• Sonuç bulunamadı

2 GENEL BİLGİLER

2.9 GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANAMALARI

Gastrointestinal sistem (GİS) kanamasına genel pediatri uygulamalarında sıkça rastlanır. Bu şikayetin sebepleri yaş gruplarına göre farklılık gösterir. Kanama sebepleri genellikle basittir ve küçük bir tedaviyle iyileşir ancak bazen bu semptom

40

hayatı tehdit edici bir durumu işaret edebilir. Genellikle ayrıntılı anamnez, fizik muayene, basit laboratuvar incelemeleri ve uygun yöntemlerle tanı konulabilir.

Çocuklarda gastrointestinal sistem kanaması, miktarı az bile olsa, gaita ve kusma içeriğiyle karıştığında fazla miktarda bir kanama gibi görünerek aile ve hekimi telaşlandırır. Duodenum ve jejunumun birleşme bölgesinde yer alan treitz ligamanının distalinden kaynaklanan kanamalar alt GİS kanaması olarak adlandırılırken, treitz ligamanının proksimalinden olan kanamalar üst GİS kanaması olarak adlandırılır (54). Kanama çoğunlukla anal fissür gibi basit bir sebebe bağlıdır ve küçük bir tedaviyle veya tedavisiz olarak iyileşir. Ancak bazen invaginasyon, meckel divertikülü veya midgut volvulus gibi hayatı tehdit edici bir patolojinin işareti olabilir (55,56). Üst GİS kanamaları genellikle melenaya neden olurken, alt GİS kanamaları hematokezya şeklinde ortaya çıkar (57,58).

Tablo 5. Yaş gruplarına göre gastrointestinal sistem kanamalarının nedenleri

0-1 ay 2-24 ay 2-18 yaş

Süt alerjisi Anal fissür Polipler Anal fissür

Nekrotizan enterokolit Süt alerjisi Enfeksiyöz enterokolit

Barsak duplikasyonu Polipler Gastrit, Özefajit Varis kanaması

Volvulus Enfeksiyöz enterokolit Peptic ülser

Anal fissür İnvaginasyon Mekkel divertikülü

Hirschsprung hastalığı Meckel divertikülü Henoch-Schönlein purpurası

Kanama diatezi Hirschsprung hastalığı Hemolitik-üremik sendrom

Özefajit, Stres Gastriti Kanama diatezi Kanama diyatezi

Septisemi Barsak duplikasyonu Anjiyodisplazi

Anjiodisplazi Gastritis Lenfonodüler hiperplazi

İnvaginasyon

Gıda alerjisi: Sıklıkla inek sütü ve soya proteinlerinin neden olduğu,

yaşamın ilk aylarında ortaya çıkan, kusma, kanlı ishal ve dehidratasyonla seyreden bir enterokolit tablosudur (54,59). Gizli kan kayıplarına sebep olabileceği gibi aşikar kanamaya da neden olabilir. Alerjik eozinifilik gastroenterit tipi, eozinofili ve gastrointestinal kanalın eozinofilik infiltrasyonu ile karakterizedir (54).

Anal fissür: Yaşamın ilk yılında görülen en sık rektal kanama sebebidir.

41

şeklindedir (54). Daha büyük yaş gruplarında şiddetli fissür ya da rektal yırtık, cinsel istismar ihtimalini akla getirmelidir (59).

Nekrotizan enterokolit: Nekrotizan enterokolit, genellikle prematürite,

düşük doğum ağırlığı, asfiksi, sepsis, hipotansiyon, polistemi gibi barsak iskemisine yatkınlığı artıran sebeplere bağlı olarak gelişen şiddetli bir inflamatuvar süreçtir (60). Yenidoğan yoğun bakımındaki hastaların %1-7 sinde görülür ve mortalitesi %40’dır. Barsak mukozasının koruyucu etkinliği kaybolarak intestinal floranın barsak duvarına invazyonuna ve kan dolaşımına geçmesine neden olur. Klinik olarak kanlı gaita yapma, kusma, karın distansiyonu, letarji, apne ve hipotermi ile kendini gösterir (54).

