• Sonuç bulunamadı

Gazetenin Genel Amacı ve Yayın Politikası

B.2. Berlin Antlaşması

1.2.4. Gazetenin Genel Amacı ve Yayın Politikası

Osmanlı gazetesi gündelik haberlerden ziyade siyasi, edebi ve felsefi konularda uzun yazı dizilerine ve makalelere yer vermiştir. Özellikle dönemin siyasi olaylarına dair önemli yazılar kaleme almıştır. İşlediği konulara genel olarak göz atacak olursak bunlar Balkanlardaki siyasi durum, Avrupa'nın genel durumu, Orta 107Sena Küçük, "İlk Türkçe Çocuk Dergileri Ve Çocuklara Mahsus Gazete", Selçuk Üniversitesi

Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 24, Konya 2010, s. 225.

108Zeynep Özaltın, Sanat Eleştirisi Kültürünün Türkiye'de Gelişimi 1880-1980(Yıldız Teknik

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Ve Tasarım Ana Sanat Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2010, s. 41-45.

Doğu, Afrika ve zaman zaman da Uzak Doğu'nun siyasi durumu gibi konulardır. Özellikle Balkanlarda Berlin Antlaşması maddelerinin uygulanmasına yönelik icraatlere haber ve makalelerinde sıkça yer vermiştir. Gazete bunlardan başka İslami konular, edebi konular, felsefi konular, İslam toplumlarında kadının yeri, sanat ve sergilerle ilgili haberler, mali ve askeri konular, Osmanlı coğrafyasında yaşayan Ulahlar, Ermeniler, Kürtler gibi topluluklara dair haberler ve çeşitli konulara da yer vermiştir.

Osmanlı gazetesi yazılarında her zaman Osmanlı Devleti taraftarı bir politika izlemiş, siyasi konularda Osmanlı Devleti politikalarına paralel yazılar yayınlamaya özen göstermiştir. Bunun dışında gazetenin üslûbu her zaman barış ve itidal yanlısı olmuş, siyasi gerginlikleri tahrik edecek üsluplardan her zaman kaçınmıştır. Gazetenin yazarlarının entelektüel birikimleri bir hayli fazladır. Yazılarını yazarken tarihi olaylara, mitolojik hikayelere sık sık göndermeler yapmakta çağının siyasi olayları ile bunlar arasında analojiler kurmaktadır. Özellikle Abdullah Kamil ve Ahmet Mithad'ın sanatçı yönü ve kişiliği ön plandadır ve bu yönleri gazetedeki yazılarına da yansımaktadır.

Osmanlı gazetesi 1 numaralı nüshasında bir mukaddime yayınlayarak ne yapmaya çalıştığını, amacının ne olduğunu ve varlık sebebini uzun uzadıya açıklamıştır. Abdullah Kamil'in kaleme aldığı mukaddime aşağıdaki gibidir:

Gerek özel bir sebeple olsun gerek bir görev gereği olsun bir yerde kendilerini ispat etmeye niyetlenenler, üstün bir şekilde ortaya çıkmak isterler. Bebekler bu dünyaya ağlayarak gelir. Belki de bu dünyada her şeyin kendi yüzlerine gül gibi gülmeyeceğini hissettikleri için ağlarlar. İlk defa bir salonu ziyaretiyle şereflendirecek olan genç bir beyzade, salonda bulunanları olabildiğince nazik bir şekilde selamlar ve utandığını gizlemek için de kendini zorlar. Kendini seçtirmeye çalışan milletvekili, ilk kez hitabet kürsüsüne çıkıp ileride hükmü altına alacağı ahaliyi gözden geçiren hatip, eşyasının güzelliği ve fiyatlarındaki ucuzluk ile emsali görülmemiş, işitilmemiş derecede güzel mağazasının kapısını hırslı bir şekilde rağbetli müşterilerine açan tüccar, büyük bir iş yapmak için elinde bir projesi olup bunu hayata geçirmek için sermaye ve imtiyaz arayan adam, sermayesinden

faydalanmak için hisse senedi arayan ile elindeki hisse senedinden kâr yapmak isteyen hissedar… Velhasıl herkes, insandaki konuşma gücünün, sadece derdini anlatmak için kendisine bahşedildiğine inanarak, nutuk vermeyi adet edinmiştir.

