• Sonuç bulunamadı

Demokrat Parti, II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada görülen liberalleşme ve demokratikleşme eğilimlerinin Birleşmiş Milletler Anayasası’nda somut bir şekilde Türkiye’nin önüne konulmasıyla kurulmuş gibi görünse de partinin temelinde savaş sırasında zenginleşen kesimlerin oluşturduğu ulusal burjuvazi vardır. Yani güdümlü ya da demokratik çok partili hayata göstermelik olarak geçiş amaçlı değil sosyo- ekonomik temele dayanan bir partidir. Türkiye, topraksız ya da az topraklı köylülerin, ağaların topraklarında her türlü haklardan yoksun olarak çalıştığı bir ülkeydi. Savaştan sonra çiftçiyi topraklandırma kanunu kabul edilmiş ve çiftçiye toprak dağıtılmıştır. Kanunun mecliste görüşülmesi sırasında bir grup toprak ağalarının desteği ile ağır eleştiriler getirmiştir. Bu görüş ayrılığının ve Dörtlü Takrir’in, CHP tarafından reddedilmesi sonucunda Demokrat Parti kurulmuştur.

Zamanın moda akımı olan liberalizmi savunduğunu dile getiren DP, 1950 seçimlerini ezici bir üstünlükle kazanmış ve tek başına iktidara gelmiştir. Bunda halkın; CHP’nin biraz da dünyadaki siyasal ve ekonomik konjonktürün de etkisiyle kemer sıkma, siyasi baskı ve bürokratik devlet anlayışından sıkılmasının etkisi büyük olmuştur. DP; iktidara halkın oyuyla geldiğinden yola çıkarak oy toplamak ve halkın gözünde şirin görünmek uğruna popülist politikalar uygulamıştır. Halk devamlı yüceltilmiş, devrimlerin gerçek koruyucusunun Türk Milleti olduğu ifade edilmiştir. Ezan yeniden Arapça okunmaya başlanmış, öz Türkçe’ye çevrilen Anayasa yeniden eski haline getirilmiştir. Bu ortamda Atatürk'ün manevi kişiliğine yöneltilen saldırıları önlemek amacıyla yasa çıkarılmıştır. Kuzey Atlantik Paktı’na (NATO) girebilmek için meclise danışılmadan Bakanlar Kurulu kararıyla Kore’ye asker gönderilmiştir. İki kutuplu hale gelen dünyada Türkiye, ABD’nin başını çektiği Batı

Bloku içinde yer almış bu bağlamda komünizme karşı savaş açılmış ve Türkiye Komünist Partili birçok kişi gözaltına alınmıştır. Batı’ya yönelik bir eleştiri, solculukla eşdeğer kılınmıştır. Türk Devrimi’nde önemli yeri olan ve CHP’nin organı olarak görülen Halkevleri kapatılmış, yargı kararı olmaksızın kapatılan Millet Partisi’ne destek olan CHP’nin mallarına el konmuş ardından Köy Enstitüleri de komünizm propagandası yapıldığı gerekçesiyle kapatılmıştır. Devletin itibarını sarsacak bir şekilde yalan habere ceza getirilmiş bununla birlikte gazeteciye iddiasını ispat hakkı verilmemiştir. 1954 seçimlerinden de zaferle ayrılan DP, demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kararla kendisine oy vermediği gerekçesiyle Kırşehir ilini ilçe durumuna indirmiş, Malatya’yı da bölerek Adıyaman ilini ortaya çıkarmıştır. Çıkarılan yasalarda hep iktidar partisi lehine, muhalefeti kısıtlayıcı hükümler yer almıştır. Muhalefet partilerin radyodan yararlanabilmeleri engellenmiş, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nda önemli kısıtlamalar getirilmiş bu yasa çerçevesinde CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek Rize’de bazı dükkan sahiplerinin elini sıktığı gerekçesiyle hapse mahkum edilmiş, Halk Partililerin İnönü’nün şerefine verecekleri ziyafet, Hürriyet Partisi il başkanlarının Ankara’daki toplantıları yasaklanmış ve Kırşehir’i ziyaret eden Cumhuriyetçi Millet Partisi lideri Osman Bölükbaşı’yı karşılamaya giden halk coplarla dağıtılmıştır. Böylece iktidar- muhalefet ilişkileri iyice gerginleşmiştir. DP, muhalefete karşı partiye katılımları yükseltmek amaçlı Vatan Cephesi’ni kurarak varolan gerginliği daha da artırmış toplumda ayrımcılığa ve kutuplaşmaya sebep olmuştur. Anayasa ve güçler ayrılığına aykırı bir şekilde Tahkikat Komisyonu’nun kurulması ve mahkemelerden bile daha güçlü bir konumdaki komisyonun yayın yasağı uygulama, yayınları toplatma, matbaaları kapatma, belgelere el koyabilme şeklinde sıralanan yetkileri 27 Mayıs askeri darbesine giden süreçte bardağı taşıran son damla olmuştur.

