• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. “GÖRME” FENOMENOLOJİSİNDEN “DİNLEME” HERMENEUTİĞİNE

3.1 Görme-Bilme İlişkisi

3.1.4 Husserl’in Bilgi Fenomenolojisinde Gören Düşünmenin Yeri

“Yaptığım yol göstermek, öğretmek değil, sadece, gördüğümü göstermek, tasvir etmek.” Husserl, Krisis

Husserl’in felsefesinde “şeylerin kendilerine” geri gitme ilkesi, filozofun, özgün düşünmenin yolunu açmasını ve ilkesel düşünme yetisini yöntemselleştirmesini ifade eder (Husserl, 1913b: 6). Husserl’e göre, bir yeti olarak düşünmenin keşfi, dünyadan yoksun boş bir biçimi ortaya koymak anlamına gelmez. Düşünmek, hep bir şeyi düşünmek olarak, insanın dünyayla bağını açığa çıkaran bilinç yaşantısıdır. Bilgi, bu yönelimsel yaşantıdan çıkan, yönelimsel bilgidir. Dünyanın anlamı ve geçerliliği, yönelimsel düşünce ve bilgi yaşantılarında transendental özne için anlamı ve geçerliliği olan bir fenomen olarak ele alınır (Husserl, 1950: 59). Böylece, şeyin doğasında başlayan felsefenin dayanağı, düşünmenin öznelliğine bağlanır. Öznellik keyfi bir durum değildir, bilginin zorunlu çıkışıdır. “Şu açıktır ki, eğer bilgiyi kendim görürsem ve o bana görmede, nasılsa öyle verilmişse, ben ancak o zaman bilginin özünü açıklığa kavuşturabilirim” (Husserl, 2003: 71). Şeyin doğasında koşulsuz olarak açığa çıkan bilgiyi, özün bilgisini tasvir etme, Husserl’e göre, bilgiyi, düşünce ediminde

87

temellendirme yöntemidir. Dolaysız görme, bilginin kaynağı olarak görülen, ilkesel bir tavırdır; Husserl’in deyimiyle “ilkelerin ilkesi”dir (Husserl, 1976: 51). Kesin bilginin nedenlerini düşünme öznelliğine bağlama, felsefi ilgiyi, dünyanın “nesnel” varlığından, bizzat, dünyayı yönelimsel anlam içerikleri olarak yüklenen düşünce ediminin kendisine yöneltmektir. “Bilgiyi içkin olarak ve saf görmeyle saf fenomen içinde, ‘saf bilinç’te incelemek zorundayım” (Husserl, 2003: 71). Böylece Husserl’in bakışını şeyin kendisine çevirmesi, felsefede refleksiyon ve bilinç kavramlarını öne çıkarır. Şey felsefesi, bilinci, şeyin kendisinin bağlayıcı zemini olarak, refleksiyonu da görme ve bilme yöntemi olarak karşımıza çıkarır.

“Şeylerin kendilerine geri gitme“ ve “saf bilinç” bulguları doğrultusunda “dolaysız görme” üzerine inşa edeceği bilgi fenomenolojisini Husserl öncelikle, bilginin olanağının nesnel koşuluna odaklanmış bir felsefe geleneğinden ayrı bir yere koyacaktır. Dolaysız görme, deneyimsel, duyusal bir görme değildir. Dolaysız görmede meydana gelen refleksiyon, duyusal görmeye dayalı zihinsel bir soyutlama da değildir (Husserl, 1976: 51). Buna karşılık duyuların bağlayıcı etkisinde kalan doğal tavır için deneyim, bilginin bir olanağı olarak varsayılır. Husserl’e göre bilginin olanaklı ya da olanaksız olduğunun varsayılması bir önyargıdır. İnsan, dünyanın gerçekliğine dair bu önyargılı anlayışını öylesine özümsemiştir ki burada bir bilgi eleştirisini aklına bile getirmez. “Doğal tinsel bakışta, görerek ve düşünerek, -bilgi kaynağına ve bilgi katmanına göre farklı biçimlerde ve farklı varlık tarzlarında da olsa- bize her defasında verilmiş olan ve doğal olarak verilmiş şeylere yöneliriz” (Husserl, 2003: 45). Husserl’e göre doğal bakış, dünyaya dair ön-anlamasında düz ve dar bir açıya sahiptir. Doğal tezin yargıları, gerçek varolan olarak algılanan bu dünyaya ilişkindir. Vahşi doğada olduğu gibi, doğal bilginin ilerleyişi de güçlünün zayıfı eleyip ayakta kalmasına bağlı olarak gelişir (Husserl, 2003: 46).

