• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2. YÛNUS EMRE

2.1. Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri

Yûnus Emre’nin hayatı ve şahsiyeti hakkında tarhî bilgimiz yok denecek kadar

azdır.1307-1308 yıllarında hayatta olduğu muhakkaktır. Seksen yaşını aşmış olarak

1320 yılında öldüğü, buna göre doğum tarihinin de 1240 olması gerektiği kabul

edilmektedir. Yûnus Emre’nin şiirlerinde Osman Gazi ve Orhan Gazi devri

mutasavvıflarından Geyikli Baba ve Balım Sultan’ın da adları geçmiştir.

Yûnus Emre’nin nereli olduğu, nerede, nasıl ve ne seviyede bir öğrenim gördüğü,

okur-yazar mı olduğu da tartışılan konular arasındadır(Gökdemir, 1996).

Eskiden beri Yûnus Emre’nin okuma-yazma bilmediği ileri sürülmüş ve halk arasında

buna inanılmıştır. Kendisinin de hem ilimsiz olduğu hem de okuma yazma bilmediği

şeklinde anlaşılabilecek beyitleri vardır. Bunun aksine okuma-yazma bildiğine, medrese

okuduğuna, delil sayılabilecek ifadeleri de mevcuttur. Kendisinin ilimsiz olduğunu,

okuma-yazma bilmediğini ifade eden beyitlerine gelince, bunlar tevazu ifadeleridir.

Yûnus Emre’nin özel hayatı, ne işle meşgul bulunduğu, nerelerde dolaştığı da kesin

değildir. Çiftçilik, hayvancılık yapması muhtemeldir.

Yûnus Emre’nin pek uzun bir süre toprakla haşır neşir olduktan sonra, bilhassa dili

çözülüp kemâl mertebesine gelince, gezginci derviş olarak Anadolu, Suriye,

Azerbaycan ve Kafkas içerilerine irşat seyahatleri yaptığı anlaşılmaktadır. Bir şiirinde

bunu açıkça söyler:

“Gezdüm Urum ile Şam’ı

Yukarı illeri kamu”

Birçok manzumesinde de bu seyahatlerin izleri görülür(Kabaklı,1994:312).

Yûnus Emre, yedi asırdan beri, bilhassa Anadolu ve Balkanlar Türkiyesi’nde hemen

bütün “halk”ın sevgilisi olmuştur. Halkın mukaddes bildiği bu büyük şairin hakikî

hayatı hakkındaki bilgimiz ise ona yakışır genişlikte değildir(Banarlı,1997:327).

20

kendisinin değilse bile mensup olduğu aile veya topluluğun, Anadolu’ya Horosan’dan

geldiğini bildiriyorlar. Bu sırada Mevlânâ gibi, Hacı Bektaş Velî gibi büyük sôfîlerin ve

sôfî ailelerinin Anadolu’ya, Horosan’dan geldikleri düşünülürse Horosan’da

Anadolu’dan önce gelişmiş büyük tasavvuf hayatı yanında, Oğuz Türkçesi ile bir

tasavvufî halk edebiyatının da başlamış bulunması mümkündür (Banarlı,1997:328).

Đslam tasavvufunun inceliklerini sadelikle, derinlikle ve hiçbir dar kalıp içerisine

düşmeden dile getiren Yûnus Emre, büyük bir mutasavvuf halk şairidir. Đnsana çok

değer veren bütün insanlara bir göz ile bakan büyük bir Müslüman-Türk “insancısı”

olan Yûnus Emre, hayat ve ölümü “kâinatı”, “mutlak varlık” esasına göre izâh etmiş;

Allah, ilahî aşk, varlık-yokluk, hayat-ölüm meseleleri üzerinde durmuş;dünyanın

faniliği, ilimle gerçeğe erişilemeyeceği gibi hususları dile getirmiştir. Đslamî tasavvuf

görüşünü çok sade, fakat çok derin olarak en güzel şekilde anlatan Yûnus Emre, Türk

edebiyatının en büyük şairlerindendir (Timurtaş,1980:2).

Yûnus Emre XIII. yy.da Anadolu’da yeni bir edbiyat dilinin doğuşunda en mühim rolü

oynayanlardan biridir.eski Anadolu Türkçesi denilen bu devrenin en büyük

temsilcilerinden olan şairimiz, dilimizi son derece güzel kullanıp işleyen, geliştiren

büyük bir sanatkârdır. Dili eşsiz bir kudret ve hünerle kullanan Yûnus’un şiirlrinde

Türkçe en güzel şeklini almıştır. Dilimizin milli sesinî, millî çehresini ve dehasını o

devirde en iyi aksettiren sanatkar Yûnus Emre’dir. Onun dili en güzel en halis

Türkçe’dir. Yûnus halkın dilini en canlı, en ışıklı ve en sıcak şekilde kullanmıştır.

