• Sonuç bulunamadı

Hak Ehliyeti

Belgede Demansın Hukuki Boyutları (sayfa 40-54)

“Gerçekten de hak ehliyeti ile hukuksal kişilik (hak özneliği) aynı anlama gelir.” (SEROZAN, Medeni Hukuk – Genel Bölüm/Kişiler Hukuku, s. 381.)

57

TMK madde 48 uyarınca tüzel kişilere de hak ehliyeti tanınmış olup, bu hükme göre tüzel kişiler de kuruldukları andan itibaren hak ehliyetine sahip olurlar ve bunun için herhangi bir şey yapmalarına gerek yoktur. Şu halde, her ne kadar kendilerine kişilik vasfı kazandırılmış kişi ya da mal toplulukları olan tüzel kişiler de hak ehliyetine sahip varlıklardan sayılsalar (yani “kişi” olsalar) da, bu çalışmada “gerçek kişi”ler olan demans hastalarının hukuki durumları incelendiğinden, tüzel kişiler ile ilgili açıklamalara sadece çalışma konusunu ilgilendirdiği ölçüde yer verilecektir.

58

Eski hukuk sistemlerinin bir çoğunda (örneğin Roma Hukukunda) kölelik vardı ve köle olan insanlar “kişi” değil “eşya” sayılıyorlar, bu nedenle de hukuki işlem konusu olabiliyorlar, hatta sahiplerince herhangi bir sorumluluk söz konusu olmaksızın öldürülebiliyorlardı. Günümüze kadar zaman içinde ahlak ve değer yargılarının değişmesi ve gelişmesi sonucu, bugün hakim olan prensipler uyarınca tüm insanlar “kişi” olarak kabul edilmektedir. (DURAL / ÖĞÜZ; Türk

Özel Hukuku, Cilt II, Kişiler Hukuku, s. 7.)

Buna karşılık, hayvanlar günümüz hukuk düzenlerinde “kişi” olarak kabul edilmemektedir. Kanunlar tarafından hayvanların korunmuş olması, onlara eziyet edilmesinin veya kötü muamelede bulunulmasının bazı yaptırımlara bağlanması, hayvanların kişi sayıldığını göstermez. (AKİPEK /AKINTÜRK; Türk Medeni Kanunu – Başlangıç Hükümleri – Kişiler

Hukuku, s.243.)

Burada hemen belirtmek gerekir ki, “hukuken korunan ve sahibine bu korunmadan

yararlanma yetkisi tanınan menfaat” olarak tanımlanan “hak”, ancak bir “kişi” için söz konusu

olabilir; hak sahibi, hukuken menfaati korunan bir varlıktır ve bu varlıklara “kişi” denilir. Bu itibarla, hukuken kişi (gerçek ya da tüzel kişi) sayılmayan varlıkların hakkından bahsetmek yersiz olup, günlük yaşamda duymaya alıştığımız “hayvan hakları” (ve aynı şekilde “hayvan

hakları kanunu”) sözünün hukuken hiçbir anlam ifade etmediğini, çünkü hukuk düzenimizce

kişi sayılmayan hayvanların hakları olduğundan söz etmenin mümkün olamayacağını da önemle hatırlatmak yerinde olacaktır. (“Hak” ve “Hak sahibi” kavramları için bkz. : OĞUZMAN;

Medeni Hukuk Dersleri (Giriş-kaynaklar-temel kavramlar), s. 78-96.)

Elbette hayvanların cansız varlıklarla aynı hukuki statüde değerlendirilmesi mümkün değildir; “hak konusu olan hayvan, diğer hak konularından ayrı bir statüye tabi tutmak gerekir.” Ancak burada bahsedilen farklılık, onların saldırılara karşı korunması anlamında olup, bu koruma ihtiyacı onları kişi, yani hak sahibi haline getiremez; hayvanları hak sahibi yapmak, kamu düzenini bozacaktır. (DURAL / ÖĞÜZ; Türk Özel Hukuku, Cilt II, Kişiler Hukuku, s. 8.)