Hirschsprung hastalığı: Aganglionizise bağlı olarak itici peristaltizmin ve

internal anal sfinkter relaksasyonunun yetersizliği ile ortaya çıkan intestinal obstrüksiyon tablosudur. Hirschsprung hastalığı olan hastaların yaklaşık %10- 30'unda enterokolit gelişir. İntestinal immunglobulin A yetmezliği ya da intestinal mukus yapısındaki değişiklikler, enterokolite yatkınlığı artırır. Ateş, kanlı ishal ve batın distansiyonu sık görülen semptomlardır (54).

Barsak duplikasyonu: Barsak duplikasyonları ağızdan anüse kadar GİS in

herhangi bir yerinde olabilir ancak çoğunlukla (%50) ileumda görülür (61,62). Meckel divertikülünün tersine barsağın mezenterik kısmında yer alır (54). Sferik kist şeklinde veya GİS boyunca paralel seyreden tubüler segment şeklinde olabilir (60). Barsak duplikasyonlarının %25'i ektopik gastrik mukozaya sahip olduğu için ülserasyon ve kanamaya neden olabilir (62).

Kanama diyatezi: Yeni doğanın hemorajik hastalığı, K vitaminine bağımlı

pıhtılaşma faktörlerinin yetmezliğine bağlı olarak ortaya çıkar. Bu pıhtılaşma faktörleri postnatal 48-72’inci saatlerde en düşük kan seviyesine ulaşır. K vitaminin doğum sonrasında rutin olarak uygulanmaya başlanmasından beri, bu hastalıkla oldukça nadir olarak karşılaşılmaktadır. Doğum sonrasında K vitamini verilmemesi, pıhtılaşma faktörlerini etkileyen ilaçların maternal kullanımı, yağ malabsorbsiyonu (örn. kistik fibrozis) viral ya da bakteriyel sepsis ve antibiyotikler nedeniyle barsak florasının değişmesi kanama bozukluğuna neden olabilir (54).

42

Volvulus: Konjenital intestinal malrotasyon, fetal yaşam sırasında barsakların

rotasyonunu tamamlayamaması ve yetersiz fiksasyonu sonucu oluşan anatomik anomaliler spektrumunu ifade eder. Malrotasyona bağlı intestinal obstrüksiyon ve volvulus sıklıkla yenidoğan döneminde görülür. Midgut volvulus duodenumdan transvers kolon orta kısmına kadar barsak infarktına sebep olabilecek ciddi bir patolojidir. Safralı kusma, batın distansiyonu ve volvule olmuş barsağın iskemisine bağlı kanama ile karşımıza çıkar (54).

Özefajit ve stres gastriti: Gastroözefajial reflü veya hiatal herni, ülserasyon

ve erozif özefajite neden olarak kanama yapabilir. Yeni doğan yoğun bakım ünitelerindeki hastaların yaklaşık %20’sinde görülen kahve telvesi şeklindeki mide aspiratının sebebi stres gastritidir.

Anjiodisplaziler: Arteriovenöz malformasyonlar ve hemanjiomlar gibi

vasküler anomaliler GİS kanamalarının çok nadir sebeplerindendir. Tanı koymak güçtür. Benzer cilt lezyonları ile birlikte olabilir.

2.9.1 Tanı

GİS kanamalı bir çocuğun değerlendirilmesinde, ayrıntılı anamnez ve fizik muayene önemlidir (54). Öncelikle genel durum bakısı, havayolu, solunum ve dolaşım sistemi muayenesi yapılmalıdır (63).

Çeşitli ilaçlar (ampisilin, fenobarbital, rifampin) hematokezya ve melenayı taklit edebilir (54,57). Bu yüzden aile tarafından kan olarak tarif edilen materyalin gerçekten kan olup olmadığı biyokimyasal yöntemle değerlendirilmeli ve ayrıntılı anamnez alınmalıdır (54,60).

Epistaksis, orofarengeal kanamalar ve hematüride GİS kanamalarıyla karışabilir (54,60). Ayrıca özel bir çocuk istismarı şekli olan Munchausen by proxy sendromunda, ebeveynlerin hasta hakkında yanıltıcı bilgi verme ihtimali de unutulmamalıdır. Bu psikiyatrik bozuklukta, bir anne-babanın çocuğunda gerçekte olmadığı halde bir hastalık üretmesi sonucu ortaya çıkan her türlü durumu tanımlar. Tahlil için gönderilen idrarın içine insan albumini, gaitanın içine insan kanı ekleyen ebeveynler literatürde bildirilmektedir (58,60,64,65).

