• Sonuç bulunamadı

Bir toplumda gelir dağılımını doğrudan belirleyen e önemli unsur üretim araçlarına kimin sahip oluğu ile ilgilidir. Kamu hizmetleri dağılımı da gelir dağılımının unsurlarındandır. Eğitim, sağlık, ulaştırma, haberleşme, sosyal güvenlik gibi kamu hizmetlerinin yaygınlığı gelir dağılımını etkilemektedir, yani kamu hizmetlerinden yaralanma oranı gelir dağılımını etkilemektedir. Politik görüşlere, tercihlere bağlı olarak toplumun belli kesimlerine yönelik gelir transferleri yaparak gelir dağılımına etki edilmektedir. Şehirlerde imar affı uygulamaları, kamu yatırımlarının bölgesel

dağılımı, kamu mal ve hizmetlerindeki fiyatlandırma politikaları, tarımsal ürünlerin taban fiyatları ve çeşitli tarımsal sübvansiyonlar, yatırım ve ihracat teşvikleri ve kamu personeline yönelik ücret politikaları bu tür uygulamalardan en önemlileridir (Karakayalı, 1997: 58).

Gelir, üretim ve hizmet süreçleri sonucu elde edilen parasal, ya da nesnel getiridir. Gelir; bir kişiye, bir topluluğa belli zamanlarda, belli yerlerden gelen para olarak değerlendirildiği gibi üretim ve hizmet süreçleri sonucu elde edilen parasal ya da nesnel getiri olarak da değerlendirilmektedir.

Gelir dağılımı, gelir farklılaşmalarının açıklamasına yöneliktir ve bu noktada ekonomik ve toplumsal ilişkiler açıklık kazanır, netleşir. Bu çerçevede gelir dağılımının, ekonominin temel açıklayıcı kavramı olduğu yönündeki görüş geçerlilik kazanmaktadır.

Gelir dağılımı, salt ekonomik bir olgu değil, uygulanan toplumsal ve ekonomik politikaların, gelişmenin zaman içinde evriminin doğrudan sonucudur. Bu anlamda, yalnız üretim araçlarının mülkiyeti değil, kamu hizmetlerinin düzeyi, toplumsal geleneksel ilişkiler; işgücünün örgütlenme düzeyi ve yatay ve dikey hareketliliği, siyasal katılma biçimleri ve tüm bunların evrimi gelir dağılımını belirler. Gelir dağılımı bunların bir sonucu ve göstergesidir. Gelir dağılımını, ekonomi kuramında tartışmalı konuma getiren bu çok belirgin toplumsal niteliğidir.

Gelir dağılımını sorun durumuna getiren ikinci etmen, birikim ve yeniden üretim süreçleriyle doğrudan ilişkilidir. Gelirin tüketime mi, yoksa yatırımlara mı gideceği gelir sahiplerince belirlendiğine göre, gelir dağılımıyla yatırımlar arasında doğrudan bir ilişki kurulabilmektedir.

Bu nokta ekonomi politikalarının niteliğini belirleyen en önemli öğelerden biridir (DPT, 2001: 3).

B. Gelir Dağılımına Bilimsel Yaklaşımlar

İktisat politikasının gelişmesinde başlıca itici güçlerden birisi gelir dağılımı konusunda meydana gelen teorik gelişmeler olmuştur. Klasik iktisatçılardan Ricardo, politik iktisadın temel sorununun gelir dağılımını düzenleyen yasaların belirlenmesi olduğunu ileri sürmektedir. Ricardo, iktisat politikasının konusunu, topraktan elde edilen ürünlerin 3 sınıf arasında kar, ücret ve rant şeklinde bölüşümüne ilişkin yasaların belirlenmesi olduğunu ileri sürmektedir (Akyüz, 1977: 3). Bu tür bir gelir dağılımı gelirin fonksiyonel olarak dağılımı adlandırılmaktadır. Ricardo, gelir dağılımı

ve ekonomik büyümeyi birlikte ele almış ve büyümeyi, faktör paylarının gelişimine bağlamıştır(Aklin, 1975: 168).