Türkçe’nin bir edebiyat ve kültür dili olmasında Yûnus’un hizmeti son derece büyüktür.

Bu dil, islamî Türk medeniyetinin o devirde taşıdığı, bütün zenginliği içine alan ve

aksettiren millî bir dildir. Türk halkının bütün duygu, heyecan ve düşüncelerini bütün iç

zenginliğini en iyi şekilde verebildiği için de son derece samimi ve bizdendir. Yûnus,

sade bir dil kullandığından halk onu yüzyıllar boyunca severek okumuştur, bu gün de

severek okumaktadır. Türk milleti Yûnus’ta kendi öz dilini ve kendi iç dünyasını

bulmaktadır ( Timurtaş,1980).

Muhteva yönünden Yûnus’un şiirleri, âhenk, anlam, mecaz, duygu ve düşünce

zenginliği yüklüdür. Ahenk bakımından hiçbir özentisi olmadığı halde düşünce ve

duyuşlarını, olabilecek en güzel ve en kısa deyişlerle söylemek sırrına ermiştir. Bir kitap

doldurulacak derinlik ve genişliği olan fikirleri, basit bir çocuk tekerlemesi gibi

21

kolaylıkla söylemek, ancak Yûnus’a vergidir:

Mal sahibi, mülk sahibi

Hani bunun ilk sahibi

Mal da yalan, mülk de yalan

Var, biraz da sen oyalan (Kabaklı,1994:326).

Yûnus Emre ile Mevlânâ arasında geçtiği söylenen bir konuşma, Yûnus’un bu kısa,

veciz ve kesin söyleme üslûbunu çok güzel açıklar. Gûya, Mevlânâ Mesnevîsini

Yûnus’a okutmuş ve nasıl bulduğunu sormuş. Yûnus da : “Fevkalâde ama, çok

yazmışsınız; demiş. Ben olsaydım :

Ete kemiğe büründüm

Yûnus diye göründüm!

derdim olup biterdi.”

Yûnus Emre, şiirlerinde duran, oturan, tasarlayan değil de, kendi dervişlik felsefesine

uygun biçimde daima teferrüç eden, gezen, konuşan, seyreden, çalışan, hareketli bir

insan olarak görünmektedir. Bu dolaşmaların bir kısmı şüphesiz manevî olmakla birlikte

sürekli bir hareketlilik, Yûnus’u başka şairlerden ayırmaktadır (Kabaklı, 1994: 327).

Yûnus Emre, yepyeni bir mecaz örgüsü kurmuştur. Bu yolda getirdiği büyük yanilik; iç

duygularını ve felsefî görüşlerini müşahhas(somut) eşya ve tabiata ait unsurlarla canlı

bir hâle koymaktadır. Bu teşbih, istiare ve tasvir unsurlarını bilhassa köylümüzün çok

iyi tanıdığı, kolaylıkla göz önüne getireceği bahçe, ev araçlarından, onlara ait isim ve

sıfatlardan seçmiştir. Ağaç, Tarla, ekin, dükkan, yağ, bal, silah, çiçek, meşe, çadır, arı

v.b. gibi (Kabaklı, 1994: 327).

Dinî Tasavufî Türk Edebiyatı’nın ilk ve önemli temsilcilerinden olan Yûnus Emre,

tasavufî ve insanî fikirleri ile evrensel bir şöhrete ulaşmıştır. Yûnus Emre sade fakat

derin ifade gücüyle kaleme aldığı şiirlerinde Türkçe’yi edebîleştirmiş, millî edebî

formlarla, kendisine has bir varlık, bilgi, aşk ve ahlak felsefesi ortaya koymuştur(Tatçı,

2005:V).

22

Nihad Sâmi BANARLI da Yûnus’un dilini şu cümlelerle ifade etmektedir:

Böylelikle Anadolu’da XIII. asırda başlayan ve birdaha yerini hiçbir yabancı dile

bırakmayan Türkçe’nin bu kat’i zaferinde Yûnus Emre’nin aziz hizmeti vardır. Ancak

Yûnus Emre Türkçesi bazılarını yanlış söyledikleri bir öz Türkçe değildir. Bu dil ortak

Đslam medeniyeti içinde öteden beri gelişmeye başlamış bu ortak medeniyet dillerinden

Türkçeleştirilmiş zengin bir Đslamî Türk Dili’dir (Gökdemir, 1996:25).

