• Sonuç bulunamadı

HACI BEYLER CAMİİ ve BİLİNMEYENLERİ

BİR ESER, BİR MEKÂN

arasında Süleyman Bey Hamamı’nın bir kısmı, Gazalpa’da bir hamam, Çeltek hamamı, Veled Bahçesi diye yerler geçer.

Hacı Beyler’in20. yydayaşadığı üç önemli kırılma!

Hani başına gelmedik kalmadı, derler ya. Hacı Beyler, akla hayale gelmeyecek üç önemli olayı kısa zaman dilimleri içinde yaşar.

Tam İstasyon Caddesi üstündeydi.

1904 yılında Hicaz Demiryolu Hattı Karaman’dan geçer. O zamanlar tren garından Gazi İlkokuluna kadarki alan tarla ve bahçedir. Ve şehre bir yol çekilmesi kararlaştırılır. Ancak Hacı Beyler Camii, tam yol üstündedir. Alman mühendisler ne yaptı, dersiniz. Yolu kaydırdı, diye düşünenler yanıldı.

Cami yerinden kaydırıldı. Daha doğrusu 20-25 m kadar daha geriye yani şimdiki yerine tekrardan monte edildi. Belki caminin

kıblesi ile de o zaman oynandı.

Bilmeyenler için söyleyelim;

Aktekke ile Hacı Beyler’in kıbleleri farklı. Hacı Beyler’in kıblesi 5-10 derece daha güneye bakar.

Hacı Beyler Camii kütüphaneye dönüştürülüyor.

“Ben 1943 yılında bu camii incelerken üstü çökmüş harap bir halde idi.” diyen Konyalı, caminin kütüphaneye dönüştürülmeden önceki son tanığıdır. Bu tanıklığı Talat Duru Fotoğraf Arşivi’nden bir fotoğraf da destekler. Bu fotoğrafta cami tamamen harabedir.

Kerpiçten dış duvarları bir tekmelik durumdadır.

Uzunlamasına kemerler çıplaktır.

Arka duvarlar yıkılmıştır. Ve tahtaları dökülmüş kapı da göstermelik bir bekleyiştedir. Yine Konyalı’nın söylediğine göre caminin kıblesi ve batısı mezarlık idi. Bir de türbe vardı. Şimdi yeller esiyor, yerlerinde.

İkinci kırılma,Hacı Beyler Camii’nin tamir edilerek 1947 yılında kütüphaneye dönüştürülmesiyle gerçekleşir. Kütüphane olunca cami, bambaşka bir mekân olur. Karaman’da günlük yaşamın attığı merkezi yerlerden biri haline gelir. Hem kitabın hem okuyanın çok az ama değerli

olduğu 1950’lerde kütüphanebir hazinedir ve insanlar istediği her kitaba ancak kütüphanede ulaşabilmektedir. 60’ların sonunda ve 70’lerde buranın müdavimi olan Ahmet Tek abi, Burası bana hep İngiliz kütüphanelerini hatırlatır, diyor.

Hatırlatmaması mümkün değil. Çünkü kütüphane, cami de olsa bir tarihi mekânda kuruludur.

Arka duvara sıralanmış raflarla kemerler arasına yerleştirilmiş masalar eşliğinde kitaba dokunmak, kâğıdın kokusunu o mekanda solumak her halde betona değişilmez.

Ahmet Tek abi, kütüphaneyle ilgili hatıralarınıbir çırpıdaanlatıveriyor. Bir hatırası çok ilginç. O dönemin toplumsal hayatına da iyi bir örnek.

Kütüphane liselilerin tek buluşma yeridir.

Kızla erkeğin yan yana gelemediği, gelse bile ayıplandığı zamanlardır. Moda deyimiyle mahalle baskısı son haddinde. Önceden birbirleriyle sözleşmişgençler; kitap alma bahanesiyle

kütüphaneye gelir ve orada kesişirlerdi.

Burada da bir araya gelemezler; aynı masaya oturamazlardı. Çıt çıkarmadan göz ucuyla birbirlerini izlerlerdi. Belki anlık ve ayaküstü fısıldaşma olurdu.

Hacı Beyler yalağı!

Özellikle 60 yaş üstündeki Karamanlılar “Hacı Beyler yalağı gibi” deyimini çok kullanır da bu söz nereden gelir? Hacı Beyler ile ilgili hatıralara gömülen bir diğer değer de caminin karşı

güzel bir çeşmeydi,nasıl kıydılar, nasıl kıydılar, acımadan yok ettiler; nerde bir güzel eser var yok ettiler deyipi çlenir, hayıflanırdı.

Çeşme kadar yalağı şöhret bulmuş, Karaman’da.

İsmail Güven amcanın anlattığına göre Hacı Beyler çeşmesinin yalağı Karadağ taşından üç metre kadar uzunlukta büyük bir teknedir.

Kılbasan yönünden gelen camızlar da bu Hacı Beyler çeşmesinin yalağından sulanırmış.

Ne camızı, sorusu kulağa gelir gibi oluyor.

Karaman’ın kaybettiği kültürlerden biridir, camız. Antik çağlardan 90’lara kadar Karaman bir su şehri idi. Ve Karaman’ın beş altı yerinden su akar;

ovada suğla göllerine dökülürdü. Çamur ve suyu çok seven camız da 60 belki 70’lere kadar Karaman’da beslenen doğal hayvanlardan biri idi. Ve en az iki evden birinde camız bulunurdu…

Hacı Bey yalağı, deyiminden ne kast edildiği konusunda uzlaşma yok. Halk birisi hakkında alaylı benzetme

yaparken ya da çok ve boş konuşanları anlatmak için bu yerel deyimi kullanmaktadır.