Daha sonra Mill ve Marks da gelir dağılımını toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiler bütününün bir parçası olarak görmüşlerdir. Çünkü topak, sermaye, emek gibi üretim faktörlerinin bireyler arasındaki eşit dağılımı toplumsal sınıfları, dolayısıyla da sınıflar arası gelir dağılımını belirlemektedir. Mill’e göre gelir dağılımı kanunları üretim kanunlarının tersine, sosyal kanunlar olmalar nedeniyle değişebilir özelliklere sahiptirler. Marks esas olarak elde edilen ürünün ücret ve karlar arasındaki dağılımıyla ilgilenmiş, elde edilen gelirdeki emek dışı payın çeşitli mülk gelirleri arasındaki dağılımıyla ilgilenmemiştir. Temelde, Ricardo’nun fikirlerine dayanan Marks, temel üretim faktörleri mülkiyetinin sınıfsal bir dağılım gösterdiği durumda, toprak sahipleri sadece rant geliri, işçiler sadece ücret geliri, sermaye sahiplerinin de sadece kar/faiz geliri elde ettikleri ileri sürmektedir (Miynat, 2003: 55).

Menger, Walras ve Marshall’ın öncülük ettiği neo-klasik iktisatçılar gelir dağılımı konusunda klasiklerden farklı olarak, gelirin sınıflar arasında değil üretime katılan faktörler arasında paylaşılması ve faktör paylarının belirlenmesi şeklinden çok, faktör fiyatlarının oluşma biçimi üzerinde durmuşlardır. Neo-klasik iktisatçılar tam rekabet varsayımı altında her üretim faktörünün, ürüne yaptığı katkıya eşit getiri sağladığını ve bunun adil olduğunu belirli varsayımlar altında, toplam ürün bütün faktörler arasında paylaşıldığında geriye hiçbir artık kalmadığını, toplam ürünün tükendiğini gösteren bir bölüşüm teorisi kurmuşlardır. Bölüşüm teorisi faktör gelirlerini, bir birinden ve net üretim değerinden bağımsız olarak, bir arda belirlemeye yöneliktir.

Keynes ise, gelir dağılımı konusunda doğrudan bir teori ortaya koymamıştır. Ancak tam istihdamı sağlama, ekonomik büyüme ve gelir yaratma ile ilgili düşünceleri gelir dağılımı konusunda ipuçları vermektedir. Keynes esasen gelirin yeniden dağılımı konusuna değinmiştir. Keynes vergileri artırarak yüksek gelirli kişilerin gelirlerini azaltıp, düşük gelirlileri destekleyerek tüketim eğilimi ve efektif talebin artırılması, böylece istihdam seviyesinin yükseltilmesi gerektiğini ileri sürmüştür (Turhan, 1993: 35). Keynes esas olarak tam istihdamın sağlanması ve deflâsyonla mücadele üzerine yoğunlaştığından, daha çok tüketim ve harcama konuları üzerine yoğunlaşmıştır. Keynes tüketim ve harcamaların toplam talep üzerine etkisini inceleme konusu yapmış, Keynesyen gelir dağılımı konusunda daha çok Keynes’i takip eden iktisatçılar çeşitli teoriler geliştirmişlerdir.