43

Kanamanın özellikleri, kanama nedeni ve yeri hakkında önemli bilgiler verir (60). Kahve telvesi şeklinde ya da açık kırmızı renkte kusma treitz ligamanının proksimalindeki lezyonlarla ilişkilidir. Total kan volumünün % 2'sinden fazla olan üst GİS kanamaları genellikle melenaya sebep olurken vakaların % 10'unda açık kırmızı rektal kanama görülebilir (57). İnce bağırsak lezyonları genellikle koyu kırmızı renkte kanamaya, kolonik lezyonlar ise açık kırmızı renkte kanamaya neden olur (57,66). Gaita etrafındaki çizgisel kanamalar, anal fissür gibi anal kanal lezyonlarında görülür (57).

Fizik muayenede, kanamaya sebep olan patolojiyle ilişkili olabilecek bulgular dikkatle gözden geçirilmelidir. Egzama varlığı süt alerjisiyle ilişkili olabilir. Ciltte peteşi, ekimoz ya da purpura görülmesi, kanama diyatezi veya trombositopeni akla getirmelidir (54).

Anorektal bölge muayenesi ile anal fissür tanısı kolayca konulabilir. Batın distansiyonu ve intestinal obstrüksiyon bulguları volvulus, nekrotizan enterokoliti veya bağırsak duplikasyonunu düşündürmelidir (63).

Ayrıntılı anamnez ve fizik muayene ile tanı konulamayan olgularda çeşitli testler uygulanır. Yutulmuş anne kanının neden olduğu melena, kanın %1’lik sodyum hidroksit ile muamele edilmesi esasına dayanan Apt Downey testi kullanılarak kolayca ayırt edilebilir (54,60). Kanama pıhtılaşma testleri, kanama diatezi olan hastaların belirlenmesinde önemlidir. Tam kan sayımındaki trombosit sayısı, kanama diatezi tanısında önemliyken, eozinofili süt allerjisi tanısında faydalı olabilir. Obstrüksiyon bulguları olan hastalarda, ayakta direkt karın grafisi ve ultrasonografi faydalıdır. Nekrotizan enterokolitli hastalarda adinamik ileus, bağırsak duvar kalınlaşması, pnomotatozis intestinalis, portal vende gaz veya pnömoperitoneum saptanabilir (67).

Malrotasyona bağlı midgut volvulusda hava-sıvı seviyeleri veya gazsız batın görünümü tanıda yardımcıdır. Ultrasonografi ile midgut volvulus veya bağırsak duplikasyonuna ait kitle saptanabilir. Yenidoğan dönemindeki cerrahi acillerden birisi olan midgut volvuluslu malrotasyonda, üst GİS pasaj grafisi, “tirbüşon” veya

44

2.9.2 Tedavi

GİS kanamalı çocuklar, şayet hipovolemi bulguları varsa, öncelikle intravenöz sıvı infüzyonu veya kan transfüzyonu ile hemodinamik olarak stabilize edilmelidir. Bağırsak obstrüksiyon bulguları olan hastalara aspirasyonu önlemek ve dekompresyon sağlamak için nazogastrik sonda takılmalıdır. Vital bulguların stabilasyonu sağlandıktan sonra ayrıntılı anamnez, fizik muayene, laboratuvar ve radyolojik tanı yöntemleri ile kanamanın nedeni saptanır. Tedavi kanama sebebine yönelik tıbbi veya cerrahi tedavi şeklinde uygulanmalıdır.

2.10 HENOCH-SCHÖNLEİN PURPURASI

Henoch-Schönlein purpurası (HSP) etyolojisi tam olarak bilinmeyen, başta cilt olmak üzere gastrointestinal sistem, eklemler, böbrekler ve daha seyrek olarak diğer organların etkilendiği bir lökositoklastik vaskülittir. Genellikle 5-15 yaş grubunda görüldüğünden HSP bir çocukluk çağı hastalığı olarak değerlendirilebilir (68,69).

2.10.1 Tanım

Henoch-Schönlein purpurası, küçük damarlar başta olmak üzere damar duvarlarına IgA çökelmesi ile gelişen akut lökositoklastik vaskülite başlı olarak ortaya çıkan sistemik inflamatuar bir sendromdur. Sendrom daha önce “anafilaktoid purpura”, “alerjik purpura”, “romatoid purpura”, “alerjik vaskülit”, “lökositoklastik vaskülit” ve “peliosis romatika” olarak da adlandırılmıştır. Henoch-Schönlein purpurası en sık çocuklarda görülür ve çocukluk çağının en sık görülen vaskülitidir (68,69).