İktidara gelmeden önce CHP’nin politikasını “kulis politikası” olarak görüp eleştiren, olayların halkın önünde tartışılıp bir sonuca bağlanması gerektiğini savunarak güçlü veya katılımcı bir demokrasiyi savunduğunu ima eden Demokrat Parti iktidara gelmesiyle birlikte muhalefetteyken savunduğu düşüncelerden farklı uygulamalarda bulunmuştur. Demokrasiyi cumhuriyetin tamamlanması ve milletin egemenliği olarak değil, biçimsel ve oy açısından ele almıştır. Aldığı oyların fazla olmasına da güvenerek milli irade kavramını meclise indirgemiş, seçme hakkına

sahip olan halka yönetme hakkı tanımamış, eski yönetici kadrosuna ve cumhuriyet sonrasının bürokrasisine yer vermemiştir. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasası’ndaki hükümlerle açık hava mitinglerine getirilen kısıtlamalar halkın siyasete katılımının en doğal yolunu engellemiş, muhalefet açık olan mekanizmaları daraltarak kendine uygun yöntemlere izin vermiştir. Bu şekilde milli irade hükümetle eşdeğer görülmüştür. İzlenen popülist ve enflasyonist ekonomi politikalarına, yabancı sermaye girişi ve borçlanma politikası da eklenince, toplum hayatında gözle görülür bir sosyo-ekonomik canlanma ortaya çıkmış bununla birlikte dışa bağımlı bir ekonomi ve dış politika bağımsız cumhuriyet anlayışını yaralamıştır. Sona yaklaştıkça muhalefete karşı sert önlemler artarak devam etmiş, basın, gençlik ve üniversite susturulmaya çalışılmıştır.

Demokrat Parti döneminin hangi demokrasi kuramıyla örtüştüğü sorusuna gelince; partinin liberal düşünceyi savunarak iktidara gelmesi, özel sektöre öncelik vermesi, liberal demokrasiyi savunan ABD önderliğindeki Batı yanlısı bir politika izlemesi, bu politikanın getirileri olarak iç kaynaklarla değil de dış kaynaklarla kalkınmayı tercih etmesi ve sosyalist ya da sosyal demokrat anlayış içerisinde görülen demiryollarının bir kenara bırakılıp karayolu yapımına öncelik verilmesi, ilk bakışta liberal demokrasi kuramının geçerli olduğu izlenimini yaratsa da yukarıda bahsedilen olaylar incelendiğinde dönem içerisinde liberal bir düzende olmaması gereken bir çok şeyin yaşandığı görülebilir. Liberal ideoloji, bir görüşün salt gerçek, diğerlerinin salt yanlış olduğunu kabul etmez. Çoğulculuk bu bakımdan ideolojik dogmatizme karşıdır. Bir tek gerçek kabul eden otoriter hükümet sistemi, ideolojik alanda dogmatizme ve tekilciliğe dayanır. Demokrat Parti gibi yalnız kendi görüşünün doğru olduğunu savunan, kendisi dışındaki görüşlere tahammül ve saygı göstermeyen, onlara karşı cephe alan ve vatan hainliğiyle suçlayan bir siyasal parti, liberal demokrasi ideolojisine ters düşer.

1924 Anayasası, belli bir zaman dilimindeki hakim aritmetik anlamdaki çoğunluğun mutlak ve sınırsız olmasını ifade eden “çoğunlukçu demokrasi”yi benimsemiştir. Buna göre sayısal çoğunluğun iradesini sınırlayacak, azınlık haklarını koruyacak ve iktidar-muhalefet ilişkilerini düzenleyecek herhangi bir mekanizma yoktur. Mecliste ezici bir çoğunluğa sahip Demokrat Parti bu durumdan yararlanarak bir tahakküm kurmuştur. Çoğunluğun her şeye muktedir olabileceği düşüncesinden

dolayı azınlık küçük görülmüş, halk oyunu meydana getiren ve açıklayan kurumların işleyişine engel olunarak hak ve hürriyetlere ağır darbeler vurulmuş, muhalefet inkar edilmiş, siyasi partilerin teşkilatlanma ve çalışmaları engellenmiş, basın ve temel haklar kısıtlanmış, ekonomik ve sosyal hayatın her alanına partizanlık hakim olmuş, halkın işlevi seçimlerde oy kullanmaktan öteye gitmemiştir. Dönem, bütün bu özellikleri itibariyle Çoğunlukçu Demokrasi kuramının Türkiye’de tezahür ettiği bir dönemdir. Bununla birlikte demokrasinin, kamusal iradenin oluşmasının kurumlarına ilişkin özellikle siyasal yönetim konumlarının seçimle elde edilmesini ve seçimle terk edilmesini sağlayan belli bir düzen olduğunu, halk iradesi ve halkın gerçek iradesi gibi inşaların “kuruntu”dan başka birşey olmadığını, bir elitin bütün ulusu temsilen konuşmasının daha uygun düşeceğini öne süren fakat egemenliğin frenlenmesi bakımından eksikliğe sahip, iktidarı kazanan önder tabakanın, iktidarı geniş ölçüde engelsiz olarak kullanabileceği tehlikesini de içinde barındıran Max Weber’in seçkinci demokrasi kuramının da izlerini taşımaktadır.