daha fazla işlevsel olmayan inançlara sahip olduklarını göstermektedir. Yakınlıktan kaçınma ile ilgili olan işlevsel olmayan inançlar erkeklerin evlilik uyumu ile orta düzeyde negatif yönde ilişkili olduğu, evlilik doyumu ile ise çok düşük seviyede ve negatif yönde ilişki olduğu gözlenmiştir. Zihin okuma inançları kadınların evlilik doyumu ile pozitif yönde ilişkilidir. İşlevsel olmayan ilişki inançlarında yaş ve cinsiyet değişkenleri açısından anlamlı bir farklılık bulunamamıştır.

Hamamcı (2003), bilişsel davranışçı yaklaşımla bütünleştirilmiş psikodramanın üniversite öğrencilerinin kişiler arası ilişkilerle ilgili bilişsel çarpıtmaları üzerindeki etkisini de incelemiştir. Araştırmada önce deney ve kontrol gruplarına İlişkilerle İlgili Bilişsel Çarpıtmalar Ölçeği (İBÇÖ) verilmiş, ardından deney grubuyla 12 oturum süren psikodrama yapılmıştır. Kontrol grubuyla ise placebo niteliğinde bir çalışma yürütülmüştür. Bu çalışmada onların istedikleri bir filme gidilmiş daha sonra yapılan iki

18

toplantıda filmdeki kişiler arası ilişkiler tartışılmıştır. Deney grubuyla yapılan uygulamanın bitiminden bir hafta ve 3 ay sonra her iki gruba aynı ölçek tekrar uygulanmıştır. Bu araştırmada bilişsel davranışçı yaklaşımla bütünleştirilen psikodramadan sonra deney grubundaki bireylerin, kontrol grubuyla karşılaştırıldığında ilişkilerle ilgili bilişsel çarpıtmalarının azaldığı, izleme ölçümünde de bu durumun devam ettiği bulunmuştur.

Evli bireylerle yapılan bir başka çalışmada Güven (2005) ilişkilerle ilgili bilişsel çarpıtmalar ve evlilikte problem çözme becerilerinin evlilik doyumu ile ilişkisini incelemiştir. Bulgular incelendiğinde evlilik doyumunu yordamada evlilikte problem çözme becerilerinin evlilik doyumunu birinci sırada, gerçekçi olmayan ilişki beklentilerine ilişkin bilişsel çarpıtmaların ise ikinci sırada yordadığı, incelenen diğer değişkenlerden demografik değişkenler (yaş ve cinsiyet), yakınlıktan kaçınma ve zihin okumanın ise evlilik doyumunu yordamada bir katkısının olmadığı ortaya çıkmıştır.

Birçok araştırma, kişilerin kendileri hakkındaki tutarsız inançlarının, ilişkinin işlevsel olmaması, hatta mutsuz evlilikle doğrudan ilgili olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır (Stackert ve Bursik 2003, Metts ve Cupach 1990, Finchman ve Bradbury 1990). Dryden, eşlerin işlevsel olmayan inançlarının sorunlu eş etkileşiminde bir kısır döngüye neden olduğunu belirtmektedir. Buna göre eşlerden birinin işlevsel olmayan davranışı diğerinin duygu ve davranışlarını etkileyerek akılcı olmayan düşüncelerini harekete geçirmekte; bu durum da diğer eşin işlevsel olmayan düşünce duygu ve davranışlarının tetiklenmesine neden olmakta ve böylece kısır döngü devam edebilmektedir (1987 alıntı Möller ve Van der Merwe 1998).

Sinclair ve Nelson (1998), araştırmalarında boşanmanın, ergenlerin yakın ilişkilerine ve ilişki inançlarına etkisini incelemişlerdir. Araştırma sonuçlarına göre, boşanmış aileden gelen ergenler, anne babalarının ilişkilerindeki uyumsuzluklar nedeniyle, uyuşmazlığın acı verici olduğuna ilişkin inançlar geliştirmekte ve bunun sonucunda da gerçekçi olmayan ilişki beklentilerine sahip olmaktadırlar. Araştırmanın cinsiyetle ilgili sonuçlarına bakıldığında, boşanmış ailelerin erkek çocuklarının kızlara oranla daha az yakınlık yaşadıkları ve daha fazla ilişki inançlarını kullandıkları bulunmuştur. Bu durumun nedeni ise, erkeklerin duygusallıklarını ifade edecek şekilde toplumsallaşmamaları olarak açıklanmıştır. Araştırmada ayrıca, babalarıyla daha az

19

yakınlık yaşayan bireylerin, gerçekçi olmayan ilişki inançlarını daha fazla kullandıkları da belirtilmiştir.

Metts ve Cupach (1990), ilişkilere yönelik inançların, ilişki doyumu ve problem çözme tepkileri ile ilişkisi olduğunu bulmuşlardır. Buna göre, anlaşmazlığın yıkıcı olduğuna ve eşlerinin değişmeyeceğine inanan bireyler, ilişkide daha fazla ayrılma ve ihmal etme gibi tepkiler göstermektedirler. Bu tür tepkiler, düşük düzeyde ilişki doyumu ile ilişkili bulunmuştur. İrrasyonel inançlar, iletişimde isteksizliğe neden olmakta, bu da ilişki doyumu düzeyini etkilemektedir. Sonuç olarak, bireyin ilişki inançlarının davranışlarını etkilediği ve bu durumun sonucunda da ilişki doyumunun etkilendiği görülmektedir.