“kendilerine başlı başına kişilik tanınmış, belli bir amaca yönelmiş kişi ya da mal topluluklarıdır59”.

B- Kişilik Kavramı

Doktrinde pek çok çeşitli tanımı olan “kişilik”, derli toplu bir ifade ile, “gerçek kişilerin doğumlarından ölümlerine kadar, tüzel kişilerin ise hak ehliyetini kazandıkları andan sona ermelerine kadar kişi olmaları nedeniyle ayrılmaz bir biçimde sahip oldukları, hukuken korunan değerlerin bütünü” olarak tarif edilmektedir60.

C- Kişiliğin Başlangıcı ve Sonra Ermesi

TMK madde 28 f. 1 uyarınca, “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer”. Şu halde, kişiliğin başlaması,

Nitekim hukuk sistemimizde de 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile hayvanlara karşı yönelik bazı davranışların idari para cezaları ile karşılandığı görülmektedir (madde 28). Dikkat edilirse, anılan bu kanunun adı, “Hayvan hakları” değil, “Hayvanları Koruma” Kanunu’dur ve bu düzenleme kanun koyucunun da yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda bir hukuk politikası benimsediğini açıkça göstermektedir.

SEROZAN da, hayvanların hak ehliyeti olmadığının tartışmasızlığına işaret ettikten sonra, son zamanlarda hayvanların giderek hakların sıradan nesnesi (objesi) olmaktan çıkarıldığının gözlendiğini; nitekim hayvanın öldürülmesi halinde sahibinin manevi tazminat isteyebilmesinin, ev hayvanlarının haczedilememesinin, hayvana “yükleme” tarzında ölüme bağlı tasarruflarda bulunulabilmesinin (İsviçre Medeni Kanunu madde 641/a-1 ve 482/4) bu gelişmelerin ilginç göstergeleri olduğunu ifade etmekte ve böylece hayvanların diğer hak konusu olan nesnelerden farklı bir şekilde anlaşıldığına dair bazı önemli ipuçları vermektedir. (SEROZAN, Medeni

Hukuk – Genel Bölüm/Kişiler Hukuku, s. 383.)

59

DURAL / ÖĞÜZ; Türk Özel Hukuku, Cilt II, Kişiler Hukuku, s. 8. 60

HELVACI; Gerçek Kişiler, s.19.

DURAL/ÖĞÜZ, kişilik kavramını şöyle tanımlamaktadırlar: “…Kişilik denince, kişi ile

birlikte, kişinin hukukun korunmaya değer bulduğu, hukuki, manevi varlıkların tümü anlaşılır. Başka bir deyişle kişilik, kişinin, kişi olması nedeniyle sahip olduğu hak ve fiil ehliyetleri ile hayatı, vücut tamlığı, şerefi, haysiyeti, sırları, adı vb. üzerindeki hakların tümüdür. Bu açıklamalara göre, kişi denildiği zaman, sadece hak ehliyetine sahip olan varlığı (insan, dernek, vakıf vb.), kişilik denildiği zaman ise, hukukun koruduğu değerleri ile birlikte kişiyi anlamak gerekir.” Yine bu yazarlar, kişilin konusunda belirttikleri bu terim ayrımının doktrinde pek

kabul görmediğini, bu konuda farklı açıklamaların mevcut olduğunu fakat doktrindeki tüm bu açıklamalardan çıkan sonucun, kişi ve kişilik kavramlarının içeriklerinin aynı olmadığını ileri sürmektedirler. (DURAL / ÖĞÜZ; Türk Özel Hukuku, Cilt II, Kişiler Hukuku, s. 9.)

doğumun tamamlanmış olması ve çocuğun sağ doğması şartlarına bağlıdır61: Doğumun tamamlanmış olması, çocuğun bütün organlarıyla ana vücudundan ayrılmış, anadan bağımsız olarak yaşamaya başlamış olması anlamına gelir ve doğumun normal ya da dıştan müdahale ile (örneğin sezeryanla doğum) gerçekleşmiş olması veya göbek kordonunun kesilmemiş olmasının kişiliğin başlangıcına bir etkisi bulunmamaktadır. Çocuğun sağ doğması ise, çocuğun ana vücudundan ayrılmasından sonra yaşam belirtisi göstermesi, kısa bir süreliğine olsa da anadan bağımız yaşamasıdır62 ve bu hususun tespiti konusunda farklı bir çok hukuki yaklaşım olsa da, bu tespit işinin aslen tıp biliminin konusuna girdiği kabul edilmektedir63.

