• Sonuç bulunamadı

1906’da Selanik’te doğan yazar, 1959’da İstanbul’da vefat etmiş-tir. Yeni İstanbul, Bâbıâlîde Sabah ve Yeni Asya’da yazılar yazmıştır.

Pertev Bey’in Torunları, Edep Yâ Hû, İşittiklerim Gördüklerim, gibi eserleri vardır.

Pertev Bey’in Torunları Adnan Menderes nizamını yı

-kanların başında gelenler, barajlar yıkılıp da, memleketin su altında boğulma tehlikesini görünce, küçük ve liyakatsiz elleriyle yıkılan koca barajın gediğini çamurla kapatmaya uğraşır görün-meye çalıştılar. Hakikaten bunlar komünizm aleyhinde idiler ise mevcut nizamı korumaları ve bu nizamın yanında yer almaları icap eder di.

Büyük barajı yık, memleketi sular altında bırak, Millet tara-fından affa uğrarım, belki de sevilebilirim düşüncesiyle son çare olarak ellerinde komünizm aleyhtarlığı kozu kalıyordu ve bu son kozu da oynamaya ça lışıyorlardı.

Eğer, siz hakikaten komünizm düşmanı idiyseniz, bütün kusurlarına ve zaaflarına rağmen, kurulu nizamın yanında bulu-nacak ve mevcut barajı yıkmayacaktınız.

Mademki yıkıcılar arasında, hatta arasında değil başında bulundunuz, her zaman için samimiyetinizden ve ihlâsınızdan şüphe etmekte millet haklıdır.

Evet, ama biz bunun böyle olacağını bilmiyorduk, diyecekler.

Bilemiyordunuz, göremiyordunuz, zira ihtirasınız ve dar görü-şünüz, vatanın selâmetinin yolunu görmeye size mâni olacaktır.

Evet bu arada büyük bir hâdise oldu. Demokrat Parti’nin güvendiğ bilhassa Adnan Menderes’in dayandığı anadirek kırılı-verdi ve çadır yıkıldı.

Büyük bir insan ve mânevî bir lider olan, Bediüzzaman lakabıyla anılan Said Nursî 1960 tarihinde bu dünyadan âhirete intikal etti, rahmetullahi aleyh.

Said Nursî Hazretleri, Demokrat Parti’nin 10 senelik iktidarı sırasında bir gün dahi rahat etmiş bir kimse değildi.

Demokrat Parti iktidarı, bu büyük zâtı, her gün tâciz etmiş, rahatsız etmiştir.

Türkiye dahilinde, her istediği yere gidip oturmak ve oradan kalkıp başka bir yere göç etmek gibi, bütün Türk vatandaşlarının vatandaşlık hakkı olan bu hakkı bile elinden alınmıştır.

Said Nursî Hazretleri, hükûmetin istediği bir yerde oturmaya ve oradan kıpırdamamaya mahkûm edilmişti.

Adnan Menderes-Said Nursî münasebetlerini yakînen bil-miyoruz. Belki her zaman görüşüyorlar veya nadiren birbirini görüyorlar, belki de kuvvetli bir ihtimal ile birbirlerini hiç gör-memişlerdi.

Lâkin bildiğimiz bir şey varsa, Büyük Üstad, büyük bir fera-gatla ve kendi gördüğü çirkin muameleleri zerre kadar kâle alma-yarak, tam bir veliyyullah gibi hiçbir zaman Adnan Menderes üzerinden mânevî müzaharetini ve himmetini esirgememiş olmasıdır.

Buna mukabil Menderes ne yaptı? Açıkça bir dostluk göster-mekten korktuğu gibi, âdeta Bediüzzaman’ın mânevî müzahare-tinden kompleks duydu ve âdeta hicap duydu.

Menderes’in bu hislerini bilmiyor muydu Said Nursî Hazretleri? El bette biliyordu. Bu hâllere gücenmiyor muydu?

Hatice Münevver Ayaşlı 73

Hayır. Zira gönül gözü açık olan velilerin, küçük ve bücür ihti-lâlciler gibi indî, hissî ve dar göüşleri yoktur onların.

