• Sonuç bulunamadı

1.4. Bahşiş, Müjde, Ödül

1.4.4. Halk Hikâyelerinde Bahşiş, Müjde, Ödül

Halk hikâyelerinde ödül, yapılması zor bir iş gerçekleştirildiğinde verilen hediyeler olarak görülmektedir. “Ferhat ile Şirin” (Sav, 1974: 107) hikâyesinde verilen ödülün ne olduğu belli değilken; “Söylemez Sultan Hikâyesi”nde (Yılmaz, 2011b: 90) verilen ödül altından saray olarak şu şekilde görülmektedir:

“Tez ulaklar, tellaklar çıksın! Herkese duyurulsun. Bu suyu dağdan indirene istediği verilecek. Gül bahçesine su getirenden hiçbir şey esirgenmeyecek.” (Sav, 1974: 107)

Oturdu yerine. Meclisi, cemaati idare eden birisi, “işte ey cemaat, hepiniz hoş sefalar getirdiniz”, dedikten sonra, “biz bir hikâye başlatacağız. Hikâyeyi kim söylesin, kim söylemesin; işte yeni gelen misafirimiz hikâyeyi anlatsın. Ama hikâye anlatımında eğer

100 Söylemez Hanım konuşursa, üç defa konuşturursa, padişahımızın da bir sözü var ki, kızını altından saraylarıyla verecek.” dedi. Bunu da iyi dedi. (Yılmaz, 2011b: 90)

“Yaralı Mahmut Hikâyesi”nde (Aslan, 1990: 98) gerçekleştirilmesi zor bir iş karşılığında verilen ödül şöyle görülmektedir:

“Kim ki gider Gence padişahının hazinesinde bulunan Çamçırak daşlarını getirirse, Padışah o adama bu dünyalığını verecek, erhettiğine garışmıyacah.” (Aslan, 1990: 98)

Müjdelik iyi haber getirenlere, getirdiği haberin karşılığında verilir.

Müjdeliğin miktarını kişinin maddi durumu belirler. Bununla birlikte halk hikâyelerinde müjdeliği verecek olan kişinin maddi durumu iyiyse, müjdelik haberi götürecek olan kişinin özellikle maddi durumu kötü olan kişilerden seçildiği görülmektedir. Buradan hareketle toplumun yardım mekanizmasının zaman zaman hediyeler vasıtasıyla kendini gösterdiği ve bunun kişiyi incitmeyecek şekilde yapıldığını söylemek mümkündür. Bu durum halk hikâyelerinde şu şekilde görülmektedir:

̶ Ulan, Garip Şah’ın oğlu gelmiş, ne duruyorsunuz; atlarınıza binin, müjdeye koşun, dedi.

̶ Ama atın ne kadar güzel olursa olsun, senden önce cıbıl adam çıktı gitti.

̶ Ulan ne oldu?

̶ Ne olacak; siz hiç boşuna bu atı sürmeyin, ben bu ananın adamını gönderdim. Bu da fukaraymış, hele Allah büyüktür.

̶ Ulan iyi oldu, demek ki bu fakirlikten kurtuldu dediler.

Garip Şah, lalasını, vezirini yanına alarak, oğlunu karşılamaya geldi.

Elinden öpen Uzakelli, babasına şöyle bir baktı ki babasının saçları ağarmış. “Eyvah! Demek ki benim anam babama ne yaman günler veriyor. Analığım bizim eve düştükten sonra hele benim babamın haline bak. Ben çektim gittim, babam kurtulur diye; ama kurtulamamış; daha kötü olmuş,” diye düşündü.

Neyse, kurbanlar kesilir, müjdeler verilir, o haber veren adam da ayrı. (Yılmaz, 2011a: 229)

“Yaralı Mahmut Hikâyesi”nde (Aslan, 1990: 114) müjdeyi getirenin kim olduğu bilinmese de alınan güzel haber karşılığında yapılanlar şu şekilde görülmektedir:

101 Sözlerini bitirdikten sonra atına atladı ağliya ağliya Gence’nin yolunu tuttu. Günnerin birinde Gence şehrine vasıl oldu. Babası Ziyad Han’a müjdeler getdi ki gızın geldi. Ziyad Han emir verdi ajlar doyruldu, çılpahlar geydirildi, şaddıh, şennih yapıldı. (Aslan, 1990: 114)

