• Sonuç bulunamadı

İşbu şeraitname ahkamının tatbik ve icrasına tarafeyn mecburdur.

MONDOROS MÜTAREKESİ SONRAS

C- MEDİNE’NİN TESLİMİ.

28- İşbu şeraitname ahkamının tatbik ve icrasına tarafeyn mecburdur.

29- İşbu şeraitname Arapça ve Türkçe nüshateyn olarak bi't-tanzim “Bır-i Derviş”de Emir Ali Beyefendi Hazretlerinin karargahı hakimanelerinde 5 Rebiyülâhır 1337 ve 7 Kanûn-i sâni 1919 (1335) Salı günü gurubı saat dokuzda imza edilmiştir.

Fahreddin Paşa’nın 10 Kanûn-i sânide Medine’yi terk ve teslim haberi itilaf devletleri temsilcileri tarafından Osmanlı Hariciye nezaretine tebliğ edildi. Bu haberin İstanbul’da duyulması büyük bir heyecan uyandırdı.26

26 Kandemir, a.g.e., ss. 570-571.

13 Kanûn-i sâni 1919 tarihinde Emir Abdullah Medine’ye girdi. Bu tarih Türkün dört yüz senedir elinde olan Hicaz bölgesinin elden çıktığının ve aynı zamanda üç yıldır devam eden Hicaz müdafaasının da bittiği tarihtir.27

27 Kıcıman, a.g.e., ss. 24-35; Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, K.T.B. yay., Ankara 1982, ss. 388- 391; Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, İstanbul 1976, ss. 29-65.

SONUÇ

Osmanlı Devleti, Mısır’ı aldıktan sonra tâbilik suretiyle Arabistan yarımadasına askerî ve maddî yardımlarda bulundular.Osmanlı Devleti’nin donanması XVI. yüzyılda Akdeniz’de güçlenmesine rağmen, Hint, Aden ve Umman denizlerinde Portekizlilere karşı başarılı olabilmek için Süveyş’te bir kanal açma projesi yaptı. Osmanlı Devleti hem Akdeniz ticaretinin hâkimi olabilmek hem de hac kafilelerinin yolculuklarını güven içinde yapmaları için Portekizlilerle şiddetli mücadelelerde bulunmuşlardır. XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı idaresine giren Araplar dört yüzyıl boyunca huzur ve güven içinde yaşamışlardır. Osmanlı Devleti bu süre içerisinde Arap ahaliyi huzur ve güven içinde yaşatmıştır. Mısır, Kırım vb. bağlı topraklarda olduğu gibi merkezi otoritenin yansıtılmamasından dolayı Osmanlı Devleti buradaki yönetimi de genel itibariyle bölgenin emirlerine bıraktı.

XIX. yüzyılda başlayan sömürge yarışı büyük devletlerin gözlerini, Osmanlı egemenliği altındaki Arap yarımadasına çevirmelerine neden olacaktır. Bununla birlikte petrolün keşfi batılı devletlerin bölge üzerindeki ihtiraslarının artmasına yol açacaktır. Sömürge edinme yarışı büyük devletlerin bloklaşmasını hızlandıracak, oluşan bloklaşmalara Osmanlı Devleti Almanya’nın yanında yer alarak katılacaktır. Bunun sonucu olarak da İngiltere, Osmanlı Devletini zor durumda bırakmak ve hilafetin etkisiyle egemenliği altındaki Müslümanları kendisine karşı bir harekete geçmelerini engellemek için Mekke Emir’i ile temasa geçmek istemiştir. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in kendi egemenliğinde bir Arap Krallığı kurmayı tasarlaması, İngilizlerin Emirle ilişkiye girebilmelerini kolaylaştırmıştır. Nitekim bu doğrultuda Şerif Hüseyin’in ikinci oğlu Emir Abdullah savaş başında Kahire’ye giderek Mısır’daki İngiliz Başkonsolosu Lord Kitchener’le görüşerek İngiltere’nin kendilerine yardım ettiği takdirde Osmanlı Devletine karşı ayaklanabileceklerini bildirdi. Yapılan görüşmeler sonucunda; Şerif Hüseyin’in 14 Temmuz 1915 tarihli mektubunda sınırlarını Arabistan yarımadasından kuzeyde Urfa-Adana’ya kadar olan bölgede kendi yönetiminde bir Arap Krallığı kurulması isteğini İngiltere kabul edince Şerif de yavaş yavaş Osmanlı’dan ayrılma hazırlıklarına başlamıştır. Şerif bir yanda İngiltere ile işbirliği yaparken diğer

taraftan da Osmanlı Devleti’ne sadık olduğunu göstermek için oğullarından Emir Faysal’ı İstanbul’a gönderdi.

