• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: HÂCE UBEYDULLAH AHRAR: BİR SÛFİNİN HAYATI

2.1. SÛFÎ, TARİKAT VE SİYASET: TEORİK BİR YAKLAŞIM

2.1.3. Hâce Ahrar’dan Önce Siyaset

Tarihi gerçekliği tartışmalı da olsa Bahaüddin Nakşbend’in halifelerinden Muhammed Pârsâ’nın Şahruh’un Buhara’ya göndermiş olduğu ültimatom mektubunu da minberden okuması da en azından tasavvufi çevrelerde siyasi

239 Togan (1981:267).

meselelere bir iştiyakın var olduğunu gösterir.241 Yine Bahaüddin Nakşbend’in Makamat’ında 14. yüzyıl sonu, 15. yüzyıl başlarında yine Nakşbendi muhitinde siyasete ilginin olduğunu gösteren hikâyeler mevcuttur.

“(Bahaüddin Nakşbend’in halifesi) Alaüddin Attar’dan nakledilir ki:

Benim hace hazretlerine karşı ilgi duyduğum ilk zamanlarda Buhara’nın Gülâbâd kapısında bir dervişin evindeydiler. O derviş, emir ve hâkimlere mahsus külah-ı nevruzî denilen bir çeşit başlık yapardı. O sırada birkaç tane yapılmış hazır külahları hace hazretleri (Bahaüddin Nakşbend) ve dervişler başlarına takarak şakalaştılar. Hace hazretleri, madem ki emir ve meliklerin külahlarını taktık, o halde memlekette bazı yetkileri kullanmamız gerekir. Şimdi ben hangi hâkimi azledip hangisini tayin edeyim diyince; dervişlerden Pehlivan Mahmud, o dönemde Maveraünnehr’in hâkimi olan zatın ismini zikretti. Hace hazretleri onu hükümetten aldım, başkasını getirdim. Dediler. Tesadüfen Kâbil’e gidecek bir kişi o anda oradaydı. Hace hazretlerinin azlettiği Maveraünnehr hâkiminin zulmünden kaçan umeradan bir kişi Kâbil’e kaçmıştı. Hace hazretleri bir mektup yazdı ve Kâbil’e giden o kişiye verdi. Kâbil’e gidecek kişiyle, o Emire gönderdi. Mektupta “Maveraünnehr hâkimi görevden alınılacak, yerine sen geleceksin.”

Birkaç gün sonra Maveraünnehr hâkiminin öldürüldüğüne dair bir haber geldi. Ve o hace hazretlerinin onu mahvettiği anda olmuştu.”242

Bu menkabenin kaydedildiği ve Bahaüddin Nakşbend’in makamatı olarak bilinen Enisü’t-tâlibin ve Utdetü’s-Sâlikin eserini hicri 802’de tamamlanmıştır.243

Demek ki daha 15. yüzyılın başında Nakşbendî muhitinde siyasete bir ilginin ve meşâyihin tasarrufatının sultanların otoritesiyle mukayese edildiği ve hatta ondan daha üstün olduğunun düşünüldüğü söylenebilir. Buna ilave olarak aynı dönemde Nakşîbendi menâkıbnâmelerinde şeyhlerin tasarrufunun sultanların iradesi ve otoritesinden daha üstün olduğu fikrinin tamamlayıcı ögeleri de tespit edilmektedir.Bizim hacegan ailemiz, mutasarrıftrılar. Onların gönlü her ne isterlerse o olur. Kimseye tabi olmazlar244ifadesi her türlü dünyevi otoriterinin üzerinde ve hatta otorite tayin edici bir güce sahip olunduğunu ima eden kutbiyyetin bir işareti olsa gerektir. Sultanların Hâce Ahrar tarafından tayini veya azli için Hâce Ahrar Allah’ın fermanını bekler, o ferman vârid olduğunda da iş

