• Sonuç bulunamadı

1.2. ÖRGÜTSEL GÜVEN KAVRAMI

1.2.1. Güven Tanımı

Tarihin başlangıcından itibaren gerek kişisel gerekse toplumsal ilişkiler çerçevesinde değerlendirilen önemli unsurlardan biri olan güven, insanların doğasında var olan bir duygudur (Asunakutlu, 2001, s. 2). Bireylere yönelik ilişkisel temellerin oluşturulması ve devam ettirilmesi hususunda da önemli bir etken olduğu bilinen güven, disiplinler arası perspektifler dâhilinde açıklanan bir kavramdır (Uzbilek, 2006, s. 4).

Literatürde güven kavramının farklı disiplinler tarafından araştırılan bir konu olması ve her bir disiplin tarafından güvene ilişkin sosyal süreçler kapsamındaki rolün farklı perspektiflerden ele alınması nedeni ile pek çok farklı tanımı bulunmaktadır. Güven kelime anlamı itibari ile “çekinme, korku, itimat, kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu” şeklinde açıklanmaktadır (Türk Dil Kurumu, 2020). Genel olarak güvene dair tanımlarda, karşı tarafın tutum ve davranışlar bazında açık ve dürüst olacağına, iyi niyetli olacağına, eylem ya da sözlerinde çıkarcı davranmayacağına ilişkin inanç ve beklentilerden söz edilmektedir (Robbins ve De’Cenzo, 2001, s. 365; Rousseau vd., 1998, ss 393-395).

Taylor (1989)’a göre güven kavramı, tanımlanması ya da açıklanması zor olan ve herkes tarafından anlaşıldığı yönünde yanlış bir düşünceye sebep olan kavramlardan biridir. Güven kavramının birden çok bireye ilişkin bir kavram oluşu kavramın tanımlaması ve güvene dair delil bulunmasının da zorluğuna sebep olmaktadır. Güven kavramının tanımlanmasına yönelik bu zorluğun sebebini Fukuyama (1998); güvenin, makro ve mikro düzeyde bulunan birçok kültür ve konunun anlaşılması hususunda kilit görevi gören bir kavram oluşuna bağlamaktadır (Bökeoğlu ve Yılmaz, 2008, s. 212). McAllister’a göre ise güven, tarafların istekleri doğrultusunda hareket edileceği

yönündeki temenni ve sonucunda kaybettirecek veya kazandıracak olan bir kehanettir (Solomon ve Flores, 2001, s. 28).

Örgütlerin sahip olduğu manevi değerler arasında da yer alan “güven” unsurunun, günümüzün ekonomik koşullarının yarattığı olumsuzluklar ve giderek zorlaşan sürdürülebilir rekabet koşulları nedeniyle daha fazla dikkate alındığı görülmektedir (Şakar, 2010, s. 22). Bununla birlikte yukarıda verilmiş olan tanımlarda tam olarak bir fikir birliğine varılamadığı da göze çarpmaktadır. Bu bağlamda, bazı araştırmacılar güveni kişisel bir özellik veya bir süreç olarak değerlendirmektedir (Kanten, 2012, s. 111). Kişisel özellik olarak güven, bireylerin genel olarak karşısında kişilere yönelik olumlu tutumlar içerisinde olma eğilimini ifade etmektedir. Süreç olarak güven ise yalnızca taraflardan birinin diğerine olan tutumu şeklinde değil, tarafların karşılıklı etkileşimi neticesinde zamanla oluşabilen bir tutum olarak görülmekte ve sosyal ilişkilerin bir sonucu olarak tanımlanmaktadır (Burke vd., 2007, ss 607-609; Demircan ve Ceylan, 2003, s. 141).