Fonksiyonun gelir dağılımı yaklaşımı, Harrodd-Domar, Kaldor ve Kalecki’ nin öncülüğünü yaptığı Keynesci ve Neo Keynesci büyüme teorilerinde de temel olarak alınmaktadır. Sınıflara göre farklı gelir, dolayısıyla farklı tasarruf oranları büyüme dinamiğinin başlıca belirleyicisidir. Kaldor’un “İşçiler kazandıklarını harcar sermayedarlar ise harcadıklarını kazanır” özdeyişi, fonksiyonel gelir dağılımında Keynesci okulun genel kuralı olmuştur. Kaldor tam istihdam halindeki bir ekonomide, nispi faktör paylarının “ücret ve kar” yatırım oranını belirlediğini ileri sürmektedir. Kaldora göre, daha yüksek bir yatırım düzeyinde, sürekli bir tam istihdam dengesi için zorunlu olan daha yüksek bir tasarruf- hâsıla oranını gerçekleştirmek için gelir dağılımında bir kaymanın gerekli olduğudur (Uysal, 1999: 40).

Liberal siyaset felsefecisi Rawls/La başlayan ve muhafazakâr Nozick/Le devam eden, yoksulluk ve gelir dağılımı konularına yaptığı katkılarla Nobel ödülü alan A.Sen/Le gelişen bir tarihsel tartışma, geçen 30 yılı aşkın süredir. Diğer birçok katkılarla açıklık kazanmıştır. Diğer taraftan gelir dağılımında adalet tartışmaları Romer tarafından pozitif kalıplara dökülerek incelenmeye çalışılmıştır (Gürsel, Levent, Selim, Sarıca, 2000: 151).

C. Gelir Dağılımı Türleri

Gelir dağılımının başlıca dört türü vardır. Bunlar aşağıdaki gibi açıklanır:

a. Kişisel Gelir Dağılımı

Kişisel gelir dağılımı, toplam gelirin toplumu meydana getiren bireyler, aileler ve gruplar arasındaki dağılımını ifade eder. Buradaki tanımlamadan da anlaşılacağı üzere, kişisel gelir dağılımında gelirin fertler ya da haneler arasındaki dağılımı ön plandadır. Ekonomik eşitsizliklerin oldukça iyi bir göstergesi olan kişisel gelir dağılımından beklenen ilk hedef hane halkları arasındaki gelir eşitsizliklerinin belirlenmesidir. Kişisel gelir dağılımı bireysel ve statiktir.

Fertlerin veya tüketici karar birimlerinin belirli bir sürede elde ettikleri gelir miktarını belirlemek için kişisel gelir dağılımı kavramına başvurulur. Bu gelir dağılımı sayesinde, tüketici grupları arasındaki gelir dağılımı dengesizliklerini tespit etmek mümkün olduğu gibi, fonksiyonel gelir dağılımıyla kişisel gelir dağılımı arasındaki farkları tespit etmek de mümkün olabilmektedir (Özbilen, 1998: 378).

Kişisel gelir dağılımında gelir eşitsizlikleri, fertlerin ya da hanelerin gelirlerinin büyüklüğüne göre belirlenir. Hane ya da kişisel gelirin dağılımı, gelir büyüklüğü dışında gelirin türüne, sosyo-ekonomik gruplara, mesleklere, sektörlere, bölgelere,

yaş ve cinsiyete, eğitim durumlarına vb. göre sınıflandırılmaktadır. Kişisel gelir dağılımı araştırmalarının, bir ülkede belirli bir sürede yaratılan tüm gelirin haneler veya kişiler arasında nasıl bölüşüldüğünün ortaya konulması, hanelerin sosyal ve ekonomik yapılarında zaman içinde meydana gelen değişikliklerin belirlenmesi açısından önemli çalışmalar olma özelliği de bulunmaktadır.

Kişisel gelir dağılımında bireylerin veya tüketici birimlerin belirli bir süre boyunca elde ettikleri gelir miktarları göz önünde tutulduğundan, kişisel gelir dağılımı bireyler arası gelir eşitsizlikleri araştırmalarında başvurulması gereken bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Doğuşu neo-klasik iktisada dayanan refah iktisadın doğması ve gelir vergisinin uygulanmasıyla ilişkilidir. Kişisel gelir dağılımı, toplam gelirin toplumu meydana getiren bireyler aileler ve gruplar arasındaki dağılımını ifade eder. Kişisel gelir dağılımı şu açılardan önemlidir:

• Fertler arasında gelir eşitsizliklerinin göstergesi olarak ve ekonomik incelemelerde değişik amaçlarla kullanılabilir. Örneğin çeşitli ülkeler arasında gelir eşitsizliklerinin karşılaştırılmasında yada aynı ülke içerisinde gelir eşitsizliklerinin yıldan yıla nasıl bir gelişme gösterdiğini incelemek amacıyla kullanılır.

