• Sonuç bulunamadı

1.5. Finansal Kriz Modelleri

1.5.2. İkinci Kuşak Finansal Kriz Modelleri

Birinci kuşak finansal kriz modellerinin (1992-1993) yılları arasında Avrupa Döviz Kuru Sistemini ve (1994) yılında yaşanmış Latin Amerika krizlerini yorumlama noktasında yetersiz kalması neticesinde ikinci kuşak finansal kriz modelleri geliştirilmiştir. İkinci kuşak finansal kriz modellerinin üzerinde durduğu nokta, olumsuz beklentilerin finansal krizlere neden olacağı düşüncesidir. Bu modele göre, ülke rezervlerinin yeterli miktarda olmasına rağmen beklentiler ile hükümetin amaçları arasında çelişkilerin varlığı halinde finansal krizlerin yaşanabileceği veya finansal krizlerin kaçınılmaz bir son olacağı belirtilmektedir. İkinci kuşak finansal kriz modelinde, finansal krizlerin öngörülmesinde politik tercihler, krizin yayılmasına ait göstergeler ve son olarak beklentiler ön plana çıkmaktadır (Avcı & Altay, 2014, s. 193).

Obstfeld (1994), Krugman’nın (1979) daha önce yapmış olduğu çalışmayı geliştirerek “Kendi Kendini Besleyen Spekülatif Atak Modeli”ni iktisat yazınına kazandırmıştır. Obstfeld’in geliştirmiş olduğu modelleme ikili yapıya sahiptir. Hangi yapının gerçekleşmesi gerektiği noktasında para otoritesinin beklentileri önem arz etmektedir. Hükümetler sabit kur rejimi sisteminden vazgeçmek veya sabit kur rejimi sistemini sürdürmek seçenekleri ile karşı karşıyadır. Hükümetlerin sabit kur rejimini benimsemesindeki amaç; yatırımların işleyişini kolaylaştırmak, uluslararası ticaret işleyişini kolaylaştırmak ve son olarak enflasyon ile mücadele konusunda kredibilite elde etmektir. Döviz kurlarının sabit tutulmasının maliyeti, oldukça yüksek oranda faizler ve işsizlik oranı artışı ile beraber daha fazla artmaktadır. Meydana gelen bu maliyet artışları yatırımcılar tarafından; artan maliyetler dolayısı ile kurların daha fazla sabit tutulamayacağı şeklinde yorumlanabilmektedir (Komulainen, 1999, s. 18).

İktidarlar, sabit döviz kuru politikasını tercih etmek ile sağlayacağı faydanın bu politikanın maliyetinin üzerinde olduğu müddetçe ısrarcı olurlar. Bu açıdan bakıldığında meydana gelen maliyetlerin oluşan faydadan yüksek olması, para otoritesi için sabit döviz kuru politikasından vazgeçmesi daha akılcı bir davranış olacaktır. İkinci kuşak finansal kriz modellerine göre, finansal krizlerin meydana geliş şekillerine bakıldığında; kendi kendini tutarlı bir biçimde besleyen beklentiler, sürü davranış psikolojisi ve bulaşma nedeniyle ortaya çıkmaktadır (Sinkovic, 2001, s. 3-4).

İkinci kuşak finansal kriz modellerine göre, beklentilerin makro-ekonomik politikalarıyla ne derecede uyumlu olunduğuna bakılır. Beklentiler iktidarın sabit kur rejimi politikasını terk edeceği doğrultusunda ise, döviz kurlarının sabit tutulmasının maliyeti artacaktır. Yatırımcıların rasyonel (akılcı) davranacakları düşünülür ise, devalüasyonun yaşanması öncesinde yatırımcılar ellerinde tutmuş oldukları ulusal paraları satacaklardır. Bu modele göre, beklentilerin ekonomi politikalarıyla çelişmesi sonucunda, temel iktisadi değişkenler devalüasyon gerektiren bir aşamaya varmadan spekülatif ataklar sebebiyle sabit rejimi yıkılıp döviz krizi meydana gelecektir. Temel makro-ekonomik şartlara sahip olan ve bunun ile birlikte kur istikrarını sağlayan ülkelerde bile, spekülatif ataklar neticesinde kuru savunma maliyeti artmaktadır. Maliyet artışı ise; kur istikrarsızlığını meydana getirebilmektedir. Sonuç olarak, devalüasyonun yaşanacağı beklentileri veya kendisini besleyen spekülatif ataklar devalüasyonun en temel nedenini oluşturmaktadır (Şişman, 2006, s. 18).

