• Sonuç bulunamadı

2. KÜLTÜR

3.1. HAYATI

Fehîm-i Kadîm, 17. yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir şairdir. Doğumu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kaynaklar Fehîm’in Arap veya Mısırlı bir fellahın oğlu olduğunu;12 babasının Tahtakale yahut Parmakkapı’da unculuk veya kurabiyecilik yaptığını söylerler. Hatta bu yüzden Fehîm’in “Uncuzâde” diye anıldığı söylenir. Üzgör, incelemesinde şairin doğum tarihi için eldeki verileri değerlendirmek suretiyle şimdilik 1037/ 1627 yılının gösterilebileceğini ifade eder. Banarlı’da aynı doğum yılını vermektedir (Üzgör, 1991: 3-4, Banarlı, C.II, 2001: 668; vs ). Doğum zamanı hakkında net bir bilgimiz olmamasına rağmen şairin İstanbul doğumlu olduğu bilinmektedir (İsen, 1997: 240). Nitekim şair eserinde de bunu ifade eder:

Fikr it ne denlüdür bana âzâr-ı baht-ı şûm Kim bûm gibi mevlidümi itdi taht-ı Rûm

Tkb 1/1/8

Şairin asıl adı Mustafa’dır. İlk yazmış olduğu şiirlerinde Dakîkî mahlasını kullanmış, sonraları bu mahlası Fehîm olarak değiştirmiştir (Felek, 2007:2 ). Eğitim düzeyi hakkında bugün itibariyle sağlam bilgiye sahip değiliz. Şairin medrese eğitimi almadığı anlaşılmaktadır. Ancak ailesinin Arap asıllı olmasından dolayı Arapça’yı Kur’an’dan ayetler iktibas edecek kadar iyi öğrenmiştir. Farsça’yı da daha on yaşlarında Örfî Dîvânı’nı istinsah etmek suretiyle öğrenerek bu dille şiirler de söylemiştir (Üzgör, 1991: 4). Şairin genç yaşta mürettep bir dîvân meydana getirmesi, Mısır’a gitmek için Eyyüb Paşa’nın gözüne girmesi, yine IV. Murad’ın Revân (1045/ 1635) ve Bağdat (1048/1638/9)’ı fethi için yazdığı kıt’alar ve diğer şiirlerini yazacak yetkinliğe ulaşmış olması Üzgör’ün tabiri ile “hârika çocuk” denecek derecede zeki olmasına bağlanabilir (Üzgör, 1991: 4). Sebk-i Hindi’nin edebiyatımızdaki ilk ve önemli temsilcilerinden olan şairin (Çavuşoğlu, 2006:92) ne kadar zeki olursa olsun bu kadar başarıları elde edebilmesi için sağlam, sistemli ve düzenli bir eğitimden geçmiş olması gerekir. Ancak şairin eğitim durumu tezkirelerde ifade edilmez. Bunun nedenleri arasında şairin genç yaşta vefat

etmiş olması ile tezkirecinin; şairin eğitimini, ailesini onun edebî kişiliğini etkileyen unsurlar olarak görmesi; öncelikle şairin yaratılışı üzerinde durması, daha sonra bilgi ve kültür unsurlarının dikkate alması gibi özellikler söylenebilir (Felek, 2007:2-3).

Şair genç yaşta Dîvân tertip etmiştir. Bu yüzden şöhret bulmuş ve şiirleri ile tanınmış olduğu düşünülebilir. Aksi hâlde unculuk yapan bir babanın maddî durumu ile şairin Kudüs, Haremeyn, Edirne seyahatlerinde bulunmuş olması oldukça zordur (Üzgör, 1991: 3-4). Şair bu seyahatlerinden başka en önemli ve uzun soluklu seyahatını Eyyüb Paşa’nın gözüne girmekle Mısır’a yapar.

Azîz-i Mısr kıldı pâdişâh-ı berrü ve’l-bahreyn Görüp şâyeste-i izz ü sezâ-yı rütbe-i ulyâ

Kı 15/10

Bundan sonra Fehîm yaklaşık olarak 3 yıl kalacağı Mısır’a gitmiştir. Gidiş tarihini yazmış olduğu kıt’ada şöyle ifade eder.

Hisâb-ı sâl-ı târîh-i Fehîm itdi bu mısra hasr Bin elli dörde üç târîh oldı azm-i bâdü’l-Mısr

Kı 16/1

Şair’in Mısır’daki ilk izlenimleri oldukça güzeldir. Mısır’i Nimetler Cenneti olarak görür. Burası her zaman açık olan sevinç gül bahçesidir. İçinde gonca dudaklı huri gibi kızlar hep öpücük toplamaktadır.