Kişilik iki şekilde son bulur: Ölüm ve gaiplik. Şöyle ki :

TMK madde 28 f. 1 uyarınca, kişilik ölümle sona erer. Ölümle kişiye bağlı haklar ortadan kalkar, diğer haklar ise mirasçılara geçer. Ölüm halinde hak ehliyeti de sona erdiğinden, bundan sonra yeni haklar kazanılması da söz konusu olamaz. Ölümün saptanması da, sağ doğum gibi tıp biliminin verileri ışığında gerçekleşecektir; buna göre, ölüme engel olmak için tıbben tüm çabalar denenecek ve buna rağmen hastanın hayata hiçbir zaman dönemeyeceğinin tıbben saptanması durumunda ölümün gerçekleştiğinin kabulü uygun olacaktır64.

61

HELVACI; Gerçek Kişiler, s.23-25 ; AKİPEK /AKINTÜRK; Türk Medeni Kanunu –

Başlangıç Hükümleri – Kişiler Hukuku, s.253-255 ; OĞUZMAN, M. Kemal / SELİÇİ, Özer /

OKTAY-ÖZDEMİR, Saibe; Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), Filiz Kitapevi,

İstanbul/2005, s.10-16. 62

Türk, Alman ve Avusturya hukuklarında kabul edilen bu durumun Fransız Medeni Kanunu açısından farklı olduğu, Fransız hukuku açısından çocuğun sağ doğmasının yanında, “yaşama

kabiliyetinin bulunması” şartının da arandığına dair bkz. DURAL / ÖĞÜZ; Türk Özel Hukuku,

Cilt II, Kişiler Hukuku, s. 16-17, dip not : 36 ve 37.

“Kişiliğin kazanılması için sağlıklı doğma koşulu aranmadığı gibi, belirli bir süre yaşama

koşulu da aranmaz, tam doğum ve sağ doğum yeter!” (SEROZAN, Medeni Hukuk – Genel Bölüm/Kişiler Hukuku, s. 385-386.)

63

DURAL / ÖĞÜZ; Türk Özel Hukuku, Cilt II, Kişiler Hukuku, s. 16. 64

Tıp biliminin ölümün saptanması hususunda iki farklı görüş kabul ettiğine ve “solunumun ve

kan dolaşımın kesilmesi anlamında klasik kalp ve kan dolaşımı ölümü” anlamına gelen

Ölüm dışında, bir kişinin kaybolması halinde kanunda yazılı şartlar oluşmuş ise hakimin vereceği gaiplik kararı ile de kişilik son bulacaktır65. TMK madde 32 f. 1 uyarınca, “Ölüm tehlikesi içinde kaybolan veya kendisinden uzun zamandan beri haber alınamayan bir kimsenin ölümü hakkında kuvvetli olasılık varsa, hakları bu ölüme bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin gaipliğine karar verebilir”.

III. Hak Ehliyeti – Fiil Ehliyeti

A- Hak Ehliyeti

Demanslı bir kişinin Türk Hukuku açısından ehliyet durumunu ortaya koyabilmek için, öncelikle (yukarıda açıklandığı üzere “kişi” terimini de karşılayan) “hak ehliyeti” kavramını açıklamak uygun olacaktır. Şöyle ki:

Hak, “hukuk düzeni tarafından kişilere tanınmış olan yetkilerdir66”; diğer bir tanıma göre hak, “hukuken korunan ve sahibine bu korunmadan yararlanma yetkisi tanınan menfaat”’tir67. Her hak mutlaka bir hukuk kuralına dayanır; bu hukuk kuralı kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük ve yönetmelik gibi yazılı ya da örf ve adet hukuku gibi yazılı olmayan bir kural olabilir. Her hak bir hukuk kuralından doğduğu gibi, her hakkın mutlaka bir

“beyinsel ölüm” olarak adlandırılan bu iki görüşün ayrıntılarına dair bkz. DURAL / ÖĞÜZ;

Türk Özel Hukuku, Cilt II, Kişiler Hukuku, s. 21-23.

