• Sonuç bulunamadı

Hastaların Biyokimyasal Ölçümlerine İlişkin Bulguların Meme Kanseri ile İlişkis

3. GEREÇ ve YÖNTEM

5.4. Hastaların Biyokimyasal Ölçümlerine İlişkin Bulguların Meme Kanseri ile İlişkis

Yaşam tarzı ve beslenmenin meme kanser insidansının nedenleri arasında olduğu belirtilmektedir (227). Kanserin subklinik evrede bile malign hücrelerdeki artan LDL reseptör aktivitesinden dolayı artmış kolesterol katabolizması, yeni membran biyogenezi için kolesterolün daha fazla kullanımı veya tümör dokularında esterleşmiş kolesterol birikimi gibi birkaç olası mekanizma yoluyla kan kolesterol düzeylerini etkilemesi olasıdır (228). Kolesterol aynı zamanda steroid hormon öncü maddesidir ve meme kanserinin büyük kısmının hormona yanıt verdiği bilinmektedir. Meme kanserinin pik insidansı, kadın dislipidemi prevalansının da arttığı perimenopoz yaşta meydana gelir (227).

Yapılan bir çalışmada, total kolesterolün (TK) ve trigliseritin (TG) meme karsinogenezinde önemli bir rolü olduğu belirtilmiştir. Plazma TK, TG ve düşük dansiteli lipoprotein kolesterolünün (LDL-K) meme kanserli bireylerde kontrol grubundaki bireylere göre anlamlı derecede daha yüksek olduğu bulunmuştur. Buna ek olarak, oksidasyona daha çok duyarlı olan yüksek düzeydeki plazma LDL-K’ün meme kanserli bireylerde yüksek lipid peroksidasyonuna neden olabileceği gösterilmiştir (229).

Bu çalışmada meme kanserli bireylerde TK, TG ve LDL-K değerleri sırasıyla 211.9 ± 37.88 mg/dL, 129.5 ± 79.05 mg/dL, 158.4 ± 102.61 mg/dL, kontrol

grubundaki bireylerde 179.5 ± 31.36 mg/dL, 122.1 ± 42.74 mg/dL, 125.4 ± 21.42 mg/dL olarak saptanmıştır. Bu çalışmanın bulguları yukarıdaki çalışma ile paralellik göstermektedir (Tablo 4.5.1).

Yapılan başka bir çalışmada, 324 meme kanserli birey üzerinde metastaz varlığı ile serum lipidleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Metastaz oranının meme kanserli bireylerde yüksek düzeyde serum TK, TG, LDL-K ve LDL-K/HDL-K ile anlamlı derecede ilişkili olduğu bulunmuştur. Yüksek, TG, LDL-K ve LDL-K/HDL- K düzeylerinin meme kanserinde metastaz varlığı için bağımsız risk faktörleri olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak hiperlipideminin meme kanserli bireylerde uzak metastaz ile ilişkili olabileceği belirtilmiştir (230).

Kronik inflamasyonun, karsinogenezin gelişimi ve ilerlemesine olan katkısı oldukça önemlidir. İnflamatuar yolaklar meme kanseri oluşumunda önemli bir rol oynar. Bir akut evre reaktan inflamatuar proteini olan C-reaktif protein (CRP), tümör mikroortamındaki lökositlerden salınan sitokinlere karşılık olarak hepatositlerde sentezlenir. Meme kanseri tanısı sırasında yükselen düzeyleri tümörün agresifliğini gösterir. CRP aynı zamanda iyi bilinen bağımsız bir prognostik belirteçtir. Kronik inflamasyon durumu olan meme kanserinden sağ kalanlar nüks ve metabolik rahatsızlıklar riski altında bulunmaktadır (231).

Yapılan başka bir çalışmada genel olarak CRP düzeyleri ile meme kanser riski arasında herhangi bir ilişki gözlemlenmemiştir. Ancak serum CRP düzeylerinin BKİ, bel çevresi ve bel/kalça oranı ile önemli bir ilişkisi olduğu bulunmuştur. CRP düzeyleri ve menopoz sonrası meme kanser riski arasında aşırı yağlanmanın olduğu kadınlarla sınırlı pozitif bir ilişki olduğu saptanmıştır (232). Bu çalışmada, meme kanserli bireylerde ortalama serum CRP düzeyleri 0.8 ± 1.25 mg/dL, kontrol grubundaki bireylerde 0.7 ± 0.67 mg/dL olarak saptanmıştır (Tablo 4.5.1).D vitamininin meme kanseri dahil olmak üzere çok sayıda kronik hastalıkta rol oynadığı belirtilmektedir (233). Meme kanseri ölüm oranları, kış güneş ışığını düşük düzeyde alan yerlerde daha yüksek ve güneş ışığını yüksek düzeyde alan yerlerde daha düşük olma eğilimindedir. Düzenli olarak gün ışığına maruz kalan kadınların ve

meme kanseri insidansı sıklıkları görülmektedir. Serum 1,25(OH)2D’nin en düşük

çeyreğindeki kadınların, en yüksek çeyreğindekilerden 5 kat daha yüksek meme kanseri riski taşıdığı belirtilmiştir. Düşük 1,25(OH)2D düzeyleri de metastatik meme kanserinin daha hızlı ilerlemesi ile ilişki bulunmuştur (234).

Yapılan 14 makalenin meta-analizde serum 25(OH)D düzeyleri ile meme kanseri riski arasında anlamlı biçimde ters ilişki (RR=0.845, %95 G:A=0.750–0.951) olduğu görülmüştür. Serum 25(OH)D konsantrasyonunda her 10 ng/mL’lik artışın meme kanseri riskinde anlamlı %3.2’lik bir azalmayla ilişkili olduğu bulunmuştur (235).

