• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: HÂCE UBEYDULLAH AHRAR: BİR SÛFİNİN HAYATI

2.1. SÛFÎ, TARİKAT VE SİYASET: TEORİK BİR YAKLAŞIM

2.1.1. Hâce Ahrarı Siyasete İten Faktörler

Hâce Ahrar’ın siyasette, ekonomide ve doğal olarak sosyal hayatta etkili bir şahsiyet oluşunda, devrin siyasal ve ekonomik şartlarının önemli rolü olduğu araştırmanın hipotezlerinden birisiydi. Onun, kendisini ve tarikatını siyasetin tam da ortasına yerleşmeye sevkeden, bunun için siyasal ve ekonomik mücadele vermeye dahi iten nedenlerden birisi, onun Herat’ta geçirdiği süreç olabilir. Bu süreç, onun Herat safahatı önceden de değinildiği üzere, Hâce Ahrar’ın geleceğe dair şeyhlik, tasavvuf, siyasi, ekonomik ve sosyal fonksiyonlarının ne olup ne olmaması gerektiği yönünde belirleyici olmuştu. Çünkü Hâce Hâce Ahrar’ın özellikle Herat’ta yaşadığı dönem, yakın geçmişten o güne intikal eden fikrî mirastan ve ortamdan etkilenmiş olması, tasavvufa ve mürşitliğe dair tasavvurunun bu etkilenme sonucu oluşması kuvvetle muhtemeldir. Böyle düşünülmesini sağlayan neden ise, daha önce de görüldüğü üzere Herat kaynaklı düşünceleri ve orada şekillendirdiği anlaşılan siyasal ve ekonomik modeli Maveraünnehr’e taşımış olduğu düşüncesi bu araştırmada ileri sürülen temel tezlerdendir.Diğer taraftan Hâce Ahrar, Herat’ta bulunduğu sürede klasik ve belli bir standartta medrese eğitimi almamıştı. Hâce Ahrar’ın zihniyet dünyası daha ziyade, farklı sosyo-kültürel tabakalar içindeki sûfîler, onların hikâyeleri ve onlardan öncekilerin hikâyeleri ile yoğurulmuştu. Bu hipotezi sağlam bir temele oturtabilmek için, Moğol istilası sonrası sûfilerin siyaset ile olan ilişkilerinin ve konumlarının nasıl ve ne durumda olduğu sorusuna cevaplar bulmak önemliydi. Zira bu meseleyi sosyal tarih açısından anlayabilmek için, Hâce Ahrar’ı ve onun dönemini etkilemiş olması muhtemel özellikler, değişim ve dönüşümler tespit edilmeliydi. Fakat, Moğol istilâsının, Mâverâünnehr ve Horasan’da özelde tasavvufu nasıl etkilediğini ve sûfîlerin bu

yeni siyasal dalga içerinde nasıl bir pozisyon aldıklarını eleştirel tarzda ele alan fazlaca münhasır araştırma tespit edilemedi231.

Buna mukabil Moğolların faaliyetlerinin tasavvuf alanında meydana getirdiği değişimler konusunda çeşitli görüşler de vardır. Moğolların baskıcı ve zâlimâne idari uygulamalarının toplumu tasavvufa yönelttiği bu görüşlerden birisidir232. Bu görüşü destekleyebilecek sosyo-psikolojik veriler şuan için mevcut değil. Fakat, Moğolların, özellikle din adamlarına karşı yumuşak tavırlı olduklarını, onları vergilerden muaf tuttukları, bu devir üzerine yapılan hemen hemen bütün araştırmacıların ittifak ettikleri bir konudur233.

Moğol idaresinin toplum psikolojisinde yarattığı tahribat ve bu sebeple halkın tasavvufa yöneldiği konusunda net bir şey söylemek mümkün olmayabilir. Ancak, müverrihlerin ve araştırmacıların ittifak ettiği bir diğer konu da şehirlerin yıkılması, hatta buralarda yaşamın imkânsız hale gelişidir. Belki bu yüzden şehirleri terk eden halk, özellikle kırsal kesime göçle tasavvufi yapıların dairesi içerisine girmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Zira, İlhanlılar döneminde(1256-1335) en önemli dinî gelişme, sûfî tarikat-ların hızla yayılmasıdır. İlk aşamada bireysel bir zühd anlayışı olarak varlık bulan sufîlik, yavaş yavaş bir lider etrafında cemaatleşmeye doğru gitmiştir. Moğollar döneminde tasavvuf, müritlerin organize olmasıyla birlikte, kitle hareketine

231 Moğol istilâsının özellikle İran ve Horasan’daki tasavvufî yapılar üzerindeki etkileri ve bunlarla ilişkileri konusunda Lawrence G. Potter’ın devrin kaynakları esas alınarak hazırlanmış münhasır makalesinden epeyce yararlanılmıştır, bkz. “Moğollar Sonrası İran’da Sûfîler ve Sultanlar”, çev. Hanifi Şahin, Tasavvuf, İstanbul 2011, sayı: 28, s. 215-243.