65

Kişiliğin sona ermesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. HELVACI; Gerçek Kişiler, s.26-37 ;

AKİPEK / AKINTÜRK; Türk Medeni Kanunu – Başlangıç Hükümleri – Kişiler Hukuku,

s.258-280 ; OĞUZMAN / SELİÇİ / OKTAY-ÖZDEMİR; Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel

Kişiler), s.17-33 ; DURAL / ÖĞÜZ; Türk Özel Hukuku, Cilt II, Kişiler Hukuku, s. 21-33.

66

AKINTÜRK, Turgut; Medeni Hukuk, Beta Yayınları, 2006/İstanbul, s. 29. 67

sahibi vardır; sahipsiz hakkın olamayacağı kabul edilmektedir68. Hukukta hak sahibi olan varlıklara “kişi” denildiği ise önceki başlık altında açıklanmıştır.

TMK madde 8 f. 1’de: “Her insanın hak ehliyeti vardır” hükmü sevk edildikten sonra aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, “Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler” hükmüne yer verilmiştir69.

Hak ehliyeti, sağ doğmak şartıyla ana rahmine düştüğü andan ölüm anına kadar olan dönemde her insanın sahip olduğu medeni haklardan (evlenme, mülk edinme vb.) yararlanma yeteneğidir. Gerçek kişiler bakımından, hak ehliyeti, “insanların hak ve borçlara sahip olabilme ehliyetidir70”. Hak ehliyeti, insanlara tanınan bir hak olmayıp hak sahibi olabilmenin bir şartıdır. Pasif bir ehliyettir. Hak ehliyeti, “insanların iradesinden ve davranışlarından bağımsız olarak, kişi olma vasfı ile kazanmış olduğu bir ehliyettir71”, “insanlar sağ ve tam olarak doğdukları andan itibaren hak ehliyetine sahip olurlar ve bunun için herhangi bir şey yapmalarına gerek yoktur; sağ ve tam doğmak şartı ile, cenin dahil, ana rahmine düştüğü andan itibaren hak ehliyetine sahiptir72”.

TMK’nın 8. maddesi, hak ehliyeti yönünden iki temel ilke ortaya koymuştur73:

68

AKINTÜRK; Medeni Hukuk, s. 29. 69

Gerçek kişiler, insanlardır. Bugünkü modern hukuk sistemlerinde yerli-yabancı, kadın-erkek, yaşlı-genç farkı gözetilmeksizin her insan hukuk karşısında bir kişidir, yani hak süjesidir. Gerçek kişiler sadece insanlardır. (AKİPEK / AKINTÜRK; Türk Medeni Kanunu – Başlangıç

Hükümleri – Kişiler Hukuku, s.249-258.)

70

DURAL / ÖĞÜZ; Türk Özel Hukuku, Cilt II, Kişiler Hukuku, s.37 ; OĞUZMAN / SELİÇİ /

OKTAY-ÖZDEMİR; Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), s.34. 71

OĞUZMAN / SELİÇİ / OKTAY-ÖZDEMİR; Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), s.34.

72

HELVACI; Gerçek Kişiler, s.39. 73

 Genellik: TMK madde 8 f. 1’de, “her insanın hak ehliyeti vardır” şeklinde ifade olunan hükmün anlamı: Din, dil, ırk, cinsiyet, renk sosyal sınıf, düşünce, yabancılık vb. farklar gözetilmeksizin her insanın hak ehliyetine sahip olduğudur.