2.10.2 Epidemiyoloji

Henoch-Schönlein purpurası çocukluk çağında nadir olan sistemik vaskülit sendromları arasında en sık görülenidir. Hastalık en sık 2-15 yaş arası çocuklarda görülür (68,71). Hastalığın belirgin bir coğrafi ve etnik dağılımı yoktur. Erkek

45

çocuklarda kızlara göre 2:1 oranında daha sıktır. Hastalığın daha çok ilkbahar, sonbahar ve kış mevsimlerinde ortaya çıkabileceği yapılan çalışmalar ile gösterilmiştir (69).

2.10.3 Etyoloji

Henoch-Schönlein purpurasının etyolojisi kesin olarak bilinmemektedir ancak hastalığın immün kompleksler ile ilişkisi olduğu kabul edilmektedir. Genetik bir yatkınlığın HSP’ye yol açtığı düşünülmüş ise de herhangi bir HLA doku tipi ile ilişki ortaya konamamıştır. Sürekli immünsüpresif tedavi altında iken tipik bulguları ile HSP geçiren olguların varlığı asıl tetikleyicinin bağışıklık sistemindeki bir bozukluk olmayıp bir enfeksiyon etkeninin tetiklediği immünolojik yanıtın hastalığa yol açtığını düşündürmektedir (68,72). Henoch-Schönlein purpurası özellikle kış aylarında daha yaygındır (69). İlk olarak Schönlein’ın fark ettiği gibi HSP üst solunum yolu enfeksiyonları (ÜSYE)’nı takiben ortaya çıkabilir. Olguların yaklaşık yarısında bulgular ortaya çıkmadan kısa bir süre önce ÜSYE geçirme öyküsü vardır. Ancak bu bağlantının kış aylarında ÜSYE’nin sıklığındaki genel artışa bağlı bir yanılgı olup olmadığı tam olarak açıklanamamıştır. Çalışmalarda herhangi bir patojenin tek başına HSP’ye yol açtığı gösterilememiştir. Değişik çalışmalarda kesinleştirilememekle beraber streptokoklar, varisella, mikoplazmalar, parvovirüs, adenovirüs, Ebstein-Barr virüsü, Yersinia, Legionella ve daha başka pek çok enfeksiyon etkeni ile HSP arasında bir ilişki olabileceği düşünülmüştür (68,69,73,74). Bu noktada üzerinde en çok durulan mikroorganizma streptokoklardır (75). Bu konudaki tek olgu kontrollü çalışma Ercan ve arkadaşları (76) tarafından yapılmıştır. Çalışmalarında HSP’li çocuklardaki streptokoksik göstergeler sağlıklı çocuklara göre yüksek, yalnız mutlak streptokoksik ilişkili hastalığı (Ör. akut romatizmal ateş) olan çocuklara göre düşük bulunmuştur. Bu sonuçla HSP etyolojisinde streptokoklar dışında başka ajanlarında sorumlu olabileceği düşünülmüştür (76). Bazı hastalarda da alerji, aşılar veya ilaç duyarlılığı sorumlu tutulabilmektedir. Zaman zamanda belirgin bir tetikleyici neden bulunamadan olgularda kümelenme görülebilir.

46

2.10.4 Klinik bulgular

Henoch-Schönlein purpurasının klinik bulguları trombositopeni olmaksızın ortaya çıkan palpabl purpura şeklinde deri döküntüleri, eklem bulguları, gastrointestinal sistem (GİS) tutulumu ve renal tutulum ile karakterizedir (68,73).

Henoch-Schönlein purpurası çok düşük ve yüksek yaşlarda tipik olmayan bulgularla ortaya çıkabilmektedir.

İleri yaşlarda daha ağır bir tablo görülmesine rağmen özellikle iki yaş altında çok daha hafif bir klinik gidiş görülmektedir. Yetişkinlerde böbrek tutulumu çok daha sık ve şiddetlidir (68,77).

Hastalık çoğunlukla ortalama 4-6 hafta kadar sürer. Olguların yaklaşık yarısında ve çoğunlukla ilk 6 hafta içinde bulgular yineleyebilir. Nadiren 7 yıla kadar yineleyen olgular bildirilmiştir.