Böyle bir adete karşın biz ne yapacağız? Gazetemizin hâli yeni doğan bir çocuğun hâli ve masumiyetimiz de onun masumiyeti gibi olduğuna göre biz de doğar doğmaz geleceğin bizim için bir gül bahçesi olup olmayacağını bilemeyerek ve hatta gül goncasının açmasını şimdiden hissetmek suretiyle buna ihtimal vererek, bizim için en doğal mukaddimenin feryat ve figandan ibaret olabileceği hatıra geliyor. Ancak sesimize kulak tıkanması da ihtimal dahilinde olup bu da elde etmek istediğimiz şeye aykırıdır. İlk defa salona giren beyzadeye nazik bir şekilde eşit fırsat verilirse, biz de onun gibi hazır olanları nazik bir tavır ile selamlarız. Yukarıda saydığımız milletvekili, hatip, çoğunlukla politikacılar, tüccarlar ve özellikle gazeteciler gibi biz de okuyucularımızı büyülemek için mukaddime yerine geçecek nutkumuza hemen başlamalı ve bu adetimize boyun eğmeliyiz.Şimdi bu işte adaylığımızı doğrudan doğruya açıklayalım. Biz kimiz, ne isteriz, kime karşı hitap ediyoruz, hangi menfaati koruyacağız ve matbuat içinde hangi eksikliği gidereceğiz? Biz kimiz? Başlığımız kim olduğumuzu ilan ediyor. Biz, Osmanlıyız. Bizim bizzat ifade edemeyeceğimiz manayı bir kelime daha fazla ve daha güzel ifade eder.

Biz ne istiyoruz? Bizim istediğimiz şey Osmanlılar için barış, refah, şan ve büyüklüktür. Bunu herkese açıkça göstermek, yani Osmanlılığı aslına en çok benzeyen renkler ile tasvir ederek, gerçek görünüşüyle dünyaya göstermek istiyoruz. Böylece, adalet ve hakikati sevenlerin, yalan ve iftiralara karşı güvenlerini kazanabileceğimize sağlam bir şekilde inanıyoruz.

Biz kime hitap ediyoruz? Osmanlıların hem dostlarına hem de düşmanlarına hitap ediyoruz. Özellikle Avrupalı olan dostlarına ve düşmanlarına hitap ediyoruz. Dostlara hitap edişimiz, Osmanlıların o dostluğa layık olduklarını ve gösterdikleri dostluğu takdir edeceğini kendilerine ispat içindir.

Hangi menfaati koruyacağız? Osmanlı vatanının, Osmanlı ailesinin ve Osmanlı dininin kutsal menfaatlerini! Özellikle Müslümanların kutsal menfaatlerini ki diğerlerinden daha çok tehlikede olanlar onlardır.

Matbuatta hangi eksikliği gidereceğiz? Yukarıdaki açıklamalardan sonra artık hangi eksikliği gidermiş olacağımızı eklemeye gerek var mı? Hakikat! Doğu'da, tercümanların hainliklerine uğramaksızın Avrupa'ya hitap edebilmenin siyasî şartlarından olmak üzere Osmanlı Devleti'nin menfaatlerini koruyan Fransızca hiçbir gazete yoktur. Fransızca yayın yapan Bosfor (Boğaziçi) ve İstanbul, halkının durumunu anlatsa bile halkın menfaatine değildir.

Ama diyecekler ki:

Durunuz! Durunuz! Gözleriniz yok mu? Yoksa sağır mısınız? Yahut dünyaya henüz ayak basar basmaz o kadar kötü kalpli olmaktan utanmıyor musunuz? Derdinizi açıkça söyleyiniz. Bir meydana ilk defa adım atanlardan ayrılmayan utangaçlık sizi bezdirmesin. Derdinizi açıkça söyleyiniz. Doğu'da sizi koruyacak birçok İstanbullu, Osmanlı yok mu? Korye Doryan (Şark Tatarı), La Turque, İstanbul, Far dö Bosfor (Boğaziçi Feneri) nedir? Bunlar Doğu'nun, Osmanlı ülkesinin, Boğaziçi'nin, İstanbul'un menfaatleri için uğraşmıyorlar mı? İstanbul denilen gazetenin başka bir bakış açısı olabilir mi? Bosfor, halkının kendileri tarafından yine kendileri için yakılmış olan o fener ile halkı aydınlatmıyor mu?