Husserl, doğal bakışın mantıksal çıkmazlarını refleksiyon felsefesiyle aşmak ister. Düz doğal bakış bilgiyi bir realite penceresinden, bir real varlığın geçerliliği, nesnelliği, olanaklılığı ya da a priori ilkeselliği üzerinden konu edinir. Doğal bakışta bilgi, belirli bir biçimde ele alınır. “Bilgi bir doğa olgusudur; bilen organik varlıkların bir yaşantısıdır; psikolojik bir olgudur” (Husserl, 2003: 47). Burada bilgiye dair tüm real veya ideal yargıların bizatihi kendine inen radikal düşünme biçimi ıskalanır. Bilgi yargıdır: Psişik bir yaşantıda öznenin, kendine görünen nesnelere dair yargısıdır. “Ama bilgi, bilinen nesneye uygun düştüğünden nasıl emin olabilir, bilgi nasıl kendi dışına çıkabilir ve güvenilir biçimde nesnesine ulaşabilir?” (Husserl, 2003: 48). Algı, öznel bir

88

bilinç yaşantısıysa, bilincimin dışında, gözlerimin önünde duran bu şeyi, benim öznel, değişken bilinç içeriğim olarak değil de, kendi kendisiyle hep aynı olan ve kalan o şey olarak kavramamı sağlayan bilgi, felsefi bakış için öyle olağan, kendi kendine anlaşılır bir şey olmamalıdır. “Bilen özne olarak ben, yalnızca benim yaşantılarımın, bu bilgi edimlerinin varolmadığını, aynı zamanda onların bilgisini edindiği şeylerin, hatta bilgi nesnesi olarak karşıya konulabilecek birşeyin varolduğunu nasıl bilebilirim?” (Husserl, 2003: 48). Böyle bir bilgi beklentisine ve güvencesine neden olabilecek şey üzerine düşünülmesi gerekir.

Husserl’in radikal bilgi eleştirisini daha açık bir dille tekrar etmek gerekirse, şunlar söylenebilir: Doğal bakışın doğal bir dünya inancı var; görülen ve algılanan şey, gerçek bir varolan olarak öznenin dışında bir fenomendir ve özne bu fenomeni gerçek ve nesnel bir şey olarak bilebilir. Bilgi, hep doğal, açık, kendiliğinden anlaşılır bir şey olarak bilimin konusu olur. Bilen öznenin bilme gücü de hep doğadan gelen bir yeti olarak kabul edilir. İnsan bu yeti sayesinde kendini hayvandan ayrı bir yere koyabildiği için, kendi aklının yasalarına doğal bir güveni vardır. Bilgi rasyonel düşünmenin güvencesi altındadır. Bilgi bu güvenceye uydurulur. Aklın ilkesel bilişi ve bilgisi hiç sorgusuz geçerli kılınır. Husserl’e göre tam da emprik bilginin rasyonel geçerliliğinin bu kendiliğinden anlaşılırlığı masaya yatırılmalı ve kendiliğinden açık anlaşılır olan şeyin kendisi açığa çıkarılmalıdır. Yani akıl bir ereklilik taşıyorsa eğer, bu erekliliği başa koymak, bir varsayımdan yola çıkmak olur. Husserl ise yargının yargı verici gücünü kullanmadan, sözü edilen şeyin kendisine geri gidip, bilgiyi orada kesin olarak temellendirmek ister. Bunun için Husserl, yepyeni bir düşünce yöntemine başvurmak zorunda olduğunun farkındadır.