Hûrî-veşân-ı gonca-leb gül-çîn-i bûs olmakda hep Meftûh gülzâr-ı tarab Mısr oldı cennât-ı na‘îm

K 6/7

Ancak bir süre sonra, yaşadığı bazı sorunlar ve düşmanlarının çekememesi yüzünden Eyyüb Paşa’nın gözünden düşmüştür (Üzgör, 1991:6). Bu düşüşte hem şairin mizacı hem Mısır’a ısınamamış olmasının verdiği ruh hâlinin çevrede bıraktığı etki hem de içkiye alışması ve içki müptelası olmasının tesiri olsa gerektir (İsen, 1997: 241). Zaten Mısır ile ilgili görüşleri değişmiştir. Mısır’ı Hz. Yûsuf’a malik olsa da kendisi için zindan olarak görür ve Rum dilberlerinin güzelliklerini özler.

Mâlik-i Yûsuf da olsan Mısr zindândur Fehîm Gönlümüz müştâk-ı hüsn-i dilberân-ı Rûm olur

G 82/5

İlk zamanlar Mısır’daki güzelleri öven şair artık onları beğenmeyerek “Dilberin Mısır içinde bulunmadığını görse, aşk ehli, Hz. Yûsuf zamanındaki kıtlık hadisesinin ne olduğunu anlar.” nüktesini söyler.

Dilberün Mısr içre nâ-yâb oldugın seyr eylese Ehl-i aşka kaht-ı Yûsuf vak‘ası ma‘lûm olur

G 82/4

Onun Mısır’daki hoşnutsuzluğunu ve vatan hasretini en güzel ifade eden şiirinde hasret ve vatan sevgi hat safhadadır. Gurbetüz redifli gazelde büyük pişmanlık göze çarpar. Şair gurbetin vadilerinde evsiz insanlar gibi dolaşmaktadır. Hz. Yûsuf’un Mısır’a bir esir olarak getirilmesi ve sonra meydana gelen olaylar neticesinde zindana atılmasından hareketle kendisinin de bu zindanda esir hayatı yaşadığını belirtir. Bir viranelik gibi olan ülkede ne şarap meclisi ne tüysüz bir yanak ne de bahçe gezmesi onu tatmin etmez. Kendisini Mısır’a bağlayacak bir güzel de bulamamıştır. Gönlünü hoş eden ne varsa tüketmiştir. Artık hoşlanacağı bir şey de kalmadığı için gurbet mahmurluğunu giderecek yeni işler öğrenmektedir. Ayrıca maddî açıdan da tükenmiş, yeni kazanç kapıları aramaktadır.

Geh seyl-ı pür-habâb gibi azm-i râh idüp Vâdi-neverd-i hâne-be-dûşân-ı gurbetüz G 132/2 Yûsuf-veş itdü bahtı Mısr’da esîr

Hayran-nişîn-i gûşe-i zindân-ı gurbetüz Hasm-ı garîb böyle diyâr-ı garîb yok Vîrâne-zâr-ı Mısr’da hayrân-ı gurbetüz Ne bezm-i bâde ne ruh-ı sâde ne geşt-i bâğ Sergeşte-gân-ı bî-ser ü sâmân-ı gurbetüz Bir dilrübâ da yok ki ide beste-pâ bizi Zülf-i bürîde gibi perîşân-ı gurbetüz Sermâye-i safâ-yı dili eyledük telef

Tahsîl-i sâz-mâye-i hirmân-ı gurbetüz G 132/4-8

Mısır’ın vergilerini İstanbul’a götürecek olan Mısır Kalesi Dizdârı Mehemmed Ağa’ya sunduğu bir kasîdede Mısır’dan ayrılmak isteğini dile getirir. Yanına bir miktar para da verilen şair, Mısır hazinesini İstanbul’a taşıyan kafileyle beraber yola çıkar (Üzgör, 1991: 8). Ancak Konya’nın Ilgın ilçesinde yirmili yaşlarındayken yakalandığı sıtma veya veba hastalığından kurtulamayarak vefat eder. Evliya Çelebi’nin ifadesiyle şehrin içindeki caminin mihrabı önüne defnedilir. Ölüm tarihi ise 1057/ 1647’dir (Üzgör, 1991: 8-9).

Benzer Belgeler