241 Manz (2013:93); Subtelny (2001:82-85).

242 Buharî (1371:189); Kadı (1388:124).

243 Tosun (2003:210)

yerine gelir.245Doğal olarak sultanların iradesinin ve otoritesinin üzerindeki sufi şeyhi pekâlâ onların halka yönelik taarruzlarında zâhiri olmasa da batıni olarak halkın koruyucusu ve hâmisi olarak tasvir edilmekteydi:

“Nakledilir ki, Deşt-i Kıpçak’tan Buhara’ya bir ordu taarruz eder. Ahalinin büyük kısmı helak olmuştu. Buhara’da can ve mal güvenliği kalmamıştı. Pek çok hayvan telef olmuştu. Hace hazretleri bir dervişinin cılız ve hasta hayvanını görüp, ona iyi bakmasını tavsiye etmişti. Derviş de ona bu bela ne kadar sürecek diye sorduğunda Hace, on gün süresi kaldı. O yüzden hayvanına iyi bak der. Ve bu kutsi sözlerin bereketiyle zâlim ordu, Buhara’dan çekilir. Ve Müslümanlar o sıkıntıdan kurtulur.”246

Aslında burada bir hususu daha tespit etmek mümkündür. 15. yüzyıl başında Nakşibendiyye’ye ait menkabelerde Bahaüddin Nakşbend gibi güçlü bir figür dahi ancak manevi olarak sultanlarla ilişki kuruyor, fiili olarak bir temasta bulunmuyordu. Bunun iki sebebi olabilir. Ya o dönemde Nakşbendilerin siyasi şahsiyetlerle ilişki kurması hoş karşılanmıyordu. Veya bu ilişkiyi sağlayacak şartlar oluşmamıştı, ya da uygun değildi.

Fakat her iki menkabede formüle edilen anlayış, yani halkı koruma ideali ve halkı koruyan şeyh motifi Hace Ubeydullah Hâce Ahrar’a ait menkabelerde soyut değil somut ve fiili olarak tasvir ediliyordu. Bu da Nakşbendiyye tarihinde Hâce Ahrar’a kadar zihinlerde oluşturulan şeyh-liğin Hâce Ahrarla birlikte değişmiş olduğunu gösterir. Hâce Ahrar’a kadar Nakşbendî muhitlerinde belki de şeyhlerinin kendilerini yönetimin farklı baskılarından ve kötü uygulamalarından koruması talebi hikâyeleştirilerek menkabelerde dile getirilmişti. Hâce Ahrar da gerek kendi sahip olduğu maddi ve manevi imkânlarla gerekse yaşadığı dönemin sosyal ve siyasi ortamını uygunluğu nedeniyle içeriden yani müritlerden geldiğini düşündüğü bu talebin karşılanması gerektiğine inanmıştı. O da şunun farkında olmalıydı ki, insanların her an köleleştirilebildiği, henüz toplamadıkları ürünlerinden vergi alındığı ve gelecek yıllarda yetişecek ürünlerine de vergi tahmil edildiği bir ortamda ahaliye tasavvuf ihlasından bahsetmek, sohbet ile ihlas ve iman kurtarmak ne kadar cazip olabilirdi?

245 Safi (1875:425).

Dikkat çeken bir durum da Bahaüddin Nakşbend’e ait menkabelerde Nakşî şeyhinin sultanlardan ziyade onların görevlileri üzerinde bir tesir gücüne sahip olmalarıydı. Bahaüddin Nakşbend, Herat melikinin sarayına davet edildiğinde vüzerâ, vukelâ ve melikin diğer görevlilerinden kime azar etmişse, o kişi acayip bir hale girip tavırları değişmiştir.247 Anlaşılan o ki o dönemde Nakşbendi muhiti ile sultanlar arasında Hâce Ahrar’ın döneminde olduğu gibi bir temas ya da yüzyüze gelme durumu yoktu. Sultan figürü o dönemdeki Nakşbendiler için yüzü dahi görülemeyecek, ulaşılamayacak ve hatta kendileriyle mülakatta olması hayal bile edilemeyecek bir durum olsa gerekti.