• Sonuç bulunamadı

Grafik 3.6: Araştırmaya Katılan İşçilerin Ev Sahibi Olma Durumları

Bireylerin sahip oldukları taşınır ya da taşınmaz mülkiyetlerinin varlığı ya da yokluğu, onlara toplumsal statüde önemli mevkiler kazandırabilmesi ya da kaybettirebilmesi anlamında önem taşımaktadır. Bu açıdan özellikle çalışan işçilerin ev sahibi olup olmadıkları konusu, merak ettiğim noktalardan biri olmuştur. Grafik 3.5’e göre işçilerin yarıdan biraz fazlasının kendilerine ait evi bulunmaktadır. 8 işçi kirada otururken, 3 işçi ise akraba ya da tanıdıklarının evinde oturmaktadırlar. Ayrıca 4 işçi ailesine ait olan evlerde yaşamaktadır. Bu tablo, görüştüğüm işçilerin çoğunluğunun kendi evlerine sahip olduğunu göstermektedir. İşçilerin çoğunluğunun ev sahibi olmaları, Güllü’nün (2014) 2012 yılında aynı bölgede yaptığı benzer bir çalışmada da karşımıza çıkmaktadır. Boratav’ın (2005:110-111) ve BSB’nin (2015: 157) istatistikleri de 2000’li yıllarda benzer şekilde işçi ailelerinin yaklaşık yarısının oturdukları evin kendilerine ait olduğunu belirtmektedir. İşçilerin kendilerine ait evleri olması, onların refah durumları açısından olumlu şekilde karşılanmasına rağmen durum aslında biraz daha karmaşık görünür. İşçilerin ev sahibi olan kesiminin çoğu, evlerini banka kredisi ya da çeşitli şekillerde borca girerek almışlardır. -İşçilerin borçlanmış olma halleri, ileride sendikalarla ilgili başlıkta değineceğim gibi, onların işten çıkarılma korkusuyla direniş, grev ve hak arama gibi radikal tavırlar sergilememelerinin önüne geçmektedir. Borçları, işçileri bir mekanizma gibi denetlemeye de başlıyor gibi gözükmektedir (BSB, 2015: 174).- Özel sektör ve hanehalkının borçlanması özellikle 2000’den sonra bankaların kredi teşviklerinden

15 8

4

İşçilerin Ev Sahibi Olma Durumları

dolayı giderek artış göstermiştir. Aşağıda bir işçinin anlattıkları durumu daha iyi anlatabilir:

“…baya oldu bundan, bir arsa almıştık iyi kötü o zamanlar şimdiki gibi çok pahalı değildi arsalar şimdi arsalar bile ev fiyatına, sonra kirada oturmayalım yaptıralım o arsaya bi ev kendimiz oturalım dedik, ama tek kişi çalışınca evde zor, bende bi düşündüm tek kişiyle olmaz ben bi işe girmezsem bizim ev yaptırmamız da almamız da zor, o yüzden fabrikayı düşündüm yaparım dedim ne olacak hiç değilse kendi evimde otururum, ondan işte borca girdik biraz ev için, onu ödemeye çalışıyorum…” (Döndü 41, evli)

Diğer taraftan kendine ait bir eve sahip olmak, işçiler tarafından yalnızca kiradan kurtulmak ya da daha rahata çıkmak anlamına gelmemektedir. Bir eve sahip olmak aynı zamanda işçilerin kendini toplumsal dünyaya karşı daha iyi gösterme, yani kendini sunma davranışıdır. İşçiler kendilerine ait bir eve sahip olmak yoluyla, toplum içinde daha saygın bir konuma erişeceklerini düşünmektedirler. Teorik açıklamalar kısmında ele aldığım üzere, Weber’in statü tabakalaşmasının bir yansıması burada karşımıza çıkmaktadır. İşçiler meslekleri üzerinden değil de, sahip oldukları mülkleri üzerinden toplumsal bir saygınlık elde etmek istemektedirler. Bir işçinin söyledikleri bu durumu karşılamaktadır:

“Bi ev alalım diye çoktandır düşünür, dururduk. Ben daha o zamanlar çalışmazdım. Sonra işte çocuklar büyüdükçe, ben de evde yalnız kalmaya başladım. Çocuklar küçükken yine evde insana yoldaş olurdu. Sonra işte, evimiz yok tabi daha, benim adamla konuşuruz öyle arada, bi evimiz olsa kendimizin diye, kiradan kurtulsak ne güzel olur. Bide şimdi insanın kendi evi oldu mu başka konu komşunun bakışı filan değişiyo yani, kirada oturmak başka kendi evinde oturmak daha başka. Yani biriyle bir sohbet ettiğin zaman sorulan ilk sorulardan biri budur. Ev sizin mi kira mı diye. Ev sahibi olmak insanı daha bi, böyle şey yapar, yani godaman gibi işte hani…” (Nimet, 39, evli)

Sennett ve Cobb, (2017: 60) işçilerin ev sahibi olmak istemelerinin temelinde bir sığınma arayışı ve özgürlük isteğinin de yattığını belirtmektedirler. Onlara göre (2017: 60), işçiler açısından bu durum, “ bir şeye sahip olmak ya da ekonomik kazanç için değildi; ailesi ile birlikte yaşarken en küçük konularda yüzüne vurulan toplumsal konumunu umursamadığı bir sığınak, bir yaşam alanı kazanmaktı” Sennett (2005b: 119) bir başka çalışmasında Amerikan toplumunun güçlü arzularından birinin de ev

sahibi olma arzusu olduğunu dile getirir. Buna benzer bir arzu mülakata katılan işçilerin çoğunluğu için de geçerli görünmektedir.

İşçilerin ev sahipliği oranlarının artışı ya da ev sahibi olma istek ve planlarının yoğunlaşmasının altında geçmişte devletin ya da bizzat fabrika patronlarının işçilerine sağladıkları barınma ve lojman hizmetlerinin de ortadan kalkması etkili olmuştur (Karaçimen, 2015: 133-138). Örneğin Karaman ilinde özellikle 1990’lı yıllarda birkaç fabrikanın kendi ismiyle apartman siteleri inşa etmeleri bunlara örnektir (Bifa Sitesi ya da Saray Kooperatifleri gibi). Böylesi lojman ve barınma hizmetlerinin ortadan kalkmasıyla birlikte, işçiler barınma konusunda piyasanın eline düşmüştür. Bu durum da işçilerin kirada oturmaktansa borç altına girerek bir ev sahibi olma hayallerini pekiştirmiştir.

Son olarak günümüzde Karaman fabrikalarında çalışan işçilerin hep birlikte yaşadığı bir mahalle ya da siteden bahsetmek zordur. Yani işçi ailelerinin yoğunlaştığı net bir mekânsal bölge yoktur. İmkanı yeten her işçi istediği yerden arsa ya da ev alabilmektedir ya da ev kiralayabilmektedir.