• Sonuç bulunamadı

Kitle İletişimine Eleştirel Yaklaşımlar

1.3 Toplumsal Cinsiyet Rolleri Çerçevesinde Kadına Yönelik Şiddet ve Tecavüz

2.1.3 Kitle İletişimine Eleştirel Yaklaşımlar

Kitle iletişim araçları ve toplum üzerindeki etkileri, geçmişten beri tartışma konusu olmuştur. İdeolojinin kitle iletişim araçlarıyla topluma yayılması ve pekiştirilmesi, bizim konumuz açısından da önemlidir. İletişim araçlarının incelenmesi, ideolojinin toplumdaki etkisiyle yakından ilişkilidir.

İdeoloji, düşüncelerin, insanların inanç ve eylemleri üzerindeki etkisine göndermede bulunur (Giddens, 2000, s. 406). Güçlü gruplar, bir toplumda dolaşımda olan baskın düşünceleri, kendi konumlarını haklı gösterebilmek için denetleyebilirler.

Marx gibi Althusser de ideolojisinin “bilinçsiz olma” durumuyla ilgilenir. Althusser için ideolojiler birer temsil yapısıdır; imge ya da kavram boyutunda olabilirler. En önemlisi kabul edilmiş, kanıksanmış kültürel yapılar olarak, insanlar üzerinde işlevsel etkileri vardır (Batı, 2005, s. 179).

Raymond Williams (1977; akt. Shoemaker ve Reese, 1997, s. 100) ideolojiyi, “bir ‘dünya görüşü’ ya da bir ‘sınıf bakışı’ olarak soyutlanabilecek, görece olarak biçimsel ve eklemlenmiş anlamlar, değerler ve inançlar sistemi” olarak tanımlar. Samuel Baker (1984; akt. Shoemaker ve Reese, 1997, s. 100), “dünyayı ve kendimizi algılama biçimimizi yönetir; ‘doğal’ ya da ‘aşikar’ diye gördüklerimizi kontrol eder. Becker (1984; akt. Shoemaker ve Reese, 1997, s. 100) ise ideolojiyi “dünyayı görmemize aracılık eden, eylemlerimizi ona uydurduğumuz bütünleşmiş bir gönderme çerçeveleri dizgesidir” şeklinde tanımlar.

Hall, ideoloji ile ilgili olarak üç noktanın altını çizer (Batı, 2005, s. 179):

1. İdeolojiler, izole olmuş kavramlardan oluşmaz. İdeolojiler, farklı öğelerin farklı anlamlar setine eklemlenmesinden oluşur.

2. İdeolojik önermeler, bireyler tarafından gerçekleştirilir, ancak ideolojiler bireysel bilincin ürünü değildir; bu bilincin içinde oluşurlar.

3. İdeolojiler özneleri (bireysel ya da kolektif olabilir) oluşturarak işler.

Frankfurt Okulu’na göre kitleler kapitalizm ve kapitalistlerin kontrol ettiği kültür endüstrileri tarafından kolayca aptallaştırılabilirler. Metot olarak eşyayı temsil eden kavramlara bakarak kötümser, sinik bir şekilde onları gerçeklerle karşılaştırırlar. Onlara göre; kapitalist toplumlarda gerçekler burjuvazi tarafından üretilir ve kültür endüstrilerinde işlenir. İdeoloji gerçekliği çarpıtır. Bunu yaparken amacı eşit olmayan güç ve iktidar mücadelelerini kamufle etmek ve mevcut sistemi meşrulaştırmaktır (Yaylagül, 2006, s. 84). Foucault (2005, s. 77)’ya göre, iktidar ilişkileri toplumsal ağda derinlemesine kök salmıştır ve “toplum”un üstünde olan ve radikal olarak ortadan kalkacağını hayal edebileceğimiz ek bir yapı oluşturmaz. Gene de toplum içinde yaşamak, başkalarının eylemleri üzerinde eylemde

bulunmanın mümkün olduğu –ve fiilen sürüp gideceği- bir şekilde yaşamaktır. İktidar ilişkilerinin bulunmadığı bir toplum ancak soyutlamada var olabilir.

Adorno ve Horkheimer popüler kültür kavramından çok, “kültür endüstrileri” kavramını kullanmışlardır. Bu yazarlar “kültür endüstrisi” kavramını kullanmayı iki sebepten dolayı tercih etmişlerdir. Bunlardan ilki toplumsal yapının ancak bütünsel bir yaklaşımla ele alınabileceğini düşünmeleridir. İkinci sebep de bunu kitle kültürü yerine kullanmalarıdır (Yaylagül, 2006, s. 88). Frankfurt Okulu, kültür endüstrisindeki ideolojinin bir tür sözde gerçeklik biçimine büründüğünü belirtmektedir: Dıştaki görgül gerçeğin olduğu gibi yeniden üretimini yapmaktadır. Bu nedenle, insanın yaşamda karşılaştığı, yaşadığı dış gerçekliğin aslında, insana kendinin dışından sunulmuş bir gerçeklik; sosyal denetime uygun olarak hazırlanmış, insanın onu algılamasından daha önce, önüne konulmuş bir dış gerçeklik oluşunu anlamasını önlemektedir. Bunun böyle olduğunu anlamaya başlar gibi olanların da görüşlerini bulandırmaktadır (Oskay, 1989; akt. Özer, 2004, s. 153-154).