232 İstilânın meydana getirdiği karanlık tablo, toplumun psikolojisini de etkiledi; bu etki insanlarda dünyevî hayattan kaçış şeklinde tezahür etti. Moğolların zulüm ve baskılarına maruz kalan halkın mistik eğilimleri yoğunlaştı; bu durum İslâm dünyasında aklî ilimlerin gerilemesine yol açarken, dinî- tasavvufî hareketlerin güçlenerek gelişmesi için uygun bir zemin hazırladı, bkz. Özgüdenli (2005:c:30:228). Özgüdenli’nin bu tespiti, söz konusu yönelimin sebeplerinden sadece birisi olarak düşünülebilir. Yine burada da görünen o ki, tasavvufî konularla ilişkili tarihi olayları anlamada ve doğru tespit etmede, çok yönlü araştırmalara gerek ihtiyaç olmalıdır. Olayların sosyal, ekonomik, kültürel, dini, siyasi, para-psikolojik, sosyo-psikolojik ve başka yönlerinin ve faktör çeşitliliğinin göz önüne alınması gereklidir.

233Yuvalı (1994:42); Rasonyi (1996:180); Spuler (2011:264,266); Barthold (1990:522); Roux (2001:466-467,486,518).

dönüşmüştür. Potter’e göre İslâm’ın bizzat kendisinin tehlikede olduğunun düşünüldüğü güvensizlik ortamında tasavvuf, kesinlikle bir cazibe merkeziydi. Mutasavvıflar, ulema tarafından temsil edilen şehir-merkezci resmi İslâm anlayışının aksine, insanları, özellikle kırsal bölgelerde yaşayanları, daha çok inancın duygusal ve bireysel boyutuna davet etmişlerdir234. Şehirlerin büyük oranda tahrip edilişi, şüphesiz buralardaki kitabi İslâm’ın temsilcileri ulemanın ve onların fonksiyon merkezi olan medreselerin etkinliğini de kırmış olmalıdır. Yani, sosyolojik olarak dini odak noktalarında bir zemin kayması gerçekleşmiş, İslâmiyetin güç ve aktivite merkezleri şehirden kırsal alana kaymış görünmektedir. Merkezlerin bu yer değiştirişine, ideolojinin veya ideolojik kökenli sebeplerin değil, sosyo-ekonomik ve siyasi yeni gelişmeler sebep olduğu anlaşılmaktadır.

Mistik aktivitenin odak noktaları, hângâhlarında veya dergâhlarında sûfî şeyhleridir. Onlar müritlerine İslâm’ın ruhî boyutunu öğretmekte, uygun davranış kurallarını tebliğ etmekteydiler. Şeyhin vefatından sonra onun kutsallığı veya bereketi (feyzi) genelde şeyhin ailesinde muhafaza edilen sil- sile vasıtasıyla bir sonrakine intikal etmekteydi. Neticede şeyhin türbesi, saygının merkezi haline; dergâh ve etrafı da kalıcı, devredilemez bağışlar veya vakıflarla desteklenen güçlü yerel kurumlar haline gelmekteydi. Moğollardan sonraki dönemde türbeler, dinî aktivitelerin ana merkezi olma noktasında yavaş yavaş camilerin yerini almıştır. Yaklaşık 1305 ile 1365 yılları arasında Câm, Natanz Pir Bakran, Erdebil ve Bestam gibi, önemli İran şehirlerinde sûfî şeyhlerin mezarları etrafında çok sayıda türbe inşa edilmişti. Bu türbelerin inşasında İlhanlı yönetimi ile sûfî toplum temsilcileri ortak hareket etmişlerdi. Türbeler, yerel toplumun hayatında oldukça önemli rol oynamıştır. Türbeler, problemlerine çözüm bulmak için şeyhin şefaatini arzu- layan insanların ziyaret ettiği sembol mekânlar haline gelmişlerdir235. Aslında bu durum şaşırtıcı gelmemelidir. Çünkü İlhanlılar, istilanın getirmiş olduğu ve yönetimin devamlılığı ve istikrarı için pekte pratik ve rasyonel olmayan zafer sarhoşluğunu atlatmışlardı. Onlar artık, yıkımdan ziyade imarın ve özellikle toprakla uğraşan ahalinin kalkındırılmasının ve vergi gelirinin