 Eşitlik74: TMK madde 8 f. 2 hükmü uyarınca, hak ehliyetine herkes, hiçbir ayrım yapılmadan eşit olarak sahiptir; tüm insanlara tanınmış olan hak ehliyeti, herkes için eşit olmalıdır.

Bu iki ilkenin yer aldığı TMK madde 8 hükmü ile anlatılmak istenen husus: Her doğan insanın, insan olarak, genel bir şekilde hak ehliyetine sahip olacağıdır. Belirli imtiyazlı haklar kurulmak sureti ile bunların belirli kişilerce kazanılmasını sağlayacak tarzda hak ehliyeti açısından bir çeşitlemeye gitmek bu hükümle yasaklanmıştır; kanun koyucu, kişiler arası bir fırsat eşitliği yaratmayı arzu etmektedir75. Hak ehliyetine sahip olmayan bir kişi düşünülemez. Keza, “kimse, hak ehliyetinden kısmen de olsa vazgeçemez” (TMK madde 23 f. 1).

Tanımdan da anlaşılacağı üzere, hak ehliyetinin iki yönü vardır: Aktif yönü ile kişilerin haklara sahip olabilme iktidarını; pasif yönü ile ise borçlara sahip olabilme iktidarını ifade eder76. Hak ehliyetinin pasif yönü, kişinin kendi fiil ve işlemleri ile bizzat kendi aleyhine borçlar yaratabileceği, yani fiil ehliyetine de sahip olacağı anlamına gelmediği gibi, kişinin borçlarının bizzat kendisi tarafından ifa edilmesinin gerektiğini de göstermez. Ancak kişi fiil

74

“…Eşitlik, özel hukuk alanında geçerlidir, kamu hukuku alanında eşitlik yoktur; medeni

hukuktaki eşitlik kamu hukukunda geçerli değildir...” (ÖZMEN, İsmail; Vesayet Hukuku Davaları, Kartal Yayınevi, Ankara/2004, s. 51.)

75

OĞUZMAN / SELİÇİ / OKTAY-ÖZDEMİR; Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), s.35.

76

SEROZAN, her insanın haklara sahip olma ve borç yüklenme ehliyetine eşit olarak sahip bulunduğu belirttikten sonra, kişilerin durdukları yerde (edilgen ve durağan konumda) mirasçı, malik veya borçlu olabilmelerinin bu kurgu sayesinde mümkün olabildiğini ifade etmektedir. (SEROZAN, Medeni Hukuk – Genel Bölüm/Kişiler Hukuku, s. 390.)

ehliyetine sahip ise bu durum söz konusu olacaktır. Şu halde, hak ehliyetinin pasif yönü, sadece kişinin borçları bulunabileceği ve bu borçlara karşı da bizzat kendisinin kendine ait malvarlığı ile sorumlu olacağını ifade etmektedir77.

Doktrinde yer alan bir görüşe78 göre, hak ehliyetinin tanımında bahsedilip, içeriğini oluşturulan haklar ve borçlar, kişilere sadece özel hukuk tarafından tanınmış olan haklar ve borçlardır; TMK madde 8 hükmü karşısında hak ehliyetinin sadece özel hukuk anlamında haklara ve borçlara sahip olabilme iktidarı olduğu anlaşılmaktadır. O halde, özel hukuktan doğan hakların dışında kalan haklara ve borçlara sahip olabilmenin hak ehliyeti ile ilgilisi bulunmamaktadır79. Keza kural olarak kamu haklarından80 ve özellikle de siyasi

77

AKİPEK / AKINTÜRK; Türk Medeni Kanunu – Başlangıç Hükümleri – Kişiler Hukuku, s.282.

78

Bu görüş için bkz: AKİPEK / AKINTÜRK; Türk Medeni Kanunu – Başlangıç Hükümleri –

Kişiler Hukuku, s. 284.

79

“…Anılan ehliyet (TMK madde 8), medeni haklar ehliyetidir, bu özel haklara ilişkindir. Kamu

hukukundaki ehliyet, bu madde kapsam ve çerçevesine girmez.” (ÖZMEN; Vesayet Hukuku Davaları, s. 51.)