Worchel güvene ilişkin farklı perspektifleri üç ayrı grup içerisinde bütünsel bir şekilde ifade etmektedir. Gruplardan ilki kişilik kuramcıları tarafından savunulan görüştür. Bu görüşe göre güven, kişiliğin kökleri ve bireyin önceki psiko-sosyal gelişiminden dolayı kaynaklanmaktadır. Kişilik kuramcıları tarafından savunulan görüşün yer aldığı bu grup, güvenin inanç ve beklenti şeklinde kavramsallaştırıldığı aşamadır. Gruplardan ikincisi sosyologlar ve ekonomistler tarafından savunulan görüştür. Bu görüşe göre güven, kurumsal bir olgudur. Sosyologlar ve ekonomistler tarafından savunulan görüşün yer aldığı bu grup, güvenin kişinin kuruma yansıttığı ve kurumlar içi ve kurumlar arası şeklinde kavramsallaştırıldığı aşamadır. Gruplardan sonuncusu ise sosyal psikoloji kuramcıları tarafından savunulan görüştür. Bu görüş, bireyler arası işlemlere odaklanmaktadır ve bireylerin, kendi aralarında ya da topluluğun tamamında güveni meydana getirdikleri ya da tamamen ortadan kaldırdığı yönündedir (Tüzün, 2007, s. 95).

Güvenin tanımlanmasında olduğu gibi güven türleriyle ilgili olarak da literatürde farklı sınıflandırmaların olduğu vurgulanmaktadır (İşcan ve Sayın, 2010, s. 201). Literatürdeki mevcut araştırmalar incelendiğinde kişiler arasındaki güven türlerinin en yaygın olarak Lewicki ve Bunker (1996) ile McAllister (1995) tarafından yapılan sınıflandırmalarla ele alındığı görülmektedir.

Lewicki ve Bunker (1996) güvenin, birbirleriyle peşpeşe meydana gelen üç aşamadan oluştuğunu ifade etmişlerdir. Güven aşamalarından herhangi biri, bir önceki aşamanın gerçekleşmesi neticesinde meydana gelmektedir. Davranışlara dair tutarlılığın teminine dayanan hesaplanmış güven, birbirleriyle ardışık şekilde gelişen bu üç güven aşamasının ilkidir (Dede, 2017, s. 38). Bu aşamada güvenden çok güvensizliğin oluşumu söz konusudur ve güvenin en zayıf şeklidir (Şahbudak, 2016, s. 44). Güvenin ikinci aşaması ise bilgiye dayalı güvendir. Bilgiye dayalı güven, bireylerin birbirleriyle karşılıklı etkileşimde bulunma geçmişlerine bağlı olarak birbirlerinin davranışlarını öngörebilme temeline dayanmaktadır. Bununla birlikte bilgiye dayalı güven, bireyin karşı tarafın güvenilir ve davranışlarının öngörülebilir olduğundan emin olmasıyla zamanla gelişen bir güven türüdür (Kanten, 2012, s. 115). Güvenin üçüncü aşaması da özdeşleşmeye dayalı güvendir. Özdeşlemeye dayalı güven aşamasında; bilgiye dayalı güveni oluşturmanın yanı sıra taraflar, birbirlerinin beklenti ve amaçlarıyla özdeşleşmekte, birbirlerinin isteklerini verimli bir şekilde anlamakta ve değerlendirmektedirler (Dede, 2017, s. 39). Özdeşleşmeye dayalı güven, taraflar arasında oluşan duygusal bağ sonucu gerçekleşen bir süreçtir (Kanten, 2012, s. 116).

McAllister (1995) tarafından yapılan sınıflandırmalara göre ise güven, duygusal ve bilişsel şeklinde iki ayrı boyut çerçevesinde incelenmiştir. Bilişsel açıdan güvende, hangi koşullar altında kime güvenileceğini seçebilmek adına iyi bir sebep bulmak güvenin kanıtını oluşturmaktadır. Duygusal açıdan güvende de, bireyler arasında oluşabilecek kuvvetli duygusal bağlara ilişkin bir temel bulunmaktadır. Dolayısıyla insanlar güven ilişkileriyle tarafların refahı adına gerçek anlamda endişe ederek, özen göstererek, karşılık beklemeyerek ve içten inanarak duygusal yatırımlar yapmaktadırlar (Sakallı, 2015, s. 20).

Benzer Belgeler