• Sonuç bulunamadı

Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarı döneminde takındığı agresif tavır ve izlediği baskıcı politikalar, partinin ve dönemin sonunu getirmiştir. Kansız bir şekilde “Beyaz Devrim”le iktidara gelen parti askeri darbeyle iktidardan indirilmiş ve kapatılmıştır. Ülkenin gidişatından kaygı duyan, cumhuriyetin ve Atatürk’ün çizdiği yoldan sapıldığı inancını taşıyan asker-sivil bürokrat kesim bu müdahaleyi gerçekleştirmiştir. Böylelikle yeni bir dönem başlamış ve bu yeni dönemin en önemli ihtiyacı olarak yeni bir anayasa hazırlanmıştır. 1961 Anayasası olarak bilinen bu anayasa, Türkiye’de ilk defa birey hak ve hürriyetleri konusunda siyasal iktidarı sınırlayan, kişinin siyasal, sosyal ve iktisadi bütün haklarını garanti altına alan ve bunları koruyucu kurumları kuran modern bir anayasadır. Demokrat Parti dönemine karşılık bir tepki anayasasıdır. Durum böyleyken Anayasa için 9 Temmuz 1961’de yapılan halkoylamasında sadece % 61,5 oranında kabul görmesi bir tezat oluşturmaktadır. Anayasa’nın yapılışına kapatılan DP’nin yanı sıra seçmen kitlesinin de iştirak etmemesi bu durumun sebebi olarak görülebilir.

1961 Anayasası Türk demokrasisine “çoğulcu” anlayışı, yasama yürütme ve yargı organlarının ayrı ayrı Anayasa’ya bağlı olmasını yani Anayasa’nın üstün olduğu bir kuvvetler ayrılığı sistemini ve devlet iktidarının paylaşılmasını, toplumsal barışı ve

adaleti sağlamak amacıyla ekonomik ve toplumsal yaşama müdahalesini ifade eden sosyal devlet ilkesi, temel hakların mümkün olan genişlikte sağlanmasını, mahkemelerin bağımsızlığını, yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığını tespit amaçlı Anayasa Mahkemesini, Millet Meclisi ve Anayasaya aykırı kanunların yürürlüğe girmesini engelleyecek bir ön mekanizma niteliğindeki Cumhuriyet Senatosu’ndan oluşan çift meclisli parlamentoyu getirmiştir.

Askeri rejimin ardından 1961 seçimleriyle demokrasiye geri dönüş yapılmıştır. seçimler sonucunda hiçbir parti tek başına iktidar olacak oy çoğunluğun erişememiş ve Türkiye ilk kez koalisyon hükümetiyle tanışmıştır. Bunda seçimlerde çoğunluk sisteminin terk edilerek nispi temsil sistemine geçilmesinin etkisi olduğu kadar DP’nin yerine onun devamı niteliğinde birden fazla partinin (AP-YTP-CKMP) kurulmasının da etkisi vardır. Nitekim bu partilerin aldıkları oy oranı % 60’ı geçmektedir. Bu oy oranından DP’nin popülist politikalarının halk üzerindeki etkisinin hala devam ettiğini sonucunu çıkarmak mümkün olabilir. Yeni Anayasa’nın mümkün kıldığı hukuki ortamda sol görüş de toplumsal ve siyasal alanda yer almaya başlamış ve sosyalist bir parti olarak Türkiye İşçi Partisi kurulmuştur. Bu partinin de desteğiyle doğu illerinde Kürt etnik varlığını öne çıkaran mitingler yapılmış buna tepki niteliğinde Erzurum’da milliyetçilik temelinde miting gerçekleştirilmiştir. Hatta TİP, 1965 ve ardından 1969 seçimleri sonucunda meclise girmeyi başarmıştır. Böylelikle cumhuriyet Türkiye’sinde daha önce pek temsil imkanı bulamayan görüşler toplumsal ve siyasi sahnede yer almaya başlamıştır. Ancak TİP milletvekili Çetin Altan’ın cumhurbaşkanı ve başbakana hakaret ettiği gerekçesiyle dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Anayasa’nın getirdiği özgürlükçü havaya yakışmayan bu karar Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Anayasa’nın yapımına iştirak etmeyen DP’nin mirasçısı sayılan ve 1965’teki seçimlerde tek başına iktidar olan Adalet Partisi, Anayasa’yı kamu düzenini bozduğu ve yürütme yetkisinin işlemesini engelleyip zayıf düşürdüğü konusunda sık sık eleştirmiştir. Artan şiddet olaylarının sebebinin Anayasa olduğunu ileri sürmüştür. Şiddetin günden güne artması sonucu askeri güçler yayınladıkları bir muhtıra ile hükümetin istifa etmesini sağlamıştır. Tüm meclisten seçilen ve parti farkı gözetmeden seçilen ve bunun yanında meclis dışından da yöneticiler alınan Nihat Erim’in başbakanlığında partiler üstü bir hükümet kurulmuştur. Yarı askeri bir yönetim söz konusuydu. Ne meclis feshedilmiş, ne de yöneticiler yargılanmıştır.