Şöyle mi demeliyim: Yalnızca fenomenler bilen özneye gerçekten verilmiştir, bilen özne, kendi yaşantılarının dışına çıkamaz ve asla onların dışına uzanamaz, yani onun yalnızca şunu söylemeye mi hakkı vardır: Ben varım, Ben-olmayan herşey sadece –fenomenal bağlantılarda çözülebilen- fenomen midir? (Husserl, 2003: 48).

Husserl, indirgemeci bakışın refleksiyonlarının kendini buraya çekeceğini hissetmektedir. Fakat bu görüşü başa koymak, aynı şekilde tekbenci bir düşüncenin yargısıyla işe başlamak olacaktır ki Husserl bunu “aşırı bir istek” olarak niteler (Husserl, 2003: 48 vd.). Bunun yanında, Hume’un ileri sürdüğü gibi, aşkın nesnenin bilgisinin sadece psişik bilinç yaşantıları olarak bilinebileceği, fakat aklın genel geçer ilkesinin güvencesi altına alınamayacağı varsayımından yola çıkmak da “aşırı bir istek” olurdu.

89

Husserl’e göre, Hume aşkın nesnelerle uğraşan, antagonist anlayışın temsilcisi olarak doğal bakışa sıkışıp kalır.

Şeyin kendisine geri gitme projesiyle Husserl, hem mutlak ideallerin ve normların doğallaştırılmasına bağlı olarak ideleri ve bilinci doğallaştıran doğalcılığın hem de bilgi edinme sürecini psikolojik olarak açıklayan psikolojizmin felsefeyi saçmalığa sürüklemesinin önüne geçmek ister. Ona göre, fenomenlerin nedensel doğasını, realitesini araştırmak “[…] tam bir saçmalıktır; sayıların nedensel özelliklerini vb. sormak gibi, bundan farkı olmayan bir saçmalıktır. Bu neliğinin, doğa olarak varlığını imkânsız kıldığı şeyi, doğallaştırma saçmalığıdır” (Husserl, 2007: 36). Öte yandan a priori bir aklın mantıksal yasalarını göreli kılmak ve bilgiyi insan zihninin formlarına bağlı olarak deneyim ve duyumsama ile açıklamak da saçmalıktır; çünkü deneyimsel algı, “bize psişik varlığın, fiziksel varlık için geçerli anlamıyla ne ‘olduğunu’ söyleyemez” (Husserl, 2007: 36).

Husserl’e göre bilgi sorunu, ne bir aşkın nesne sorunu ne de bir psişik yaşam formu sorunudur. O, “bilginin ve bilgi nesnesinin neliğini aydınlatma” amacıyla bilgi eleştirisine kalkışır. Ve “bu bilgi eleştirisi, bilgi ve bilgi nesnesinin fenomenolojisidir ve fenomenolojinin ilk ve temel öğesini oluşturur” (Husserl, 2003: 51). Bir bilim olduğu kadar bilimsel bir yöntem ve düşünme biçimi olan fenomenoloji, felsefenin refleksiyona bağlı düşünmesinin bilimler karşısındaki özel yerini gözler önüne seren radikal bir çıkış yapar.

En sıkı fenomenolojik indirgemenin sınırları içinde görme ve ideleştirme işlemi, sırf onun özelliğidir; bu, yöntem olarak, esasen bilgi eleştirisinin anlamına ve böylece her akıl eleştirisine (yani aynı zamanda değerlendirici ve pratik akla) ait olduğu kadarıyla fenomenolojinin kendine özgü bir felsefi yöntemidir (Husserl, 2003: 83).