80

Hakları, türlü ölçütlere göre gruplamak mümkün olup, bu bağlamda öncelikle, doğurdukları hukuk kurallarının mahiyetine göre “kamu hakları” ve “özel haklar” olmak üzere bir temel ayrıma gidilmektedir:

a- Kamu hukukundan kaynaklanan “kamu hakları” (droits publics), vatandaşların devlete karşı sahip bulundukları haklar olup, bunlar da kendi içinde “genel nitelikli kamu

hakları” ve “özel nitelikli kamu hakları” olarak ikiye ayrılmaktadır:

 Genel Nitelikli Kamu Hakları: Anayasa’da “Temel Haklar ve Ödevler” başlığı altında yer alan kamu haklarına denir. Bu grup kamu hakları da,

- Kişisel Kamu Hakları (Anayasa madde 17-40 ; koruyucu haklar, negatif statü hakları denir; devlete karşı kişiye karışmama ödevini yükler; kişi ve konut dokunulmazlığı, özel yaşamın gizliliği, vicdan ve düşünce özgürlüğü vs.)

- Sosyal ve Ekonomik Kamu Hakları (Anayasa madde 41-65 ; isteme hakları, pozitif statü hakları denir; ailenin korunması, sosyal güvenlik hakkı, öğretim hakkı, sağlık hakkı, sözleşme özgürlüğü vs.)

- Siyasal Kamu Hakları (Anayasa madde 66-74 ; katılma hakları, aktif statü hakları da denir; kişinin seçim yolu ile devlet yönetimine katılmasını sağlayan hakladır; Anayasa’nın “Siyasal

haklar ve ödevler” bölümünde düzenlenmiştir; vatandaşlık hakkı,

seçme ve seçilme hakkı, dilekçe hakkı, siyasal partiler ile ilgili haklar)

 Özel Nitelikli Kamu Hakları: Belli kişilerin kamu kuruluşları ile olan ilişkilerini düzenleyen kamu haklarıdır; örneğin, memurun aylık hakkı, ücretli izin hakkı gibi. Bu haklar kanunlarda öngörülmüş olup, taraf iradelerinden bağımsız olarak düzenlenmiştir.

haklardan herkes yararlanamaz: Sadece insan olmak kamu hukukundan doğan haklara ve borçlara sahip olabilme için yeterli değildir; bunlara sahip olabilmek için gerekli olan diğer şartların (örneğin, yabancı uyruklu olmamak, belli bir yaşa erişmiş olmak) da bulunması gerekir81.

b- Özel hukuk tarafından hak sujesine tanınan hukuki yetki, “özel hak” (droits prives; medeni haklar) olarak tanımlanmaktadır. Özel haklar, özel hukuktan doğan ve kişilerin birbirlerine karşı sahip oldukları haklardır. Doktrinde genel olarak kabul olunduğu üzere, kamu haklarından farklı olarak özel haklardan kural olarak herkes yararlanır (ki buna “genellik ilkesi” adı verildiği yukarıda açıklanmıştır). Bu haklardan yararlanma bakımından yabancılarla vatandaşlar arasında da esas olarak fark yoktur. Buna karşılık kamu haklarından yararlanmada eşitlik ilkesinin söz konusu olmadığı belirtilmektedir; nitekim örneğin memur olmak belirli koşullara sahip kişiler için geçerlidir. Ayrıca özel haklardan yararlanma açısından TMK madde 8’de ifadesini bulan “eşitlik ilkesi”’nin geçerli olmadığı ileri sürülmektedir. (Bu açıklamalar için bkz. ÖZTAN, Bilge; Medeni

Hukukun Temel Kaynakları, Turhan Kitapevi, Ankara/2011, s. 63-65 ; AKINTÜRK; Medeni Hukuk, s. 30-33 ; GÖZLER, Kemal, Anayasa Hukukunun Genel Teorisi, C. 2,

Ekin Basım Yayın Dağıtım, 2011/Bursa, s. 478-480.)