2.10.5 Cilt bulguları

Döküntü olguların tümünde vardır ve çoğunlukla ilk bulgudur. Karakteristik döküntü 2-10 mm boyutlarındadır. Yer yer kümeler oluşturabilir. Döküntü ciltten kabarık mor renkte basmakla solmayan purpura şeklindedir. Lezyonlar başlangıçta basmakla solabilir ve kaşıntılı olabilirse de daha sonra tipik kaşıntısız purpuraya dönüşür. Purpura başlangıçta kırmızı iken giderek mor bir renk alır.

Bu purpura kümelerinin arasına serpilmiş ufak peteşiler veya daha geniş ekimozlarda görülebilir. Ancak bu lezyonların trombositopeni ile ilişkisi yoktur. Hastalığın gidişi sırasında yeni döküntüler ortaya çıkabilir.

Bu nedenle de döküntü polimorfik bir görünüm kazanır. Döküntü, simetrik olarak özellikle kalça, ayaklar ve dirseklerin ekstansör yüzleri gibi basıya maruz kalan bölgelerde görülür. Ancak daha yaygın olup yüz ve gövdede de görülebilir. Bazen de tipik olan kalça ve ayak bileklerinde hiç döküntü olmadan vücudun diğer bölgelerinde de döküntü görülebilir. Döküntülerin en önemli özelliklerinden birisi de koebner fenomenidir. Burada belirgin baskıyla karşılaşan (örneğin çorap ve külot lastiği) bölgelerde artmış yoğunlukta döküntüler gözlenir. Nadiren bu döküntüden bir süre önce ürtiker tarzında veya eritema multiformadakine benzer makülopapüler

47

lezyonlar görübilir. Döküntü süresi de hastadan hastaya büyük farklılıklar gösterebilir, kısa süreli olabilir, haftalarca sürebilir ya da yineleyebilir. Döküntü ortalama 15-30 gün sürer. Cilt bulguları genellikle ilk haftalar içerisinde yineler, 3 aydan sonra yinelemesi çok nadirdir. Büllöz ve nekrotik lezyonlar da görülebilir (68,77).

Cilt bulgularına saçlı deride, alt ekstremiteler ve ellerde yumuşak doku şişliği eşlik edebilir. Bu şişlikler anjioödeme bağlı olarak gelişir, proteinüri varlığı veya şiddeti ile ilişkili değildir ve basmakla iz bırakmaz. Daha nadiren ve özellikle küçük yaşlarda göz kapakları, dudaklar, el veya ayak sırtı, kulaklar, sırt ve perinede de lokal ödem görülebilir. Hatta tüm ekstremitede geçici şişlik ve duyarlılık olabilir. Henoch- Schönlein purpuralı olgulardaki döküntüler Şekil 6 ve 7’de gösterilmektedir.

Şekil 6. Henoch-Schönlein purpurasında purpurik döküntünün görünümü.

48

2.10.6 Eklem tutulumu

Henoch-Schönlein purpuralı olgularda eklem tutulumu akut artrit ya da artralji şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yaklaşık % 25 olguda döküntüden önce ilk bulgu olarak akut artrit ya da artralji ortaya çıkabilir. Artrit eklemlerde şişme ya da ağrılı periartiküler yumuşak doku şişliği olarak görülür. Eklem tutulumu genellikle periartiküler olup eklem içine kanama ve efüzyon yoktur. Sıklıkla dizler, ayak bilekleri, dirsekler ve el bilekleri tutulur ve eklem dığılımı poliartiküler şekildedir. Eklem tutulumu geçici ise de aktif hastalık süresince yeniden belirginleşebilir. Ancak kalıcı şekil bozukluğu bırakmaz (68,77).