Felsefi düşüncesinin esas dayanağı olan bilgi eleştirisine Husserl, fenomenolojik refleksiyon yöntemiyle başlar. Fenomenolojinin bu kendine özgü yöntemiyle, “bütün dünya, yani fiziksel ve ruhsal dünya, sonunda bu nesneleri konu edinen bütün bilimlerle birlikte insanın kendi Beni de sorgulanmalıdır. Onların varlığı, geçerliliği bir yana bırakılmıştır” (Husserl, 2003: 55). Bilgi eleştirisini inşa eden bu yöntem, doğal tezi kökten değiştirecek olan epokhe yöntemidir. Epokhe kavramını Husserl, “akımı kesme” ve “ayraç içine alma” deyimleriyle açıklar (Husserl, 1976: 63). “Doğal tavrın özünde yatan genel savı saf dışı bırakır, ontik alanı kapsayan her şeyi ve herkesi bir vuruşla ayraç içine alırız” (Husserl, 1976: 65). Epokhe’de “ayraç içine alma”, sofistik bir dünya yadsımasıyla ya da septik bir dünya görüşüyle karıştırılmamalıdır.

90

Husserl’e göre, epokhe, fenomenolojik bilgi eleştirisiyle birlikte kesin bilginin temelini gerçekleştirmelidir. Epokhe’de radikal yöntemin anlamı, “hiçbir verilmişliği, yani kendisinin saptadığı verilmişlikleri de geçerli kabul etmemesinde aranmalıdır. Bilgi eleştirisi hiçbirşeyi önceden verilmiş olarak varsayamıyorsa, ilk kez kendisinin kendine sağladığı bir bilgiyle başlaması gerekir” (Husserl, 2003: 56). Bununla birlikte epokhe, bilgi eleştirisine başladığı yerde kalmaz, adım adım ilerleyerek eleştiriyi sürdürmeye devam eder.

Aynı şekilde başlangıç noktasındaki şüphe ve bilinemezcilik de, belli bir tezi varsayarak başlamak gibi, gerçek bir bilgi eleştirisinin yapılmasının önündeki engeldir. Bilgi eleştirisi, şeyin kendisini ve şeyin kendisinin anlamını açığa çıkarmak için başlar. Bununla “saltık olarak verilmiş ve şüphe taşımaksızın kabul etmek zorunda olduğumuz bir varlık olsa gerek; bu varlık, buradan çıkarak kendisinde her sorunun dolaysız yanıtını bulduğu ve bulmak zorunda olduğu bir apaçıklığa sahip olacak tarzda verilmiş olmalıdır” (Husserl, 2003: 56). Apaçıklık bilgi eleştirisinde ilkesel bir koşuldur. “İlkelerin ilkesi” olan dolaysız görme, şeyin kendisini, apaçıklığı görmedir. Eleştirel düşünme hep bir apaçık olandan başka bir apaçık olana doğru ilerlemelidir. İndirgeme yönteminin ve refleksiyona bağlı düşünmenin mantığını da burada aramak gerekir. Husserl’in bilgi teorisinde görmenin önceliği, apaçıklık ve dolaysızlık ilkesinde açıkça ortaya konulur.

Evrensel epokhe yöntemiyle doğal tavrın doğal tezini, dünyaya ve bilgiye dair doğal inancı ayraç içine aldığımızda, bilgi eleştirisi, “saf görme” yönteminin eline bırakılmış demektir. Evrensel epokhe, yani saf görmede apaçık ve kesin olan ilk şey, fenomenal dünyanın transendental öznede içkin olarak verilmiş olduğudur; “cogitatio’nun varlığından, zihinsel yaşantı sırasındaki ve yaşantı üzerine yalın refleksiyondaki yaşantının varlığından şüphe edilemez” (Husserl, 2003: 33). Husserl bu noktada, Descartes’çı evrensel şüphe yönteminin, şüphe eden zihnin kendini, şüphe ediminde hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde apaçık ve kesin olarak görmesiyle, sona erdiğini hatırlatır.

Aynı şekilde her cogitatio’da bu böyledir. Nasıl algılamada, tasarımlamada, yargılamada ya da çıkarımda bulunursam bulunayım, bu edimler ister nesneli ister nesnesiz olsun, ister emin olarak ister emin olmadan yapılsın, algılamayla ilgili olarak benim şunu ya da bunu algıladığım; yargıya ilişkin olarak, şu ya da bu yargıda bulunduğum mutlak ve kesindir (Husserl, 2003: 56 vd.).