Nur Eczanesi sahibi Abdurrahman Ünsay ağabey de olmayacak bir işi anlatmak için; Hacı Beyler yalağından suç iç de gel diye bir başka Karamanlı konuşmasını gülerek anlatıyor.

Hacı Beyler Camii tekrar cami olarak açılıyor.

O dönem Hacı Beyler’in tekrar camiye dönüştürülmesi büyük bir gürültü koparmıştı.

Hatta Hürriyet gazetesi, 1989’un Haziran ya da Ağustos’unda bu konuyu olumsuz biçimde

mekânlarının kütüphane ya da başka bir mekâna dönüştürülmesini kabul edilemez buluyordu.

Şimdilerde caminin sol ön köşesine bir minare yapılmış. Ancak minare caminin aslında yok ve eğreti duruyor. Betondan yapıldığı için estetik yoksunu. Bildiğin kaba saba.Bildiğim kadarıyla vakıflara ait camilere sonradan ekleme yapılmaz.

Yani eserin özgünlüğü bozulamaz. Ancak hizmete ve sevaba düşkün hayırseverlerimiz bir hassasiyet gösterip bu minareyi yaptırmış.

Şimdi hayırseverleri bir hassasiyet daha bekliyor.

Cami bahçesi ve müştemilatına bir el atılması gerekiyor. Bahçenin ağaçları düzensiz. Zemin kodu kendiliğine bırakılmış. Çim de çiçek de yok bahçede. Otlar kendiliğinden çıkıyor. Şadırvan kendi kaderinde. Müştemilatın görüntüsü sanayi dükkânlarını andırıyor.

KARAMAN’A İZ BIRAKANLAR

60 yaşını aşmış, artık çoğu kişinin ağabeyi konumuna gelmiş, dost halkası geniş iki Karamanlı arkadaşımın gözleri parlıyordu.

Karaman Lisesi’nin edepli ve mahçup iki genci, nur yüzlü öğretmenlerinin karşısında elleri dizlerinin üstünde, gülümseyen yüz ifadelerine 50 yıl sonra yeniden kavuşmuşlardı.

Öğretmeni ilk gördüğümde, ‘İşte

Müslüman’ diye sunulacak şahsiyetlerin son temsilcilerinden Prof. Dr. Sadettin Ökten’i görmüş gibi oldum.

Ak sakalı, bembeyaz saçları, gözlüğünün ardından sevgiyle bakan derin ve mütebessim gözleri, tertemiz spor kıyafeti bana Ökten Hoca'yı çağrıştırdı.

Tek fark, bu hocam incecikti. Bedeni ve ruhu cümleleri kadar inceydi.

Ben salona girince nezaketle ayağa kalktı.

Tanımadığım insanlarla asla, tanıdıklarımın büyük bölümüyle de kucaklaşmayan biri olduğum halde, hocamı sımsıkı kucakladım.

Aynı sıcaklıkla mukabele etti.

Bana emek veren bir insanın en yakın dostu olduğunu henüz öğrenmeden oldu bu kucaklaşmamız.

Galiba sevgi, ruhlar aleminde başlıyor.

Oradan ne bulaşmışsa o kadarını bu dünyaya beraberimizde getiriyoruz.

Birilerine kanımızın kaynaması, eski dostlardan biri gibi yakınlık duymamız bunun sonucu olmalı.

‘Hocam, sizin öğrenciniz değilim, lisede değil, Ticaret Lisesi’nde okudum’ dedim.

Hocamı biliyordum, Karaman çok küçüktü.

Herkesi bilirdik. Hocam, incecik, yaşıtlarına göre uzun boylu, şık bir kişi olarak hafızama kazınmış. Bir de esmerliği kalmış aklımda, siyaha yakın bir esmerlik.

Bu hatırladıklarımı paylaştım.

Hocam o günlere dönmüş gibi mutlu mutlu tebessüm etti.

Gönül kazanmak üzere görev üstlenmiş insanlar vardır. Bu insanlar, kendisini tanıyan kişilerin üzerinde derin izler bırakırlar, fiziksel değil, duygusal. Kendilerini uzaktan tanıyanlar üzerinde de bir güzel adam esintisi bırakırlar.

Yıl, 1969. Eskişehir otogarında elinde tahta bavul, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu, Ankara Fen Fakültesi’nden yeni mezun, kalbi pır pır bir genç. Kura çekmiş, Matematik öğretmeni olarak atanacağı yer, Konya’nın Karaman İlçesi.

Isparta’yı çeken bir başkası, “Hocam, değişelim”

diyor. O zamanlar mümkün, becayiş deniliyor.

İki kişi anlaşırsa bakanlık için sorun yok. Hocam öneriyi nezaketle geri çeviriyor. Nasip Karaman imiş. Nasibe sırt çevirmek, o günlerde bile ermiş vakarı taşıyan bir genç öğretmen adayı için münasip bulunmuyor.

Otobüs Eskişehir’den Konya’ya ulaşıyor.

Karaman yolcusu genç, mesleğe başlayacak olmanın heyecanı ve hiç tanımadığı bir şehrin hayaliyle dopdolu. Eskişehir’in Mahmudiye İlçesi’nin Balçıkhisar Nahiyesi’nde 1945’de doğmuş. 24 yaşında, heyecan dorukta.

Konya’dan Karaman otobüsüne biniş ve aynı heyecanla Karaman’a ilk adımın atılışı.

Şimdi sözü Süleyman Yalçın hocama bırakıyorum:

Benzer Belgeler