Osmanlı Devleti, Şerif’in davranışlarından şüphelendiği için, onu dikkatle takip etmekteydi. Özellikle Medine muhafızı Basri Paşa’nın vermiş olduğu bilgiler doğrultusunda IV. Ordu Kumandanı Cemal Paşa bir takım tedbirler almaya başladı. Çok güvendiği yardımcısı Mirliva Fahreddin Paşa’yı muhtemelen ortaya çıkacak herhangi bir başkaldırı hareketini bastırmak için Medine’ye gizli görevle gönderdi. Fahreddin Paşa Medine’ye varır-varmaz bir takım önlemler aldı. 5 Haziran 1916 tarihinde Medine ve çevresinde isyan başladıysa da, Fahreddin Paşa’nın almış olduğu tedbirlerden dolayı asiler başarısızlığa uğradılar. Buna rağmen Şerif Hüseyin İngiltere’den almış olduğu yardımlar sayesinde Mekke, Cidde ve Taif’i kolayca ele geçirdi. Osmanlı Devleti’nin istihbaratının zayıf olması ve tedbirleri geç almış olmasından dolayı isyan kısa sürede geniş bir alana yayıldı.

Osmanlı Devleti, Mukaddes toprakların kurtarılmasını ve isyanın bastırılmasını şiddetle arzu etmesine rağmen, Hicaz Demiryolunun hem Sina, hem de Hicaz cephelerinin mühimmat, cephane ve zahiresini taşımaya kapasitesi yetmediği ve devamlı olarak asiler tarafından tahrip edildiğinden dolayı bu yapılamadı. Harbin gidişatı Hicaz’daki kuvvetlerin Sina-Filistin Cephesi’nde kullanımını gündeme getirdi. Almanların etkisiyle Hicaz’ın tahliyesine karar verildiyse de bunu Cemal Paşa başta olmak üzere kimse kabul etmedi.

İngiltere’nin altınlarına gıpta eden bedeviler, casus Lawrence’nin plânları doğrultusunda 1917 yılı sonu ve 1918’de saldırılarını demiryolu üzerinde yoğunlaştırarak bir yandan Hicaz’a yardım gelmesini engellemişlerdir. Diğer yandan Osmanlı askerini bu bölgede hapsederek asıl cephe olan Sina-Filistin cephesine yardımı önleyerek amacına ulaşmaya çalışmışlar ve bunda da başarılı olmuşlardır. Mekke, Cidde ve Taif’in elden çıkmasıyla mücadele Medine ve çevresinde yoğunlaştı. Bulgaristan’ın harpten çekilmesi ile Almanya’dan Türkiye’ye gelen yardımlar kesilmiştir. İngiltere’nin Şam ve Haleb’i işgali sonucunda 30 Teşrin-i evvel 1918 tarihinde Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kalan Osmanlı Devleti mütarekenin 16. maddesi ile Hicaz üzerindeki hak ve egemenliğinden de vazgeçmiştir.

Fahreddin Paşa, Mondros Mütarekesine rağmen Medine Müdafaasını Kanûn-i sâni 1335 tarihine kadar, bütün zorluklara rağmen sürdürmüştür. Bu müdafaa askeri cihetten olmasa da dini açıdan Osmanlı Devleti’nin Mukaddes toprakları savunmadaki kararlığını göstermesi bakımından Dünya Harbi içinde önemli bir yer tutmaktadır.

Arapların isyanı sonucunda, Arap yarımadasının elden çıkışı ilerideki Türk-Arap ilişkilerini bir süre olumsuz etkilediği gibi bu tarihten itibaren de bu bölgede güven ve huzurun bozulmasının da temelini oluşturmuştur. Bu isyanı başlatan Şerif Hüseyin savaş sonrasında hayalindeki Arap Krallığını gerçekleştiremediği gibi pişmanlık da duymuştur.

EKLER