Avusturalya'lı kadınlar üzerinde yürütülen bir vaka-kontrol çalışmasında da meme kanseri riski ile D vitamini durumu arasındaki ilişki incelenmiştir. Yeni meme kanseri tanısı almış 214 kadın, 852 kontrol ile eşleştirilmiş ve kan örnekleri aynı laboratuvarda test edilmiştir. Tanı sırasında 75 nmol/L’nin altındaki 25(OH)D konsantrasyonunun anlamlı biçimde daha yüksek meme kanseri riskiyle ilişkili olduğunu görülmüştür (230).

Bu çalışmada serum 25(OH)D ortalaması meme kanserli bireylerde 11.7 ± 8.03 μg/L, kontrol grubundaki bireylerde 24.5 ± 5.55 μg/L olarak bulunmuştur. Meme kanserli bireylerin D vitamini ortalama değerinin karşılaştırılan referans değerinin alt sınırına yakın olması dikkat çekicidir (Tablo 4.5.1). Çalışmada D vitamini meme kanserli bireylerde daha düşük düzeyde olması yapılan çalışmalarda D vitamini eksikliği ile meme kanseri arasında ilişkiyi destekler niteliktedir.

Glikoz, malign hücre klonlarının seleksiyonunu destekleyerek meme kanserinin gelişiminde doğrudan bir rol oynayabilir. Neoplastik hücrelerin, proliferasyon için glikozu yaygın şekilde kullandığı gösterilmiştir. Pentoz fosfat yolaklarına yönelik artan glikoz metabolizması malign dokuların önde gelen metabolik karakteristiklerinden biridir (236).

Yüksek glikozun enerji üretimini anaerobik glikoz metabolizmasına geçirerek hipoksiye dirençli malign hücre klonlarının seleksiyonunu desteklediği

bilinmektedir. Glikoliz ve glikoz alımı çoğu tümör hücresini karakterize eder. Buna ek olarak obezite insülin direncine ve yüksek kan glikozuna yol açan yüksek glikoz düzeyleriyle ilişkili olduğu için yüksek glikoz seviyelerine insülin aracılık etmektedir. İnsülin, meme epitel ve kanser hücrelerinin proliferasyonunu stimüle etmede östrojenlerle birlikte çalışabilir. İnsülin cinsiyet hormonu bağlayan globülinin karaciğerde sentezini azaltır, dolayısıyla da cinsiyet hormonlarının bulunabilirliğini artırır; aynı zamanda testesteronun yumurtalık sentezini stimüle eder, böylece aromatazla östrojene dönüşüm için mevcut olan bu hormonun miktarını artırır (237).

Yapılan başka bir çalışmada, yüksek açlık kan glikozunun meme kanseri ile ilişkili olduğu ancak bu ilişkinin sadece menopoz öncesi kadınlarda anlamlı olduğu saptanmıştır (236). Bu çalışmada, serum açlık kan glikozu ortalamasının kontrol grubundaki bireylerde meme kanserli bireylere göre yüksek olması dikkat çekicidir (Tablo 4.5.1).

Serum HbA1c düzeyi 2-3 aylık bir periyot boyunca genel glikoz düzeylerini,

kırmızı kan hücrelerinin yaşam süresini gösterir ve diyabet tedavisini izlemekte kullanılır. HbA1c düzeyleri yeni öğünlerden etkilenmediği ve açlık kan örneği

gerektirmediği için, tanı konulmamış diyabetin ön taraması için açlık plazma glikozuna ve 2 saat yükleme sonrası plazma glikozuna bir alternatif olarak görülmektedir (238).

Yapılan başka bir çalışmada meme kanseri tanısı alan/tedavi edilen 82 kadın üzerinde HbA1c ile meme kanser tümörü evresi arasındaki ilişki incelenmiştir. HbA1C ile tümör evreleri arasında önemli bir ilişki bulunmamıştır (239). Bu çalışmada her iki grupta da HbA1c değerlerinin birbirine yakın ve referans değerleri içerisindedir (Tablo 4.5.1). Bu durum her iki grupta da diyabetik bireylerin az sayıda olduğunu ve diğer bireylerin de diyabet hastası olmaya eğilimlerinin olmadığını düşündürmektedir.

Tümör belirteçleri, meme kanseri olan hastaların yönetiminde, metastatik hastalık için terapi sırasında ve tanısal görüntüleme, öykü ve fiziksel incelemeyle bir

kanseri ve plazma örnekleri olan 53 kadın üzerinde hastalığın seyri ile dolaşımdaki CA I5-3 ve karsinoembriyojenik antijen (CEA) düzeyleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışmada 22.0 birim/mL üzerindeki Ca I5-3 düzeyleri ve 3.0 ng/ml üzerindeki CEA düzeylerinin yükselmiş değerler olduğu düşünülmüştür. Ca 15-3 ve CEA düzeylerinin sırasıyla %94 ve %69 oranında yükseldiği görülmüştür. CEA’nın, Ca 15-3’ün yükselmediği sadece tek bir örnekte yükseldiği bulunmuştur. Bulgular metastatik meme kanseri olan hastaların klinik seyrinin izlenmesinde CA I5-3’ün CEA’dan daha yararlı olduğunu göstermiştir (241). Bu çalışmada, meme kanserinde tümör belirteçleri olan Ca 125, Ca19-9, Ca 15 ve CEA düzeylerin meme kanserli bireylerde 20.6 ± 21.09 U/mL, 13.3 ± 10.85 U/mL, 32.0 ± 95.69 U/mL ve 8.6 ± 45.59 ng/mL olarak saptanmıştır (Tablo 4.5.1).

5.5. Bireylerin Günlük Enerji ve Besin Ögesi Alımlarına Yönelik Bulgular