• Keynesyen görüşe göre, toplumsal ve ferdi tüketim ile tasarruf düzeyi gelirin bir fonksiyonudur. Dolayısıyla kişisel gelir dağılımının değişmesi ile beraber marjinal tüketim eğilimleri farklı olan sosyal grupların gelir düzeyleri değişecek bu da toplam tüketim miktarını dolayısıyla kısa dönemde istihdam hacmini, uzun dönemde ise potansiyel büyüme hızını kısmen değiştirecektir.

b. Fonksiyonel Gelir Dağılımı

Böhm- Bawerk’e göre fonksiyonel gelir dağılımı, farklı üretim faktörlerine, üretim fonksiyonlarına bağlı olarak düşen payın nasıl belirlendiğini gösterir. Burada üretim fonksiyonlarını oluşturan kişi- faktörler dikkate alınmaz. Böylece, fonksiyonel bölüşüm milli gelirin ücret, toprak rantı, faiz ve kar olarak ayrılmasını ifade eder (Neumark, 1948: 354; Uysal, 1999: 7).

Fonksiyonel gelir dağılımı ülke içinde yaratılan milli gelirin üç temel üretim faktörü olan işgücü, sermaye ve doğal kaynaklar arasında nasıl bölüşüldüğünü gösterir. Fonksiyonel gelir dağılımı bir ülkenin gelişmişlik seviyesi hakkında da bilgi verir. Örneğin gelişmiş ülkelerde ekonomik kalkınmanın başlangıç dönemlerinde,

tarım kesimi milli gelirden en büyük payı alırken, gelişme seviyesi yükseldikçe ücretlilerin payı artmaktadır. Gelişme yolunda olan ülkelerde ise tarım kesiminin milli gelirdeki payı önemini korurken ücretlilerin geliri nispi olarak daha düşük kalmaktadır.

Milli gelirin içinde ücret, faiz, rant ve karın paylarını saptarsak, milli gelirin fonksiyonel dağılımını elde etmiş oluruz ( Türk, 2008: 315).

Fonksiyonel gelir dağılımı, üretim sürecinde ortaya çıkan gelirin, üretim faktörleri ve sosyo-ekonomik gruplar arasındaki dağılımını gösteren yaklaşımdır. Çeşitli üretim faktörlerinin milli gelirden aldıkları payları inceleyen bir kavram olan fonksiyonel gelir dağılımı, milli gelir içindeki ücret, faiz, rant ve kar payları hakkında bilgi vermesi açısından da başka bir öneme sahiptir.

Gelirin faktörel dağılımı olarak da ifade edilen fonksiyonel gelir dağılımında, ülke içinde yaratılan milli gelirin, üç temel üretim faktörü olan işgücü, sermaye ve toprak sahipleri arasında nasıl bölüşüldüğü gösterilmektedir. Bu bölüşümde, üretimin ne kadarının emek sahiplerine ücret, sermayedarlara faiz, toprak sahiplerine rant olarak dağıtıldığı ve ne kadarının müteşebbislere kar olarak kaldığı incelenmektedir.