Korye Doryan ile Far dö Bosfor her ne kadar kedi ile köpek gibi kavga ediyor olsalar da nahiv ilmine aşina olması farz edilen bir köpek ile zeki bir kedi bazen bir meselede anlaşabilirler. Ancak onların ittifakları hiçbir zaman Doğu'nun ve yahut İstanbul'un menfaati noktasında birleşmez. Burada herkes bilir ki Korye Doryan bir "Korye Bulgar"dan başka bir şey değildir. Bunu Korye Doryan'ın kendisi de asla gizlemez. Zira Bulgaristan'ın istiklalinin ikinci senesinde Bulgar parlamentosunun resmen tahsis etmiş olduğu yirmi beş bin franklık nakdî yardımı, Korye Doryan gazetesi memnuniyetle kabul etmişti. Özellikle, öteden beri Filibe yahut Filipopoli diye adlandırılmakta olan şehir için "Plovdiv" diye Bulgarca bir isim keşfetmiş olması yirmi beş bin franka değmez mi?

Korye Doryan o kadar Bulgar'dır ki, Far do Bosfor ilk yılında, Mösyö Voutyras'ın yazılarının birisinde bütün Osmanlı toprakları üzerinde üç Bulgar'dan başka Bulgar bulunmadığı ileri sürmüş, bu üç Bulgar'dan birincisi Korye Doryan'ın imtiyaz sahibi Mösyö Giampiétri olduğu ve diğer iki Bulgar'ın da her sene

paskalyada kalpaklarını yere vurup dans eden iki adamdan ibaret olduğuna hükmetmiştir. Fakat herhalde Bulgaristan denilen memleket Doğu'da olduğunu inkâr edemeyeceğinden Korye Bulgar'ın da Korye Doryan olmaya hakkı vardır.

Far do Bosfor'a gelince, bu Boğaziçi Feneri her ne kadar özel menfaatlerle yüklü gemilere yol gösterir ise de gösterdiği yol bizim limanımıza doğru olmayıp Atina tarafına doğrudur. Atina'nın da Doğu tarafında bulunduğu iddia edilebileceğinden ve Far do Bosfor müdürünün Yunan olması sebebiyle pek ala menfaatlerini düşüneceğinden bu gazete de Doğu'nun menfaatlerine hizmet edenlerden birisi yerine geçebilir. Biz bunda hiçbir mahzur görmeyiz.

La Turque'ye ne diyelim? Bu gazete için Avrupalı dostlarımız "İşte, bir

millet gazetesi! Ey Osmanlı, bunun aksini iddiaya cesaret edebilir misin?" derler.

Allah korusun! La Turque'nin çok uzun zamandan gerçekten bir millet gazetesi olduğunu biliyoruz. Bu ibare başlığının altında bile yazıyordu. Belki hâlâ millet gazetesidir. Bunun hakkında açıklama almak için Romanya'ya başvurulmalıdır.

İstanbul gazetesi Fransız gazetesi midir? Yazdıkları insana bu konuda şüpheye düşürür. Fakat insaf edelim de kendi gözündeki direği görmeyip başkalarının gözündeki çöpü görmek deyimini hatırlayalım. Acaba İstanbul halihazırı korumak taraftarı mıdır? Öyle olsa neyi muhafaza edebilecek ki? Diyelim ki komünizm taraftarıdır. Affedersiniz, ruhban taraftarı da olabilir. Sakın bunu gizleyen bir Cizvit olmasın? Hemen öyle zannedeceğiz. Bazıları bu gazetenin İngiliz ya da başka bir millete ait olduğunu söyler. Hayır, biz buna dair hiçbir şey bilmiyoruz. Fakat Türk gazetesi olduğu kesindir.