Husserl’e göre ego cogito ifadesi daima belirsiz, genel olasılık içeren bir cogitationes (bilinç yaşamlarının) ufkuna bağlıdır. Kendisi olarak bilinmeyen, fakat hep zorunlu olarak cogito’nun bilgisinde kastedilen bu ufuk, hem kendi karanlık geçmişini

91

hem de ben bilincinin kendine has özelliklerini ve transendental edinimlerini içinde barındırır (Husserl, 1950: 62). “Cogitatio’nun görülerek dolaysız kavranması ve cogitatio’ya sahip olma da bir bilmedir; cogitationes ilk mutlak verilmişliklerdir” (Husserl, 2003: 33). Bilgi daima, kendinde verili olanın apaçık görüsüyle başlar.

Evrensel epoche’de bilinç ve bilinç yaşantısı birinci dereceden bir saltık verilmişliktir. Fakat bilinç yaşantılarında kastedilen aşkın dünya, bilinçten ayrı düşünülemeyen bir verilmişlik olarak ikinci dereceden saltık verilmişliktir.

Belirsiz bir biçimde bilgiden, algıdan, tasarımdan, deneyden, yargıdan, çıkarımdan ve benzerlerinden söz edebilirim; çünkü ancak refleksiyonda bulunduğumda, belirsiz “bilgi, deney, yargı vb. hakkında konuşma ve kastetme”ye ilişkin fenomen [bana] verilmiştir, hem de saltık olarak. Bu belirsiz fenomenin kendisi bile geniş anlamda bilgi başlığı altına girenlerden biridir (Husserl, 2003: 57).

Çünkü saf bir görme ve kavramanın nesnesi yapılan her verilmişlik, görmede içkin bir yaşantı olarak saltık verilmişliktir. Evrensel epokhe yöntemiyle aşkın dünya, bilince içkin saltık verilmişlik olarak keşfedildiğinden, fenomenoloji, diğer aşkın bilimlerin sorduğu, şüphe götürmez cogito bilgisinin nasıl kendi dışına çıkabilip, bilincin dışındaki aşkın varlığa ulaşabildiği sorusunu sormaz. Bu sorunun doğurduğu “güçlük, cogitatio’nun gören bilgisinde yoktur” (Husserl, 2003: 33).

Fenomenolojinin saf görmeye bağlı refleksiyonu bilgiyi, her zaman saltık verilmişlik temelinde konu edinir. Saltık verilmişlikteki varlığın “ne tür bir varlık olduğu ve bu varlık biçiminin diğer varlık biçimleriyle ilişkisi üzerine düşünebilirim; hatta burada verilmişliğin ne ifade ettiğini de düşünebilirim; refleksiyonu sürdürerek, içinde bu verilmişliğin, yani bu varlık biçiminin kurulduğu görmeyi de görebilirim” (Husserl, 2003: 58). Saf görme hem bilginin içeriğine hem de yapısına dair bir görmedir. Saf görmede açığa çıkan, kendi kendisiyle özdeş ben, benin bilinç yaşantısı, akıp giden bilinç yaşantılarının refleksiyonları “hep saltık temel üzerinde” bilinirler (Husserl, 2003: 58). Saf görmedeki “gören refleksif algı”, doğal bakışın düz algısından saltık verilmişlik bakımından farklıdır (Husserl, 2003: 57). Saltık olarak verilmiş fenomenlerin araştırılmasında algının öne çıkarılması gerekir, fakat burada hayal gücünü de unutmamak gerekir. Algı, fiili olarak gerçekleşen bir şeyin algısı olabilir. Bununla birlikte:

92

[…] bir algıyı düşlemimde ya da belleğimde yeniden canlandırabilir ve onu düşlemimdeki verilmişlikte görebilirim. Böylece artık boş bir konuşma veya boş bir kastetmeyle, algı tasarımıyla değil de, adeta bir fiili verilmişlik veya düşlem verilmişliği olarak gözlerimin önünde duran algıyla karşı karşıyayımdır (Husserl, 2003: 57).