2.10.7 Gastrointestinal bulgular

Gastrointestinal tutulum, HSP’li olgularda genellikle karın ağrısı şeklinde başlar. Kusma, ishal, göbek çevresinde apandisiti yansılayan karın ağrısı ve kanlı dışkılama görülebilir. Karın ağrısı hastaların % 15-40’ında döküntüden önce başlayabilir. Gastrointestinal kanama olguların yaklaşık yarısında gözlenir, benzidin pozitif gizli kanamadan taze kanlı dışkı ya da melenaya kadar değişik şekillerde olabilir. Karın ağrısı barsak duvarında submukozada ve intramural alanda damarların dışına sıvı ve kan sızması sonucunda gelişir. Bunun sonucunda da yerel mukoza ülserleri oluşur (68,77). Bazı hastalarda stres ülserleri ya da steroid tedavisine bağlı olarak GİS kanaması görülebilir. Ağır GİS komplikasyonları olguların yaklaşık %5’inde görülür ve çoğunluklada döküntüden sonra ortaya çıkarlar. En sık invajinasyon olmak üzere barsakta iskemi, enfarkt, nekroz, perforasyon, fistül oluşumu, geç ileal striktür, akut apandisit, masif üst GİS kanaması, pankreatit, safra kesesi hidropsu ve psödomembranöz kolit görülebilir. Hastalar akut batın tanısı ile gereksiz laparotomiye gidebilir. İnvajinasyon, perforasyon, nekroz ve masif kanama halinde cerrahi müdahale gereklidir (68,77).

2.10.8 Böbrek bulguları

Böbrek tutulumu sıklığı çalışmanın bildirildiği merkeze bağlı olarak farklılık göstermektedir. Böbrek tutulumu, büyük serilerde çocuklarda yaklaşık %25-50 ve

49

yetişkinlerde ise yaklaşık %30-90 civarındadır (68,77). Böbrek bulgularının diğer bulgulardan önce ilk olarak ortaya çıkması çok nadirdir. Böbrek tutulumu olan olguların yaklaşık % 20’sinde izole mikroskopik hematüri, %45’inde hematüri ve proteinüri, %15’inde nefrotik sendrom ve %20’sinde ise nefritik/nefrotik sendrom görülmektedir. İdrar bulguları normal iken hipertansiyon gelişen olgular da bildirilmiştir. Nefropati olguların %80’inde döküntünün başlangıcından sonraki ilk 4 haftada ve tamamına yakınında ilk 3 ay içerisinde gelişirse de olguların % 3’ünde döküntüden aylarca önce ve küçük bir kısmında döküntüden yıllar sonra başlayabilir. Böbrek tutulumunun özgün bulgusu genellikle mikroskopik olan hematüridir. Mikroskopik hematüri nefritli olguların tamamına yakınında görülürken makroskopik hematüri görülme sıklığı ise yaklaşık %40’tır. Hematüri geçici, kalıcı ya da tekrarlayıcı tarzda olabilir. Hematüri, purpura nükslerine eşlik edebilir veya böbrek dışı bulgular ortadan kalktıktan uzun bir süre sonra, çoğunluklada bir üst solunum yolu iltihabını takiben ortaya çıkabilir.

Genellikle hematüriye farklı düzeylerde proteinüri de eşlik eder ancak nefrotik düzeyde proteinüri seyrektir. Glomerüler filtrasyon hızında azalma, azotemi ve son dönem böbrek yetmezliği gelişebilir. Son dönem böbrek yetmezliği genellikle hastalığın başlangıcından sonraki ilk 3 yıl içerisinde gelişmektedir. Ancak, 15 yıl sonrasına kadar uzayan olgular da bildirilmiştir. Nefropatinin şiddeti ile böbrek dışı bulguların şiddeti arasında ilişki olup olmadığı tartışmalı ise de böyle bir ilişkinin olmadığı düşüncesi daha hakimdir (68,73,77).

Kalıcı nefropati tüm HSP vakalarının %1-6’sında, son dönem böbrek yetmezliği ise %1’in altında olguda görülür. Henoch-Schönlein purpurasının sıklığı göz önüne alındığında çocuklarda yarım ay oluşumu ile giden glomerulonefritlerin en sık nedenlerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yarım ay oluşumu ile giden ağır glomerulonefritler içerisinde yaklaşık %30 ile HSP tek başına en büyük grubu oluşturur.

50

3 MATERYAL VE METOD

Bu çalışmada Ocak 2010-Aralık 2012 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil polikliniğine kanama şikayeti ile başvuran 18 yaşından küçük 331 hastanın dosyası retrospektif olarak değerlendirildi.

Başvuru sırasında tüm hastalara tam kan sayımı, tam idrar analizi, periferik yayma değerlendirmesi, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, direkt coombs, PT, aPTT, İNR, fibrinojen, başvuru öncesinde enfeksiyon öyküsü (1-4 hafta öncesinden geçirilen ateşli hastalık, üst solunum yolu enfeksiyonu, akut gastroenterit, döküntülü hastalık) ilaç kullanımı ve yan etkileri, aşılama öyküsüne ait bilgiler değerlendirildi.