Doktrinde, fiil ehliyetinden mahrum kişilerin, medeni hakları (yani özel hakları) kullanamayacağı gibi, siyasi hakları da kullanamayacakları, nitekim bu kişilerin oy kullanma haklarının bulunmadığı, bunun nedeninin, “kendi işlerini idareden aciz kişilerin devlet

yönetimine karışmalarına engel olmak” olduğu belirtilmektedir. (GÖZLER; Anayasa Hukukunun Genel Teorisi, C. 1, s.700-701.) 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen

Kütükleri Hakkında Kanun’un 6. 7 ve 8. maddeleri uyarınca, silah altında bulunan erler, onbaşılar ve kıta çavuşları, askeri öğrenciler, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunanlar oy kullanamazlar. Kısıtlı olanlar, kamu hizmetinden yasaklı olanlar da bu yasakları kalkmadıkça oy kullanamazlar. Ayrıca, oy kullanabilmek için Türk vatandaşı olmak gereklidir. Görüldüğü üzere, bir kamu hakkı olan oy kullanma hakkı bakımından ehliyet sorununu sadece TMK hükümlerine bakarak tespit etmek mümkün değildir.

Şu halde, kamu hakları açısından da kural olarak, TMK’da yer alan ehliyet kurallarının geçerli olduğu, en azından asgari olarak bu kuralların gözetilmesinin gerektiği, ancak kamu haklarına dair getirilen düzenlemelere bakılmasının zorunlu olduğu, çünkü getirilen bu düzenlemelerle TMK’da yer alan ehliyet kurallarına ek olarak bazı şartların da aranmasının söz konusu olabileceği, bir çok kamu hakkı bakımından, sadece TMK’nın ehliyet kurallarına bakılarak hakkın kullanılabilmesine ilişkin bir açıklama yapılmasının doğru olmayacağı söylenebilir kanısındayım. Nitekim, İsviçre Hukuk doktrininde, Medeni Kanun’un hak ve fiil ehliyetine ilişkin kurallarının özel hukuku aşan çok geniş anlamları olduğu, bu kuralların kamu hukukunda da uygulanabilir kurallar oldukları, kişiler hukukunun tümünün, farklı bir düzenleme olmadığı sürece kıyasen kamu hukukuna da uygulanabileceği görüşü egemendir. (Bu görüş için bkz. GÖREN, Zafer; Anayasa ve Sorumluluk, C.2, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını,1999/İzmir, s. 264.)

Sonuç itibariyle, yukarıda bahsedilip, kamu haklarına dair doktrinde yer alan iki farklı görüşün de dikkate alınması gerektiği kanaatindeyim.

81

AKİPEK / AKINTÜRK; Türk Medeni Kanunu – Başlangıç Hükümleri – Kişiler Hukuku, s.283-284.

Doktrindeki bir diğer görüş82 ise, kişinin ehliyeti ile ilgili Medeni Kanunda getirilen kurallar genel karakter taşıdığı için bu kuralların özel hukukun çerçevesini aştığı ve gerek kamu hukukunda gerekse yargılama ve icra hukukunda da uygulanmakta olduğunu iddia etmektedir.

Hak ehliyeti, aynı zamanda davada taraf olabilme yeteneği de içerir ki bu yetenek usul hukukunda “taraf ehliyeti” olarak adlandırılır. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun83 (“HMK”) “taraf ehliyeti” başlıklı 50. maddesi hükmüne göre, “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir84”. Başka bir deyişle, taraf ehliyeti, medeni hukuktaki hak ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekildir85. Taraf ehliyeti, “kişinin hukuki koruma isteyebilme ehliyeti” olarak da tanımlanmaktadır: “Kişinin özel hukuk tarafından kendisine tanınan haklarının korunmasını sağlamak üzere mahkemelere ‘davacı’ olarak başvurma ve kendisine karşı açılan davalarda ‘davalı’ olarak bulunabilme iktidarıdır86”. Başka bir tanıma göre de taraf ehliyeti, “davada taraf olabilme yeteneğidir” ve

Belgede Demansın Hukuki Boyutları (sayfa 40-54)