Tüm mekanizmalar darbe tehdidi altında normal bir şekilde işlemiştir. Ordu, yargının sınırlarının artırılması, temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması bunların sonucu olarak da kamu huzur ve güvenliğinin korunması için Anayasa’da istediği değişiklikleri yaptırabilmek amacındaydı. Bu bağlamda Bakanlar Kurulu’na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilerek yürütmenin otoritesi güçlendirilmiş, üniversitelerin özerkliği zayıflatılmış, TRT’ninki kaldırılmış, bütün idari işlemlerin yargı denetimini yapan Danıştay’ın yanında askerlikle ilgisi olanların eylem ve işlemlerini yürütecek Askeri Yüksek Mahkemeleri kurulmuştur. Anayasa’nın laiklikle ilgili maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle Milli Nizam Partisi ve son kongresinde “Türkiye’nin doğusunda Kürt halkının yaşadığı”na dair bir karar alması nedeniyle Türkiye İşçi Partisi kapatılmıştır. 1970’li yıllar koalisyon hükümetlerinin sıkça kurulup uzun süre görev yapamadan bozulduğu bir dönem olmuştur. Deyim yerindeyse “istikrarsızlık” istikrar haline gelmiştir. İktidarların dünyanın en ileri hukuksal belgelerinden biri olan 61 Anayasası’na savaş açmaları ve “Milliyetçi Cephe” adı altında kurulan hükümetler toplumda zaten varolan gerilimi ve kutuplaşmayı iyice artırmıştır. Seçim sisteminin de etkisiyle parlamentoda oluşan çok seslilik, parlamento dışında siyasi mücadelelere ve kavgalara dönüşmüştür. Siyasi terörizm, günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Fakat, Ahmad’ın da vurguladığı gibi, Türkiye’de 1970’li yılların başlarında tanık olunan terör eylemleri ideolojik açıdan sol ağırlıklı; emperyalizme, kapitalizme ve Batı etkisine karşı yapılırken, 1970’li yılların sonlarında yaşanan terör eylemlerinde hem sağ hem de sol ideolojik gruplar aktif yer almışlardır. Olaylar sağ ve sol ideolojik grupların birbirleriyle savaşımına dönüşmüş, toplumda kaos ve huzursuzluk ortamı yaratıp birbirlerinin toplumsal ve siyasi güçlerini kırmak amacına yönelmiştir. Bütün bunlara artan işsizlik, yükselen enflasyon, eriyen ücretler de eklenince ülke bir ateş çemberi içinde kalmıştır.347 Darbenin habercisi niteliğindeki 1979’un son günlerinde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e sunulan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin endişelerini ve gerekli tedbirlerin alınması isteğini içeren “Uyarı Mektubu”nda siyasi partiler ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına bir çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden boyutlara varmasını önleyemedikleri, bölücü ve yıkıcı

gruplara tavizler verdikleri ve kısır siyasi çekişmeler nedeni ile uzlaşmaz tutumlarım sürdürdükleri gerekçesiyle uyarılmış, ülkenin bu duruma gelmesinde Anayasa’nın hürriyetlere geniş yer vermesinin büyük payı olduğu vurgulanmıştır. Nihayetinde de 12 Eylül 1980 sabahı ordu yönetime el koymuş demokrasiye yine ara verilmiştir.

Netice itibariyle 27 Mayıs’ın ardından kurulan yeni düzende demokrasi, mutlak ve sınırsız çoğunluk yönetimi olarak kabul edilmemiş, kaybedenin iktidardan uzaklaştırılması reddedilmiştir. Yürütme gücünün geniş bir koalisyon dahilinde paylaşılmasını ve kesin bir kuvvetler ayrılığını öngörmesi, çift meclisli yapısı ve mecliste adil bir temsili hedefleyen nispi temsil sisteminin yürürlükte olması bakımından değerlendirildiğinde haklar ve hürriyetlerin geniş bir şekilde ayrımcılık yapılmadan her vatandaş için düzenlendiği bu dönemde Arend Lijphart’ın Oydaşmacı Demokrasi kuramının uygulama alanı bulduğu söylenebilir.