Gramer ilminde mahareti olmadığı gibi edebiyat ilminde de mahareti olmayan Korye Doryan bizi affetsin. Ama bu gazeteler Avrupa kamuoyunu karıştırmayı başarabilirler. Avrupa kamuoyu, bu gazeteler Doğu'yu, Doğu adamlarını, Doğu'nun durumunu, Doğu kamuoyu ile Doğu coğrafyasını, Doğu bağımsızlığını biliyorlar diye onlara itibar ederler. Bu gazeteler Doğulu oldukları için şüphesiz Doğu'yu bilmeleri lazımdır. La Turque, Türkiye'de, İstanbul'da bulunduğu gibi Korye Doryan da Doğu'nun payitahtında Asmalı Mescit sokağında dağıtıldığı için elbette Doğu'dan gelmiş sayılır. Ve Far do Bosfor'un matbaa ve idarehanesi de

Galata'da olduğuna göre müşterilerinin abone olmaları için oraya başvurmalarını hatırlatıyor.

Avrupalılar Doğu basını denilen gazetelerin içeriğinin gerçekten de Doğu düşüncesinden ibaret olduğunu bilmelidir. Çünkü bu gazeteler, kendi abonelerinin arzularına göre yazarlar. Avrupa kamuoyu, Far do Bosfor'un bahsettiği üç Bulgar'ın birkaç sene zarfında Müslümanların aleyhine ayaklanacağını; Osmanlıları esef verici, gerçek bir karşılaşmaya mecbur edip yapılan son savaşa ve Osmanlıların felaketine sebep olacak kadar çoğalabildiklerini kabul etmedi mi ki? Hatta yine bu Doğulu gazetelerin yayınlarına Avrupa inanmış ve Bulgar'dan birkaç sene zarfında doğanlar Müslümanlar tarafından bunca katliamlara uğratıldıktan sonra bile Berlin Antlaşması esnasında koca bir emaret teşkil edecek kadar çoğalmışlardır. Emaret'in teşkilinden iki sene sonda hâlâ bize inandırılmak isteniliyor ki Doğu Rumeli'nin de ilhakıyla Bulgaristan'ın bir kat daha büyümeğe hakkı vardır. Bunların kuvvetleri ne kadar büyükmüş?

Bununla birlikte eğer Far do Bosfor'un halk ve istatistik bilimindeki mahareti Avrupa kamuoyu nezdinde Bulgaristan'a uygulanınca hiç seviyesine inerken, Yanya ve Tırhala taraflarına ait meselelerde ise Avrupa Far do Bosfor'a göre hüküm veriyor. Zira Yanya ve Tırhala'da hatta Bulgaristan'dan başka bütün Osmanlı ülkesinde bile Yunanlılardan başka hemen hiçbir halk bulunmadığını kesinlikle hükmetmek üzeredir. Coğrafyacı Mösyö Synvet Bulgaristan'da bile Rum'dan başka halk bulunmadığını ispata kalkıştığı hâlde diğer birtakım bilim adamları da bunun aksini ispat etmektedir. Avrupa diplomasisi Bulgaristan'a ait meselelerden başka Mösyö Synvet, İstanbul ve Far do Bosfor'un dedikleri üzerine hüküm vermiştir.

Deniliyor ki şurada burada birtakım cahil vatanseverler ile ahmak adamlar ve cesur hayvanlar (Arnavutlar) bu kadar bilim adamı ve siyasetçinin aksine Yanya ve diğer yerlerdeki birtakım Arnavut halkın da mevcut olduğu davasına kalkışmışlar. Ne kadar boş bir dava! Bu Arnavutlar nerede imiş? Bunlar Arnavut değil Ulah imişler. Slav taraftarı olan alimler, gazeteler ve diplomatlar oralarda Ulah'tan başka halk olmadığını söylüyorlar. Bu durum Yunan taraftarlarına sorulacak olursa Ulahların da Rum'dan başka bir şey olmadıklarını iddia ederler. Bulgarlığa ait bir