Çalışmaya alınan hastaların yaş, cinsiyet, başvuru zamanı, başvuru şikayetleri, muayene bulguları, başvuru mevsimi kaydedildi. Kanama şikayeti ile acil servise başvuran olguların kanama türünün yaşa, cinsiyete, mevsime göre dağılım oranları belirlendi.

Etik kurul onayı

Bu tez çalışmamız Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurul Komitesi 13.05.2013 tarih 229 numaralı kararı ile tıbbi etik açıdan uygun bulunmuştur.

İstatistiksel analiz

Nitel tüm değişkenler için sayı ve yüzde değerleri tanımlayıcı istatistik olarak verildi. Sayısal değişkenler için ortalama ve standart deviasyon tanımlayıcı olarak verildi. Gruplar arası farklılıklar ki-kare testi ile karşılaştırıldı. P değerinin 0.05’ten küçükolması istatistiksel açıdan anlamlı farklılığı ifade ediyordu. Analizler için SPSS 18 (Spss Inc, Windows) programı kullanıldı.

51

4 BULGULAR

Çalışmamızda Ocak 2010-Aralık 2012 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Acil polikliniğine kanama şikayeti ile başvuran 18 yaş altı 331 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Bunların 133’ü (%40.2) kız, 198’i (%59.8) erkek çocuklardan oluşmaktaydı (Tablo 6).

Tablo 6. Hastaneye başvuran hastaların cinsiyet ve kanama türüne göre dağılımları

Sayı (n) Yüzde (%)

Cinsiyet

Kız 133 40.2

Erkek 198 59.8

Şekil 8. Hastaların Yaş Gruplarına Göre Dağılımı

Tüm hastaların yaşları 1-192 ay olup yaş ortalamaları 67.6±47.6 ay olarak hesaplandı (Tablo 7).

Tablo 7. Hastaneye başvuran hastaların yaş dağılımları

Kız; 133 Erkek; 198

Yaş (Ay)

Min-Max Ort±SD

52

Tablo 7’de, hastanemize İTP, faktör eksikliği, HSP, GİS kanamaları, burun ve ağız içi kanama, enfeksiyoz trombostepeni, glazman trombastenisi şikayetleriyle başvuran hastaların yaş aralığı (ay olarak) ve bu şikayetlerle başvuran hastaların yaş ortalaması ve standart sapması verilmiştir.

Çocuk acil polikliniğine kanama şikayetiyle başvurup kanama türü belirlenen hastaların cinsiyete göre dağılımı ve yüzdelik dilimi belirlendi (Tablo 8).

Tablo 8. Hastaneye başvuran hastaların kanama türü ve cinsiyete göre dağılımı

Kanama Türü

Kız (n) Erkek (n) Toplam (n) Yüzdece (%)

İTP 51 46 97 29.3

Faktör eksikliği 9 27 36 10.9

HSP 15 12 27 8.2

GİS kanamaları 20 31 51 15.4

Burun ve ağız içi kanama 31 69 100 30.2

Enfeksiyöz trombositepeni 2 7 9 2.7

Glazmann trombastenisi 5 6 11 3.3

TOPLAM 133 198 331 100

Tablo 8’de çocuk acil polikliniğine başvuran hastalarda kanama türü olarak en sık burun ve ağız içi kanama (%30.2) en az sıklıkta enfeksiyöz trombositopeni (%2.7) nedeniyle başvurdu. Bunun dışında kanama nedenleri olarak İTP (%29.3), faktör eksikliği (%10.9), HSP (%8.2), GİS kanamaları (%15.4), Glanzmann trombastenisi (%3.3) saptandı. Kanama türü ile cinsiyet arasında istatistiksel anlamlılık saptandı. (p=0.009)

Tablo 9’da hastaların hastanemize başvuru aylarının yüzdece dağılımı verilmektedir. Hastalar en sık mart ayında en az ise ağustos ayında kanama yakınmasıyla hastanemize başvurmuştu (Tablo 9). Ancak diğer aylardaki dağılımlara bakılınca, kanama türleriyle ilgili belirli bir aydan bahsedilemez. Mevsim olarak ise sonbahar mevsiminde hastanemize en az başvurunun yapıldığı söylenebilir.

Benzer Belgeler