Fonksiyonel gelir dağılımını, gelirin emek gelirleri ile emek dışı gelirler arasındaki bölüşümü olarak nitelendiren başka bir tanımlamada; üretim süreci sonucunda ortaya çıkan gelirin üretim faktörleri ve sosyo-ekonomik gruplar arasındaki bölüşümünün önem taşıdığı belirtilmektedir. Gelirin emek ve mülk sahipleri arasındaki bölüşümünün yanısıra emek geliri, ücret, maaş, yüksek yönetici geliri gibi alt bileşenlerine, mülk gelirleri ise kar, rant gelirleri gibi kendi alt bileşenlerine ayrılarak, faktör payları konusunda daha ayrıntılı inceleme yapılabilir.

c. Coğrafi Gelir Dağılımı

Milli gelir hiçbir ülkede, çeşitli bölgelere eşit olarak dağılmamıştır. Milli gelirin coğrafi dağılımı, bir ülkenin farklı bölgelerinde yaşayan insanların milli gelirden ne oranda pay aldıklarını gösterir (Türk, 2008: 313).

Bir ülkenin çeşitli bölgeleri arasındaki kişi başına düşen gelir farklılıklarını bulmaya yarayan bölgesel gelir dağılımı, bir ülkenin gelişmiş ve az gelişmiş bölgeleri arasındaki farklılıklarını ortaya çıkarmakta kullanılabilir. Bu dağılımın kullanılma amacı milli gelirin ülkede her bölgeye eşit olarak dağıtılmamış olmasından kaynaklanır. Bazı coğrafi ve siyasi nedenlerden dolayı belli bölgeler, milli gelirden daha çok pay alırken bazı bölgeler daha az pay almaktadır.

Bölgesel gelir dağılımı dengesizliklerin giderilmesi özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından büyük önem taşımaktadır. Bunun nedeni bölgesel gelir dağılımının bölgeler arasında gösterdiği farklılıkların göç çarpık kentleşme ve artan alt yapı talebi gibi birçok problemi de beraberinde getirmektedir.

d. Sektörel Gelir Dağılımı

Gelirin sektörel dağılımı, bir ekonomide yaratılan toplam hâsılanın iktisadi faaliyet kollarına göre dağılımını ifade eder (DPT, 2001: 19).

Bir ekonomide tarım, hizmet ve sanayi adı altında üç ana sektör vardır. Sektörel gelir dağılımı, bir ekonomide bu üç ana sektörün gayri safi milli hâsılaya ne oranda katıldığının değerlendirilmesidir. Yani, tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin milli gelirden aldıkları paylar bunların uzun dönemde izledikleri yol, sosyal hâsılaya katkısı gibi ekonomik veriler, devlete gösterge teşkil ederek hangi sektörlerin teşvik edileceğini hangi sektörlerin milli gelir dağılımını ne şekilde etkilediğini sektörlere göre gelir dağılımının sonuçlarına bakarak karar verme imkânı sağlar.

Sektörel gelir dağılımı analizleri, ülkenin gelişmişlik düzeyleri hakkında bilgi verir. Gelişmiş ekonomilerde, ekonomi sanayileşmesini tamamlayıp hizmet aşamasında olmasından dolayı tarım sektörünün milli gelirdeki payı azdır. Az gelişmiş ülkelerde ise ekonomi tarıma dayalı olduğundan tarım sektörünün milli gelirdeki payı fazladır.

D. Gelir Dağılımının Ölçülmesi Yöntemleri

Gelir dağılımındaki değişiklikler, küreselleşme ve/veya teknolojik değişme gibi yapısal etkilerden veya ülkenin makroekonomik performansının kötüleşmesinden kaynaklanabilir. O halde, gelir dağılımını belirleyen faktörleri kısaca şöyle sıralayabiliriz: İşgücü piyasası ve işgücünün dağılımı, üretim faktörlerinin ve bu faktörlerin fiyatlarının dağılımları, servetin dağılımı, eğitim düzeyi, sosyal kurallar ve düzenlemeler, dünya ekonomisindeki değişiklikler (küreselleşme, teknolojik değişim, vb.) ve ülke ekonomisindeki değişiklikler ve politikalar; enflasyon, krizler, bütçe açıkları, devalüasyon, özelleştirme, vb. ( Kuştepeli, Halaç, 2004: 4).