Husserl’in fenomenolojisi, bilgi eleştirisini deneyimsel görmede değil, saf görmede, deneyimsel algıyla değil, iç algıyla, yani gören refleksif algıyla temellendirdiği için, öz kavramını açığa çıkaran saltık verilmişlikler alanı da “amaçlanan bilgi kuramının kurulabilmesi için” gerekli esas alan olarak belirlenir (Husserl, 2003: 58).

“Bilgi kuramı asla ve asla –hangi türden olursa olsun- doğal bilim üzerine kurulamaz” (Husserl, 2003: 63). Bu tezine Husserl, içkin olma ve aşkın olma kavramlarını irdeleyerek arka çıkar. Fenomenoloji, cogitatio’nun gören bilgisinden, yani bilinçte içkin olarak görülenen öz bilgisinden, doğa bilimleri ise aşkın olarak nesneleştirilmiş bilgiden yola çıkar. Husserl’e göre, bilgi eleştirisinin hesaplaşması gereken şey, doğal bilimin ele aldığı aşkın nesnedir. Aşkın bilgi nesnesi, dolaysız ve apaçık görülen bir bilinç yaşantısı olarak ele alınmadığı sürece bilginin konusu olamaz. Fenomenolojk olarak aşkın nesne sorunu, ikinci dereceden verilmişlik olarak evrensel epokhe yönteminde ele alınacak bir sorundur; “her aşkınlık, ayraç içine alınmalı ya da dikkate alınmamalı, bilgi kuramı açısından sıfır sayılmalıdır” (Husserl, 2003: 66).

Bununla birlikte, içkin olanı bilincin içinde, aşkın olanı bilinç yaşantısının dışında bir yere koymak, fenomenolojik bilgi eleştirisi açısından eksik bir tanımlama olurdu. Husserl’e göre aşkınlık iki anlamlı olarak ele alınır. İlk olarak, asıl anlamda verilmiş olan, gerçek olarak var olan bir varlık alanından, bir bilgi nesnesi olarak ele alınmaksızın bahsedilir. Bu aşkın dünya, bilgi edimine konu edildiğinde, bilincin reel bir parçası olarak değil, algılamak, kastetmek, inanmak, tasarlamak, unutmak vb. gibi bilinç yaşantılarında içkin olan bir varlık olarak anlam kazanır. Aşkın dünyanın bilgi nesnesi olarak ele alınması bu bağlamda sadece, “bilgi yaşantısında reel olarak içkin” olmasıyla tartışma konusu edilebilir (Husserl, 2003: 62). Fenomenolojik bilgi, güncel dünyanın gerçek varoluşuyla değil, reel içkinliğiyle ilgilenir.

Bunun dışında aşkınlığın ikinci bir anlamı daha vardır. Husserl bu aşkınlığın, bilgi yaşantısındaki içkinliğini, “saltık ve açık verilmişlik, saltık anlamda kendiliğinden verilmişlik” olarak belirler. Burada Husserl, güncel gerçekliğin tam karşıtı olarak, bilinç varlığının mutlak verilmişliğini kasteder.

93

Her türlü anlamlı kuşkuyu dışlayan, yönelinen nesnenin kendisinin, olduğu gibi, dolaysız biçimde kavranılması ve görülmesi olan bu verilmişlik, tam apaçıklık kavramını, hem de dolaysız apaçıklık olarak anlaşılan bir apaçıklık kavramını oluşturur (Husserl, 2003: 62).

Karşıt kavramı içkinlik üzerinden anlatılmaya çalışılan ikinci aşkınlıkta, “apaçık olmayan, nesneye yönelen veya onu varsayan ama kendisini göremeyen her türlü bilgi” kastedilir (Husserl, 2003: 62). Birinci anlamda aşkınlık alanında, bilinç yaşantısındaki dünya sorusu konu edilirken, ikinci anlamda aşkınlıkta, saf bilinç ve real dünya sorusu konu edilir. Algı ve varoluş seviyesinde birbirine karışmış her iki aşkınlık anlamı da, doğal bilgi anlayışıyla konu edilememiş bir alanı açar. Bu yeni alanda Husserl, bilgi eleştirisinin kalkış noktasını bulur.