meselede bizden başka bütün dünya Bulgarlara inanıyor. Zira bunlar koca Bulgaristan'da altı tane ciddi Fransızca bilen bulunmadığı hâlde altı tane kadar Fransızca gazeteye sahip olarak onlarla avazları çıktığı kadar haykırmaktadırlar. Hele bunların gazeteleri pek güzel bir Fransızca ile yazılmakta olup onları Yunanlılar kendileri okudukları zaman o kadar dik bir ses ile o kadar güzel okurlar ki meşhur Demosthenes'in torunları olduklarına şüphe kalmaz. Fakat Kürtlere, Arnavutlara, Türklere ve bu gibi kaba saba ve terbiyesiz ve de mutaassıp adamlara yani Osmanlı denilen bizlere dair bir mesele oldu mu bize inanan bulunmaz. Ancak bu milletlerden hangisine ait bir mesele çıkacak olsa o mesele bize ait bir meseledir.

Bulgar, Rum, Ulah, Arnavut, Kürt, Ermeni, Türk ve diğerlerinden olup Osmanlıların sayesinde rahat olarak yaşamış ve şu anda da yaşamakta bulunan milletlerin hepsi bizden ibarettir. Bunların hepsi biziz. Biz, yani büyük Osmanlı milleti! Her biri bizim ahalimiz bizim halkımız olan ve Osmanlı milletini oluşturan milletlerdir. Bu milletlerin kanları bizim kanımız, canları bizim canımızdır. Bu milletlerin önemini ve faziletlerini inkâr etmeyiz. Birini diğerine tercih etmeyiz. Hepsi Osmanlı evladıdır. Hepsi eşittir ve Osmanlı denilen toplumu bunların kardeşçesine birleşmeleri oluşturmaktadır. Biz davamızı ispat için düzmece istatistiklere lüzum görmüyoruz. Katoliklerin Sünni ve Protestanların Şii olduklarını ispata çalışmak gibi iddiada bulunmayız. Doğrudan başka söz söylemeyiz. Yazık ki biz doğrularımızı Osmanlı diliyle söylüyoruz. Başkaları ise yalanlarını Fransızca söylüyor.

Avrupa'da otuz kişi kadar Doğu'ya meraklı diplomatdan başka kim Türkçe'yi anlar? Bazen Osmanlıcayı Fransızcaya tercüme ediyorlar. Ama ne tercüme! Sevgi ile yazılan makaleleri tutucu ve vahşice gösterip bizi insanlık namına hapsedilmesi gereken tehlikeli adamlar olarak ilan ediyorlar. Biz öylesine suçlanmış bir mahkûm gibi duruyoruz ki bize hiçbir şey sormaksızın ve söylemeksizin hakkımızda mahkeme tarafından karar veriliyor. Biz artık bu hâlde kalmak istemiyoruz. Çünkü hâlâ Avrupa'nın adaletine güveniyoruz ve hakkımızda hüküm vermeden evvel bizi konuşturmasını istiyoruz.

İstiyoruz ki Doğu basını sütunlarında Osmanlılık namına Avrupa'ya söz söyleyenlerin bizler, yani asıl Osmanlı milleti olduğumuzu Avrupa bilsin. Bu sözleri söyleyenler büyük entrikalara hizmet edenlerdir. Fransız lisanı gibi, hak ve adaletin gereğini söylemeye vasıta edilen üstün bir lisan ile mazlum bir milletin güvenini hâlâ medeni Avrupa'ya sunmak istiyoruz. Savunması dinlenmeden mahkûm edilen bir millet, kendi hakkında verilen hükmün adil bir şekilde düşünülmesi için birliğine herkesin iman ettiği adil olan Allah adına, diğer milletlere başvuruda bulunuyor. Eğer aciz kalırsak şikayetimizi yüce Allah'a iletmekle beraber umumi adalete başvuruyor. İşte millî bir gazete sıfatıyla Fransızca olarak çıkan Osmanlı gazetesi bu maksatlar üzerine kurulmuştur. Allah, çalışmalarını kutsar ve hizmetlerini vatan için faydalı kılarsa gazetemiz heyetinin bütün arzuları yerine gelmiş olur.109

Benzer Belgeler