Yûnus’un dili, halk diline girdiği kadarıyla Arapça ve Farsça unsurlar da taşır. Bu

durum öyle bir medeniyetin içersinde bulunmanın tabiî bir sonucudur. Fakat Yûnus’ta

yabancı asıllı kelimelerin sayısı fazla ve ölçüsüz değildir. Halk dilindeki kadar ve halkın

kullandığı derecedir. Bu sebeple halk Yûnus Emre’yi yüz yıllar boyunca severek

okumaktadır. Türk Milleti Yûnus’ta kendi öz dilini ve kendi iç dünyasını bulmaktadır.

(Gökdemir, 1996:24).

Yûnus’un duygu ve düşünce aleminin maddi ve manevi dünyasının özünde şeksiz,

şüphesiz, çok sade ve açık olarak Đslam imânı vardır.

O “gözü yaşlı, bağrı başlı” Müslüman bir Türk dervişidir. Bir aşk adamıdır. Bu dünyaya

kavga için değil, sevgi için geldiğine inanır.

Yûnus’a hümanist derler Allah’ın en mükemmel varlığı saydığı için insanı seven ve

yücelten bu dünyada insanı en aziz varlık bilen, onu Allah yolunda görmek isteyen

insanın acz ve kusurunu hoş gören insanlarla münasebetlerinde ivazsız, garazsız,

menfaatsiz, öfkesiz ve ihtirassız olan kendisini gönüller yapmak görevli sayan, ruhları

Hak’tan inen şerbetle ferahlatan anlamında ise, bu niteleme doğrudur (Gökdemir,

1996).

Yûnus’un mânâ ve ruh derinliğini, mısra gücünü ilk önce benimseyen, aydın zümre şairi

Rıza Tevfik oldu. Millî edebiyat döneminde Yûnus üstüne birçok arayışlar yapıldı. Ünlü

edebiyat tarihçimiz Fuad Köprülü 1911’de Türk Yurdu’na yazdığı Yûnus Emre ve

Yûnus Emre Âsarı makaleleri ile daha sonra Türk Edebiyatında Đlk Mutasavvıflar kitabı

ile onu ilim dünyasına ilk tanıtan bilgin olma şerefini kazandı. Ancak, Yûnus Emre’nin

sanat alemimizde tartışmasız surette beğenilişi ve “ Türk şairlerinin en büyüğü” tahtına

oturtuluşu Cumhuriyet devrine, yani bizim çağımıza rastlamaktadır (Kabaklı, 1994:

322).

23

Yûnus’un şiirde başlıca temaları: ölüm, fânilik, gurbet, dervişlik ve bilhassa ilâhî aşk

ile bu aşkın verdiği tükenmez neşedir. Bunlardan başka tabiat teminin de Yûnus’ta

büyük yer tuttuğu görülür. Yalnız, tabiatı, felsefî görüşlerini açıklamaya bir vasıta

olarak kullanır. Ona göre:” Ömür esen bir yeldir; aşık olmayanlar kuru ağaca benzer;

duygusuzların hâli ise kaya yankısı gibidir…” onun yeşil dünyası sembollerle ve

ibretlerle doludur (Kabaklı, 1994: 329).

Yûnus Emre’nin şeyhi olduğu söylenen Tapduk, hakikatte Cenab-ı Haktır”. çünkü:

”Tapduğu’na secde kıl sen. -Sana vuslat gerek ise”

Şeklindeki sözleri, Yûnus gibi Kur’an ve sünnete sıkı sıkıya bağlı bir şair ve özlü bir

(Tapduk, Allah değilse) Müslüman söylemiş olamaz (Kabaklı, 1994: 329).

Yûnus Emre’nin asıl güzel ve büyük eseri, onu ölümsüzleştiren şiirlerinin, ilâhîlerinin,

nutuk ve nefes’lerinin toplandığı Dîvan’dır. Bu Dîvan’daki şiirlerin bir kısmı aruzla ve

aruzun çeşitli vezinleriyle terennüm edilmiştir. Ancak Yûnus ilâhîlerinin daha çoğu ve

daha güzelleri hece ile söylenenlerdir. Bu manzumelerde şekil, umumiyetle, Türk

dörtlükleri’yle tertiplenen millî nazım şeklidir. Birçok ilâhîlerde dörtlüklerin son

mısralarının bir nakarat mısraı halinde aynen tekrarlanışı da, bu şiirlerin bestelenerek

terenmnüm edilmesi an’anesine uygundur. Dîvan’da gazel şekliyle söylenmiş şiirler ve

mesnevî biçiminde manzûmeler de vardır (Banarlı, 1997:334).