“Ercişli Emrah ile Selvi Han Hikayesi”nde (Bali, 1973: 126) Emrah sevdiğinden haber getirmesi karşılığında neneye müjdelik vermektedir. Fakat müjdeliğin ne olduğu bilinmemektedir:

“Ey yavrum, dedi, senin bu derdin benim oğlum Yaup Han’ı da bene unutdurdı. Ağlama yavrum dedi, ittirgigin gızi madema şindiye gedar bulamamısan ben gızı buldum sene, heber verim” diye nasıl nenenin müjde cevabıni Emrah duyurkan ağladığı yerde sevünerek “Buyur nene” dedi. (Bali, 1973: 126)

“Arzu ile Kamber Hikâyesi”nde (Şimşek, 1987: 292) Arzu bileziğini kaybetmiştir. Muştuluk olarak, bileziği bulana tatlı canını vereceğini şu şekilde söylemektedir:

Çeşme başı guytuluk, Su aldım tuluk tuluk, Bilensizğimi bulana,

Tatlı canım muştuluk. (Şimşek, 1987: 292)

Bazı yörelerde düğün adetleri içinde müjde yastığı getirme olayı vardır. Bu yastık kız tarafının çeyiz içinde hazırladığı bir yastıktır ve bu yastığın içine çeşitli hediyeler (çerez, mendil, çorap vs.) konulur. Yastık gelinin oğlan evine geldiğini müjdeleyen kişiye müjdelik olarak verilir. Bu durum bir halk hikâyesinde şu şekilde görülmüştür:

—Maya Sultan, diye seslendi.

—Buyur yavrum.

—Gel Maya Sultan. Anladığım kadar, Timur Han’ın nalının sesidir bu. Bak, atı geliyor, özü de gelecek. Müjdemi ver, gelindir.

—Tamam, yavrum; al sana altın, akçayla.

Delikanlı gittikten sonra, Allah bilir ne kadar süre sürdü, kapıdan on atlı indiler aşağı. Müjde yastıkları getirmişler. [Kars’ta gelin gelmeden önce müjde yastığı gelir.] Gelin ile Turan Han kervanla geliyor, biraz zaman geçecek. Bir gün, iki gün, üç güne ancak sonra geldiler.

(Yılmaz, 2011b: 354-355)

102

Âşıklık geleneğinde âşıklara bahşiş vermek âdettendir (Durbilmez, 2010:155). İncelenen metinlerde bu uygulamaya rastlanılmış hatta “Timur Han ile Maya Sultan Hikâyesi”nde (Yılmaz, 2011b) “âşıkların sözünün boş olmaması”

gerektiği söylenmiştir:

Padişah Timur Han:

—Bana bak Suna, dedi.

—Buyur.

—Sen ki böyle bir türkü söyledin, Allah senden razı olsun Maya Sultan. Yılların senesi, balamın sunası geldi dedin. Sende benim sunamsın. Âşık sözü boş olmaz, sana bir kese altın vereceğim, dedi; çekti, hanımına bir kese altın verdi. (Yılmaz, 2011b: 355)

“Âşık Garip” (Türkmen, 1995: 220) hikâyesinde bahşiş örneği şu şekilde görülmektedir:

Gayfeci “Bir gayfe iştin”. “Niye?” diye sordu. “İki gayfe içtim”. “Hayır bizlerde adet her kim en evvel girerse, bir gayfe caba ocahtan veririk. Lakin bu guşluk zamanına gadar-sana dedim ya!- Kimse görmedim. İlkin sen girdin gayfeme iki gayfenin birisi cabadır. Birisinin parasını ver”. (Türkmen, 1995: 220)

“Mete Han Hikâyesi”nde (Yılmaz, 2011b: 363) de söylenilen türküye karşılık bahşiş olarak verilen altın görülmektedir:

“Türkistan’ın taze gülü, tahtına sultan olacak”, deyince, Ağca Sultan geldi:

—Dadı,

—Emret Sultanım,

—Sen ne güzel söyledin öyle benim balama.

—O benim balamdır ana, analar anası.

—Al sana bir kese altın… Madem sen benim balama böyle güzel bir türkü hediye ettin;

bende padişah hanımıyım, sana bir kese alın hediye ettim. O söz de altındır, bu da altın.

(Yılmaz, 2011b: 363)

103