3 Ekim 1969, Sabah gazetesi

* * *

Büyük veliler, hakikati ve geleceği apaçık görürler, Menderes ve onunla beraber yıkılacak olan nizamdan sonra, memleketin ne hâle geleceğini görüyorlar, biliyorlardı ve bunun için vatan düşüncesi ve vatan sevgisi ile dört elle Menderes’e sarılıyor ve onu mânen yalnız bırakmıyordu.

Fakat, nihayet Said Nursî Hazretleri de bir kuldu, durmadan birbiri arkasına gelen şer kuvvetlere dayanamadı. Kurtarmak istediği adam Menderes de, kurtulmak istemiyor, intihara doğru gidiyordu. Bütün bunlara; zayıf, nahif ve mübarek vücudu uzun zaman mukavemet edemedi ve göçtü gitti.

İşte, Said Nursî’nin göçtüğü gün Adnan Menderes ve bütün nizamı ve rejimi de beraber yıkıldı.

Bunu, kalp gözü açık olmayan göremez, duyamaz, bilemez-ler... Ama, ne çare ki hakikat budur...

Nitekim Said Nursî’nin vefatından sonra yapayalnız kalmış olan Adnan Menderes de dayanamadı, O da yıkıldı gitti...

Ekseri kimseler, bu ölümle, bu iktidarın yıkılışı arasında bir münasebet göremeyecekler, bulamayacaklardır.

Fakat, mânevî ve gizli kuvvet ve münasebetlerin, sûrî ve batınî iktidarların beraber yürüdüğünü görmek, her ne kadar kuvvetli olursa olsun sûrî bir sultanın, mânevî bir sultanın himmetine muhtaç olduğuna inanmamak veya inkâr etmek olmaz.

Bir devlet adamı ile bir velinin hiçbir dünyevî münasebe-ti olmasa, hatta yüzyüze gelmemiş olsalar, hatta hatta başka asırlarda dahi yaşamış olsalar bile aralarında bir râbıta kurmak mümkün olabilir.

Fakat, bir iktidar, bir devlet adamı, hatta hatta kuvvetli, kudretli şevketli bir padişah bile, bir lokma, bir hırkaya kanaat getiren bir veli himmetine muhtaçtır.

Eğer, bir devlet başkanı, bir velinin himayesi altında ise, hayır işler, yok değil ise şer işler.

Adnan Menderes’in de velisi Said Nursî idi, onun himayesi altında idi. Fakat Menderes zavallısı, bu himayeden kaçıyor, utanıyordu.

İktidarda kalabilmek için Türk-İslâm olaylarını tenezzülen kabul ettiği gibi, Menderes, Yassıada da bunların gözyaşlarını ve dualarını lütfen kabul ediyordu.

Fakat, artık Adnan Menderes için talih dönmüşe benziyordu.

Adnan Menderes’in çirkin ve çirkin olduğu kadar da lâyık olma-dığı korkunç âkibetinden, artık onu hiçbir şey kurtaramıyacaktı.

Kendisine yazık olduğu gibi, memlekete de çok çok yazık oldu.

Zira, yıkıldıktan sonra, küçük devlet adamı zannettiğimiz Mendere s’in, büyük devlet adamı olduğunu anlamıştık. Onunla beraber yıkılan nizamın, bir türlü yerine gelmediğini, memleke-tin durmadan çalkantılar içinde olduğunu ve anarşi içinde kaldı-ğını ondan sonra gelenlerin bir nizam kuramadıklarını gördük.

1960 senesi baharı gelmişti. Fakat havada bir sıkıntı vardı.

Günlerce çamur yağmıştı Türkiye’ye... Hayret!...

Güzel bir Mayıs sabahı, ezan-ı Muhammedî’nin karanlıkları, yırttığı ve insanları aydınlığa, felâha ve salaha davet ettiği bir zamanda, Türkiye radyolarında bir Baykuş ötüyor, bir felâket haberi veriyordu.

Mevcut nizam yıkılmıştı!

4 Ekim 1969 - Sabah gazetesi