Kişisel gelir dağılımları, çeşitli gelir büyüklüklerine veya gelir dilimlerine düşen birey, aile veya tüketici birimi sayılarını gösteren frekans dağılımlarıdır. Literatürde kişisel gelir dağılımını ölçmek için kullanılan çok sayıda ölçü bulunmaktadır. Bu ölçüler içinden Değişim Aralığı, Aralık Ölçüsü, Göreli Ortalama Sapma, Standart Sapma, Varyans, Logaritmik Varyans, Değişim Katsayısı, Gini

Oranı, Yüzde Payları, Lorenz Eğrisi, Pareto Katsayısı ve Atkinson Eşitsizlik Ölçüsü hakkında bilgi verilecektir.

Gelir dağılımı serilerinde, değişkenliğin (dağılımın) fazla olması eşitsizliğin de fazla olmasını göstermektedir. Çünkü gelir grupları arasındaki gelir farklılıklarının fazlalığı, değişkenliği yaratmaktadır.

Gelir dağılımı araştırmalarında değişkenlik için en çok standart sapma, göreli ortalama sapma, varyans, logaritmik varyans, değişim aralığı ve değişim katsayısı ölçüleri kullanılmaktadır (DPT, 2001:5) .

Değişim Aralığı: Değişkenlik hakkında kabaca bir fikir veren değişim aralığı,

bir serideki maksimum gelir ve minimum gelir arasındaki farkı ifade eden bir ölçüdür. Değişkenlik hakkında ancak kabaca bir fikir verebilen bu ölçü, serinin sadece iki uç değerini dikkate alarak arada kalan diğer terimlerin nasıl değiştiklerini hiç hesaba katmadığı için eleştirilebilir.

Değişimi belirleyen en basit ölçü, en büyük gözlem değeri ile en küçük gözlem değeri arasındaki fark olarak tanımlanan değişim aralığıdır (İkiz, Püskülcü, Eren, 1996: 25).

Aralık Ölçüsü: En ilkel eşitsizlik ölçütü, dağılımın iki ucundaki extreme (uç)

değerleri karşılaştırmak; yani en yüksek ve en düşük gelirleri mukayese etmektir. Bu nedenle aralık ölçüsü, bu iki düzey arasındaki farkın ortalama gelire oranı biçiminde tanımlanabilir. Aralık ölçüsü iki uç değer arasındaki dağılımı ihmal ettiği için eleştirilmektedir.

Aralık ölçüsü, en yüksek ve en düşük gelir düzeyleri arasındaki farkın ortalama gelire oranıdır (Aktan, Vural, 2002: 13 -14).

Göreli Ortalama Sapma: Bir dağılımda uç değerleri incelemenin dışında da

çeşitli analiz araçları vardır. Bunlardan biri göreli ortalama sapma’dır. Dağılımdaki bütün gelir düzeylerini ortalama gelir ile karşılaştırır ve tüm farkların mutlak değerlerinin toplamı bulunup; bu farklar toplamı, toplam gelire oranlanırsa göreli ortalama sapma elde edilir. Bu ölçüt için, ortalamanın aynı tarafında bulunan daha yoksul bir kişiden daha zengin bir kişiye doğru yapılan gelir transferlerine karşı hiçbir şekilde duyarlı olmaması bir eleştiri noktasıdır(DPT, 2001: 5). Aralık ölçütünden farklı olarak, göreli ortalama sapma tüm dağılımı kavrar. Ancak bu ölçüt, ortalama gelire göre aynı bölgede yer alan iki kişi açısından daha az gelir sahibi olandan daha fazla gelir sahibi olana yapılan gelir transferine karşı duyarlı değildir (Aktan, Vural, 2002: 13 -15) .