Frankfurt Okulu’na göre, “kim kültürden söz ediyorsa, hükmetmeden söz ediyor demektir.” Kültür ürünlerinden yansıyan şeyler de, gitgide ideolojikleşen gündelik yaşamdaki reel-bilinç olmaktadır. Oluşturulmuş rızaya, rıza göstermeyen hemen her şey tümüyle denetlenmektedir (Oskay, 1981; akt. Özer, 2004, s. 154). Ürünler insanların zihinlerini yönlendirir ve onlara yanlış bilinç telkin eder. Böylece bu yanlış fikirler yanlışlıktan muaf kılınarak rasyonelleştirilir. Marcuse’a göre; medya kendileri yardımıyla dünya hakkında düşündüğümüz terim ve kavramları tanımlar (Yaylagül, 2006, s. 93-94).

Egemen sınıfın iktidarını kurmasında hem fiziksel güç kullanılır hem de kültürel ve ideolojik aygıtlar kullanılır. Gramsci’nin kültür ve ideoloji konusundaki çalışmalarında anahtar kavram hegemonyadır. Elit bir azınlık nasıl olur da zora başvurmadan çoğunluğu kontrol edebilmektedir? Gramsci bu sorunun cevabını hegemonya kavramında bulmaktadır. Çünkü bu azınlık ülkedeki temel kurum olan devlete ve onun organlarına ve kitle iletişim araçlarına sahiptir. Bu araçlar sayesinde azınlık çoğunluk üzerinde kontrol sağlamaktadır (Yaylagül, 2006, s. 97).

Hegemonya kavramı basit bir söyleyişle topluma yön veren sınıfın dünya görüşü olarak tanımlanabilir. Egemen sınıfın bu dünya görüşü ideolojik kontrol mekanizmaları ve toplumsallaştırıcı kurumlar sayesinde gündelik yaşamın her alanını etki altına alır (Fiori, 1989; akt. Yaylagül, 2006, s. 97). Gramsci’ye göre iktidar ve güç kültür gibi gündelik hayatın her alanında yer alır. Gündelik yaşamlarında insanlar mevcut toplumsal uzlaşılarla fikir birliği içindedirler ve bu, sokaktaki insana sağduyu olarak görünür (Anderson, 1988; akt. Yaylagül, 2006, s. 98).

Gramsci’nin hegemonya kavramı medyaya uygulandığında görülür ki medya, okuyuculara/ izleyicilere/ dinleyicilere egemen sınıfın değerlerini aktaran bir araçtır. Kitle iletişim araçları egemen temel değerleri kabul eder ve sağduyuya uygun olarak yani herkesin bildiği bir dünya tasarımı sunar. Sonuç olarak medya egemen değerleri aktararak hegemonyayı yeniden üretir (Yaylagül, 2006, s. 101). Medya kurumları, sürekli olarak tutarlı bir ideoloji ile toplumsal yapıyı yönetilen sınıfların tahakküm altına alınmalarına kendi rızalarıyla katılımları aracılığıyla yeniden üreten ve haklılaştıran bir dizi ortakduyusal değerler ve mekanizmalar üreterek hegemonyacı bir işlev görürler (Shoemaker ve Reese, 1997, s. 116).

Yaylagül (2006, s. 103), ideolojilerin insanları özgür ve özerk olduklarına inandırdığını, bunun için de insanları öznelere dönüştürüp onlara gerçekte ideolojik süreçler tarafından biçimlendirilmelerine rağmen kendilerini, belirleyen ajanlar olarak görmelerini sağladığını belirtir.

Althusser, kapitalist toplumlarda insanların tüm arzu, istek, beklentilerinin, tercihlerinin ve değer yargılarının, içinde yer aldığı toplumsal pratikler tarafından oluşturulduğu düşüncesindedir. Ona göre bunların böyle olmadıklarını düşünmek, durumun böyle olmadığının nihai kanıtı değildir (James, 1997; akt. Yaylagül, 2006, s. 103).

İnsanların toplum içinde oynadıkları roller ve gerçekleştirdikleri etkinlikler toplumsal pratikler tarafından onlara kazandırılır. İnsanların toplumsal pratikleri, Devletin İdeolojik Aygıtları’nı oluşturur (Althusser, 1971; akt. Yaylagül, 2006, s. 103). Devletin İdeolojik Aygıtları eğitim sistemi, dinsel örgütler, sendikalar, aile ve medya gibi kurumlar ve bu kurumların sürekli olarak propaganda aracılığıyla topluma aktardıkları değerlerden ve fikirlerden oluşur. İnsanlara bir şey olmanın ne anlama geldiği bu kurumlar tarafından öğretilir ve öğretilen o rolün gereği olan bir takım pratikler o bireyden beklenir (Yaylagül, 2006, s. 104). Yaylagül (2006, s. 105), Devletin İdeolojik Aygıtları’nın, insanların içinde yaşadıkları dünya ve toplum hakkında yanlış fikirlere sahip olmalarına neden olduğunu; ideolojinin, bireylerin içinde yer aldıkları gerçek toplumsal koşullarla kurdukları hayali ilişkiler olduğunu ve insanların ideolojik aygıtlar tarafından kendilerine atfedilen özne konumlarını benimsediklerini belirtmektedir.

Çoban (2009, s. 137), toplumsal öznelerin iktidar tarafından farklı toplumsal pratikler üzerinden biçimlendirilmesinin ideolojik ve eylemsel iktidar uygulamaları ile gerçekleştiğini; kamuoyunun sesi olarak sunulan medyanın ise gerçekte düşünce üretim araçlarına sahip olan egemen sınıfın ideolojik aygıtı olduğunu belirtir. Medya kamuoyunun iktidardan bağımsız gibi görünmesi yanılsamasını yaratarak, topluma kendisinin olmayan düşünceleri kendi düşünceleri olarak kabul ettirmesi bakımından önemli bir işlevi yerine getirir. Medya

toplumsal düşünüşü iktidarın ideolojisine göre biçimlendirerek, toplumsal denetimin sağlanmasına yardımcı olur (Çoban, 2009, s. 138).

Benzer Belgeler