234 Potter (2011:216).

sağlanmasının gerekliliğini idrak etmiş görünmekteydiler. Dolayısıyla kırsal kesime olan ilgileri, artık çevrelerinde hatırı sayılır kitleleri barından sûfî şeyhleri ve onların cemaatlerini de göz ardı etmemiş olmalıdır. Ki bu sebeple sûfî şeyhlerin mezarları külliyelere dönüştürülmüş ve onlara bağışlar yapılarak vakıfları güçlendirilmiştir. Böylece, güçlü vakıfları sayesinde büyük gelirleri yöneten sûfî şeyhleri, bu ekonomik gücün doğal olarak sağladığı nüfuza da sahip olmuşlardır. Hatırı sayılır bir nüfuz ve sürekli-dokunulmaz bir ekonomik güç, bundan böyle bu güçlere sahip sûfî şeyhlerini, patrimonyal bir yönetim biçimi için müttefik veya muhalif birer güç odağına dönüştürebilecektir.

Emir Timur’un, Hocaların ve şeyhlerin halk üzerindeki mânevî nüfuzlarından faydalanmak maksadıyla hayatı boyunca İslâmî bir siyaset takip ettiği konusunda tarihçiler hem fikirdir236. Fakat Timur’un, kendi iktidarı döneminde belli bir tarikatı ve/veya şeyhi açıkça yücelttiği, devlet işlerine müdahil olmasına izin verdiği yönünde her hangi bir kayda rastlanmamaktadır.

Orta Asya’da, Timurlular öncesinde ve sonrasında sultanların sûfî şeyhlerine gösterdikleri teveccühün ve yaptıkları mâlî yardımların da bir izahının olması gerekir. Bu izah, çeşitli şekillerde yapılabilir. Bunların en başında da sultanların veya idari kadrodaki yöneticilerin, şeyhlerin nüfuzlarından yararlanma amacı sayılabilir. Hayli geçerli olan bu sebebin yanında, bir de meşruiyet meselesi söz konusu edilebilir. En azından Timurlu mirzaları ve yönetici elit için bu böyle değerlendirilebilir. Timurlu mirzalarının kişilik özellikleri ve tavırları, Babürnâme’de samimi bir şekilde tarif edilmektedir. Bu açıklamalara bakılırsa, Timurlu mirzalarının ve yönetim kadrosunun Müslümanlık bilinçlerinin veya seviyelerinin, sanılanın aksine Ortodoks bir şekilde olmadığı görülebilir. Bu şahsiyetlerinin sûfî şeyhlerine niçin ve hangi sebep-lerle mâli yardımda bulundukları açıklanabilir? Belki de bu durum, tarihi bir arka plana sahipti. Türk- Moğol devlet geleneğinde, siyasal meşrutiyet Han soyuna mensup olmaya dayanıyordu. Enteresan olanı şu ki, sûfî şeyhlerinin hemen hemen hepsinin soyu da, İslâm peygamberine dayandırılmaktadır. Yine Türk- Moğol geleneğinde, tâbiyetin ve bağlılığın ispatı ve dayanağı da, siyasal meşruiyet

sahibine hediyeler sunmak değil midir? Tüm bunlar, 15.yüzyıl ortalarında hâlâ Türk- Moğol kültürüne sahip ve o kültür ile yaşayan Timurlu mirzalarının, İslâm’a bağlılıklarını gösterme ritüelini akla getirmektedir. Peygamber soyundan gelen şeyhe veya şeyhlere yapılan mali yardımlar ve hediyeler ile, bir bakıma onların nezdinde İslâm’a bağlılıkları gösterilmiş ve kanıtlanmış olmuş olabilir. Bu, belirli bir esriklik ve bilinçle yapılmamış olabilir. Ama devrin zihniyet dünyasında böyle bir düşüncenin yaşamış olması da muhtemeldir.