Yûnus Emre Dîvânı’nın muhtelif kütüphanelerde ve husûsî ellerde çok sayıda yazma

nüshalarına rastlanır. Bunlardan en eskilerinin ya da en doğrularının

a- Kitapçı Raif Yelkenci’de bulunan nüsha;

b- Fatih Kütüphanesi’nde 3889 sayıda kayıtlı nüsha;

c- Karaman nüshası;

d- Prof. Dr.Ritter’de bulunan yazma mecmûa ve benzerleri olduğu hakkındaki

hükümlere bakarak Yûnus Dîvânı’nın en eski, en doğru veya doğruya en yakın

nüshasının bulunduğunu söylemek hâlâ mümkün değildir. Yûnus Dîvânı çok sevilmiş,

çok okunmuş ve bunun tabiî neticesi olarak çok sayıda nüshaları yazılmıştır. Bunlar

içinde ilk ve asıl nüshanın ya da en eski ve doğru nüshaların hâlâ husûsî ellerde

bulunması çok muhtemeldir. Bu Dîvânın XIV. Ve XV. Asırlarda yazılmış bütün eski

24

nüshalarının bir araya toplanması ve bunlardan tenkitli bir metin çıkarılması işi de ayni

sebeplerle henüz yapılmamıştır (Banarlı, 1997:334).

Risâletü’n-Nushiyye; Yûnus Emre’nin mesnevî tarzında kaleme aldığı, tasavvufî,

öğretici ve eğitici bir eserdir. Yûnus bu eserinde, Anadolu Türklüğünün o devirdeki

yaşama şeklinden aldığı olay ve motifleri soyut manâlar vererek, sade fakat derin,

kısmen de, alegorik bir üslûpla, tasavvufî ahlâkı seyr ü sülûk denilen manevî yolculuğu,

insanın nefsi ile mücadelesini, kendini bilme ve bulma gayretlerini, arayışlarını ve

Allah’a kavuşma isteğini anlatmaktadır(Tatcı, 2005).

Türk Dili ile yazılan ilk öğüt kitaplarından bu manzume sadece tasavvuf edebiyatı

açısından değil, Türk Dili ve kültür tarihi açısından da çok önemlidir.

Risâletü’n-Nushiyye, bu güne kadar Yûnus’un diğer îlahîleri ile birlikte birkaç defa yayınlanmıştır.

Bu yayınların içinde özellikle Abdülbaki GÖLPINARLI’nın iki ayrı çalışması rağbet

görmüş ve konu ile ilgili araştırmalarda kaynak olarak kullanılmıştır. Bunlardan ilki bir

tenkitli metin denemesidir. Gölpınarlı’nın bu ilk neşrinde mesnevî, 573 beyittir. Fakat

bu eserde bütün nüsha farkları gösterilmediği gibi, bir hayli okuma ve tercih hataları da

vardır. Gölpınarlı, daha sonra bu neşrinden vazgeçmiş ve eserin şimdilik en iyi yazması

kabul edilen Fatih nüshasını, metin tenkitine başvurmadan neşretmiştir. Bu çalışmada

Risâle 563 beyittir. Nüshalar arasında farklar dikkate alınmadığı için yukarıda söz

konusu ettiğimiz eksiklikler bu eser içinde geçerlidir (Tatcı, 2005).

Bu büyük şairin Anadolu’da dokuz on yerde mezarı vardır. Bir tek vücudun birden fazla

yerde gömülü olması hali, şark dünyasının daha bazı din ve tasavvuf büyükleri içinde

düşünülmüştür. Bunların bazıları makamdır. Yani içinde büyük veya mukaddes sayılan

vücud gömülü olmadığı halde kutsiyeti dolayısı ile onun adına yapılmış türbe veya

mezardır, ki böyle makamlar zamanla içinde o insan gömülü imiş zannını ve inancını

uyandırmıştır (Banarlı, 1997:329).

Her şehir her kaza hatta her köy halkı Yûnus’un kendi topraklarında gömülü olmasını

istemiş, onu kendinden saymış, ona kendi bağrında bir mezar hazırlamış ya da herhangi

meçhul bir mezarın onun mezarı olabileceği vehmine kapılmıştır. Yûnus’un bu çeşitten

bir mezarı Karaman’dadır. Bir diğeri Bursa’daki Sa’dî Tekkesi’ndedir. Üçüncü bir

mezar Kula ile Salihli arasında ve şimdi kulaya bağlı Emre yahut Emre Sultan

Köyündeki türbenin kapısındadır. (Banarlı, 1997:329).

25

Bunlardan başka Isparta’da, Konya Aksarayı’nda, Afyonun Sandıklı Kazası’nda,

Ünye’de, Sivas’ta, Erzurum’da, Yûnus için yapılmış mezarlar, makamlar vardır. Fakat

bütün bunların “Yûnus bendedir” diyeni; Yukarıda kısaca belirttiğimiz sebeplerle; bu

günkü Yûnus Emre Köyü’nde yükselen ve üzerinde “ sevelim, sevilelim” yazılı yeni

türbedir.

26

BÖLÜM 3. YÛNUS EMRE DĐVANI’NDA VE

Benzer Belgeler