İkinci kuşak finansal kriz modellerinde, iktidarlar için sabit kur politikasının korunması maliyeti, spekülatif atak saldırılarının şiddetine bağlıdır. Spekülatif saldırılar şiddetli ise; kurun korunma maliyeti artmaktadır. Bu spekülatif atak saldırıların şiddetini devalüasyon beklentisi belirlemektedir. Belirlenen bu beklenti, iktidarın bu saldırıya vereceği karşı tepkiye ilişkin olarak piyasadaki algı ile oluşmaktadır. Piyasalar, oluşan bu saldırının devalüasyona neden olacağı şeklinde yorumlaması kendi kendini besleyen spekülatif atak saldırılarını oluşturacak ve böylelikle sabit döviz kuru politikasının korunması iktidarlar için altından kalkılmayacak büyüklükteki maliyetlere neden olacaktır (Altıntaş & Öz, 2007, s. 22).

İkinci kuşak finansal kriz modelleri, banka krizleri veya döviz krizleri şeklinde ortaya çıkmaktadırlar. Yapı itibariyle hassas bir özelliğe sahip olan ikinci kuşak finansal kriz modelleri yalnızca kamu sektörüne özgü değildirler. Özel sektörde bilhassa bankacılık kesimine özgü açık pozisyon yükselişleri, bankalar tarafından verilen kredilerin geri ödenme oranında azalmalara ve bu azalmalar neticesinde menkul değerler üzerinde meydana getireceği iniş çıkışlar da reel kesimin daralmasına neden olacaktır. Reel kesimin daralması da bankaların aktiflerinde bozulmalar meydana getirecektir. Banka bilançolarının bozulduğunu gören mevduat sahipleri bankaya daha önce yatırmış oldukları mevduatlarını çekmek için bankalara hücum edeceklerdir. Oluşan banka panikleri sonucunda bankalarda likit eksikliği yaşanacak ve döviz pozisyonlarında da azalmalar meydana getirecektir. Sonuç olarak riskli olan bankacılık kesimi daha da riskli bir duruma gelip bir krizle karşı karşıya kalabilecektir (Durmuş, 2015, s. 36-37).

Döviz krizleri de genellikle hükümetin benimsemiş olduğu sabit döviz kuru rejiminde başarılı olamamalarından kaynaklanmaktadır. Döviz kuru çapası üzerine kurulu olan ikinci kuşak finansal kriz modelinde enflasyonda gözlemlenen düşüş yerli(ulusal) paranın değer kazanmasına sebep olacaktır. Ulusal paranın aşırı bir şekilde değerlenmesi ihracat oranlarında azalmalara, ithalat oranlarında ise artışlara neden olacaktır. Şayet ülke sabit döviz kuru rejiminde ısrarcı olur ise döviz krizi kaçınılmaz olacaktır (Durmuş, 2015, s. 36-37).

Obstfeld (1994), kamu borç miktarındaki ve bunun yanında işsizlik oranlarındaki artışlar sabit döviz kuru politikasını benimsemiş olan iktidarlara yüksek miktarda maliyet yükleyeceğini ve doğal olarak döviz kuruna dönük spekülatif atak saldırılarının meydana gelme olasılığını artırabileceğini savunmuştur. Diğer bir yandan faiz oranlarının yükseltilmesi ile sabit döviz kuru politikasının sürdürülmesi

düşüncesi, bankacılık sektöründe krizlerin meydana gelme olasılığıyla birlikte bankaların kurtarması da finansal maliyetlerle ilişkili olduğundan, iktidarların bu şekildeki politikaları uygulamada veya sürdürmede isteksiz davranacaklardır. İkinci kuşak finansal kriz modellerinin en önemli özelliği makro-ekonomik temellerin para krizlerini tanımlamada gerekli fakat yetersiz kalmalarıdır (Khusaini, 2002, s. 7).

İkinci kuşak finansal kriz modelleri üç ana etmene dayandırılmaktadır. Bunlar:

• İktidarların sabit döviz kuru rejimini uygulamak istemelerinin bir nedeni olmalıdır,

• İktidarların sabit döviz kuru rejimini korunmak istemelerinin bir nedeni olmalıdır,

• Krize neden olan dairesel mantığın ortaya çıkabilmesi için, sabit döviz kuru maliyetinin çok yükseltilmesi gerekmektedir ki insanlar sabit döviz kuru rejiminin artık uygulanamayacağı inancını taşımalıdırlar (Durmuş, 2015, s. 36).