Husserl’in transendental felsefesinin temel kavramları, aşkınlık ve içkinlik arasındaki karşıtlık bilmecesi, fenomenolojik bakışın indirgemeci, refleksiyon yönteminde açığa çıkan dolaysız görmede, şeyin kendisini görmede çözüm bulur. Görünen ve görünmeyen olarak iki ayrı varlık ya da gerçeklik yoktur, sadece bilginin dolaysız ve dolaylı görmede açığa çıkış şekli vardır. Doğal bakışın dolaylı, düz bakışında kendini apaçık göstermeyen, açığa çıkmayan bir içkin varlık alanı vardır. Bu varlık alanı, ön-anlayışa dayalı doğal düşünme yapısıyla ele alınamaz. Bununla birlikte doğal bakışın bilgi nesnesi aşkın dünya, mutlak bir gerçekliktir. Doğal bakış, bu mutlak dünyanın, göreli ve değişebilen bir bakış açısının bilgi nesnesi olduğunu gözden kaçırır; böylece fenomenolojik ve transendental bilgi eleştirisinin hedefi olur. Transendental felsefe mutlaklığı aşkın olana değil, içkin olana yükler. Doğal bakışın aşkın nesnesine göre yargıda bulunmayı Husserl, “metabasis eis allo genosa düşme” olarak belirler (Husserl, 2003: 66). Husserl’e göre, bilgi eleştirisine konu olan temel yanılgılar, aşkın bilgi nesnesinin aşkınlığını görememe ve böylece kesin ve apaçık bilgi alanlarının birbirine karıştırılması nedeniyle ortaya çıkarlar.

Husserl’in görmeye dayalı bilgi teorisinde refleksiyon bir yöntem olarak öne çıkar. Refleksiyon hem doğal bakışın hem de transendental bakışın bilgi edinme aracıdır. Doğal refleksiyonda dünyayı önceleyen bir deneyim söz konusudur. Transendental refleksiyonun devreye girmesiyle bu naif dünya ilişkisinde kopukluk meydana gelir ve yeni deneyim alanlarına yer açılır. Transendental refleksiyonda ben kendini, “ilgisiz seyirci” olarak, naif dünya deneyiminin üzerine yerleştirir (Husserl, 1950: 73). İlgisiz seyirci olarak deneyimlenen bilinç yaşantısı, psikolojik bir fenomen değil, saf bir fenomendir; çünkü aşkın olanla ilgili her psişik fenomen, epokhe yöntemiyle ayraç içine alınır. Epokhe’de aşkın dünya, “benim dünyam” olarak algılanır.

94

Husserl buna “tamalgı fenomeni” adını verir. Tamalgı fenomeni, “algıyı benim algım olarak kavrayan” fenomendir (Husserl, 2003: 69). “Görmeyle bu biçimde kavranan ve sınırlanan algı, saltık, her türlü aşkınlıktan sıyrılmış bir algı”, saf fenomen olarak saf bilgi alanının araştırma konusu olur (Husserl, 2003: 69). Fenomenoloji, saf fenomenleri görerek, fenomenlerin içkin özünü, bağlantılı oldukları yasaları tanıyarak saf bilinç alanına geçer. Saf bilinç, aşkınlık sorusuna ilgisizce kendini seyreden bir refleksiyonun başarısıdır.

Fenomenolojik epoche’de doğrudan görmeyle açığa çıkan, özün ve saf içkin olanın bilgisidir. Özü görüleme yöntemi fenomenolojinin temel bilgi yöntemidir. Fenomenolojik bilgi temellendirmesi bu nedenle, sadece, aşkın dünyanın reel içkin bilinç yaşantıları olarak ele alınmasıyla yetinmez. Ayrıca içkin bilinç yaşantılarının yönelimsel yasallığının da tasvir edilmesi gerekir. Özünde bir yönelimi taşıyan bilinç