Varyans: Değişmenin ortak istatistikî ölçüsü olan varyans, mutlak farkların

değerlerinin basit toplamını almak yerine, bu farkların kareleri toplandığında ortalamadan uzaklaşan farkları ifade eder. Diğer şeyler sabitken, daha yoksul bir kişiden daha zengin bir kişiye yapılan gelir transferi her zaman için varyansı, diğer bir ifadeyle eşitsizlik ölçüsünü yükseltir. Bu nitelik bir eşitsizlik ölçütü için çok önemli bir husustur.

Standart Sapma: Bu ölçü, terimlerin aritmetik ortalamadan farklarının

(sapmalarının) kareleri ortalamasıdır. Standart sapma, istatistiksel analizlerde dağılım ölçüsü olarak en çok kullanılan ölçüdür. Üst gelir grubundan düşük gelirli birime gelir aktarması olduğunda büyük değerdeki sapma azalır, küçük değerdeki sapma artar. Bütün gelirlerin birbirine eşit olduğu durumda standart sapma sıfırdır.

Logaritmik Varyans (Gelirlerin Logaritmalarının Varyansı): Düşük gelirli

olanların gelir transferlerine daha fazla önem verilmesi istendiğinde gelirler için logaritmik formun kullanılması gerekir. Çünkü gelir düzeyleri arttıkça, gelir düzeyleri farkları daralma meydana gelmektedir. İstatistikte genel olarak geometrik ortalamadan farkların karesi alınmakla birlikte, pek çok gelir dağılımı çalışması aritmetik ortalamanın logaritmasından farklar biçiminde bir yaklaşım izlenmektedir. Ölçünün logaritmik olması küçük gelirlerin nisbi olarak daha çok ağırlık taşıması sonucunu doğurur. Belli bir miktar gelirin düşük gelirli bir kişinin gelire eklenmesi logaritmik varyansta aynı gelirin yüksek gelirli bir kişinin gelirinden çıkarılması durumundan daha çok bir düşme meydana getirir. Logaritmik varyans, diğer eşitsizlik ölçülerine göre düşük gelirlilere daha fazla ağırlık vermekte ve ayrıca değişim katsayısı gibi ortalama gelir farklılıklarından etkilenmediğinden gelir dağılımı karşılaştırmalarında bir sorun yaratmamaktadır. Logaritmik varyans ortalama gelirin altındaki ve üstündeki farkları tam olarak yansıttığı için serinin tamamı ile ilgilenmektedir. Bütün bunlar refah açısından eşitsizlik ölçüsü için tercih edilir özelliklerdir.

Logaritmik olmasının gereği düşük gelir gruplarına daha fazla ağırlık veren bir ölçüttür. Yüksek gelirlilerden düşük gelirlilere gelir transferinin olması durumunda logaritmik standart sapma değerinde düşme meydana gelir. Ölçütün ölçme birimlerinden bağımsız olma özelliğine sahip olması uluslararası ve dönemsel karşılaştırmalarda kullanılmasına olanak tanımaktadır (Aktan, Vural, 2002: 15- 17).

Değişim Katsayısı: Bir serinin standart sapması, serinin aritmetik

ortalamasına bölünür ve sonuç 100 ile çarpılırsa değişim katsayısı elde edilir. Değişim katsayısı ile standart sapmanın aritmetik ortalama içindeki payı bulunmuş

olur. Değişim katsayısı, her düzeydeki gelirler arasındaki gelir transferlerine karşı duyarlı olma özelliğine sahip olmasıyla beraber varyanstan farklı olarak ortalama gelirden ve ölçü biriminden bağımsız olduğundan ülkelerarası karşılaştırma yapmada kullanılabilir bir ölçüdür. Bütün gelirlerin eşit olması halinde değişim katsayısının değeri sıfır olur (DPT, 2001:6).

Lorenz Eğrisi: Gelir dağılımındaki eşitsizliği, yatay ekseninde nüfusun

kümülâtif oranlarıyla, dikey ekseninde de bu nüfusun elde ettiği gelirin kümülâtif

Benzer Belgeler