• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3.ÖRGÜTSEL GÜVEN

3.1. Güven Kavramı ve Tanımı

Örgüt, belirlenen hedeflere ulaşmak için işbirliği ile çalışan insan topluluklarından oluşur. Örgütler için en önemli güç sahip oldukları insan sermayesidir. Ancak bu insan sermayesi; örgütün insanda canlandırdığı duygular olarak tanımlanan, okulda bireylerin birbirlerine duydukları sevgi, saygı, bağlılık, anlayış ve güven olarak ifade edilen sosyal sermaye ile beslenirler (Töremen, 2002: 556-573).

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından beri bilim insanları güven kavramı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Önceleri oyun teorisi ve soğuk savaş sırasındaki şüpheler üzerine deneysel çalışmalar yapılmıştır (Tingle, 2011). 1960‟lardaki çalışmalarda güven karakterle ve 1980‟lerde boşanmalar arttıkça kişiler arası ilişkilerle ilişkilendirilerek incelenmiştir (Rotter, 1967: 651-665). İnsanların neden güvendiğini ve güvenin sosyal ilişkilerde nasıl oluştuğunu anlamak psikologlar, sosyologlar, ekonomistler, antropologlar ve örgütsel davranış çalışan öğrenciler tarafından asıl odak noktası olarak alınmıştır. Teknoloji geliştikçe ve toplumdaki hızlı değişime ayak uydurmak için örgütsel çalışmalarda da güven konusu işlenmeye başlamıştır (Mishra, 1996: 261-287; Cummings ve Bromiley, 1995: 302-330; Tyler ve Kramer, 1995: 1-15). Bilim insanları güveni, sağlıklı kişiliğin, kişiler arası ilişkilerin ve işbirliğinin temeli olarak görmektedir. Son zamanlarda güven araştırmacıları, hızla değişen, karmaşıklaşan ve belirsizleşen günümüz dünyasında

örgütler içinde güvenin etkilerini, çıkış noktasını çalışmaktadırlar (Lewicki ve diğerleri, 1998: 438-458).

Önceleri güven kavramı sıklıkla kişiyi güvenilir yapan karakter özellikleri ile ifade edilmiştir. Ancak daha sonraki çalışmalar güvenin sadece karakterle değil etrafımızdaki olaylarla da ilgisi olduğunu öne sürmüştür. Kişi, güven oluşurken yararlı ya da zararlı olarak algılanacak bir olaya doğru yolculuğa çıkar, karşısındaki kişinin davranışına bağlı olarak yararlı ya da zararlı durumu fark eder ve karar vermeye çalışır. Bu iki durum değerlendirildiğinde yarar zarardan üstün çıkıyorsa güvenilir bir tercih yapılmıştır. Güvenilir tercihler de çaresizlik, rahatlık, dürtüsellik, erdem, masumiyet, inanç ve itimat ile ilgilidir (Deutsch, 1960: 123-139).

Güven karşılıklı olarak oluşan bir duygudur. Bundan yola çıkarak Rotter (1967: 651-665) güveni sosyal öğrenme teorisi ile ilişkilendirerek kişiler arası ilişkiler açısından incelemiştir. Bu bağlamda güven; bir birey ya da grup tarafından verilen söze, ifadeye, sözlü ya da yazılı cümleye diğer birey ya da grup tarafından itimat edileceği beklentisidir (Rotter, 1967: 651-665). Gambetta‟ya (2000) göre güven, kişinin, karşıdaki kişi ya da grubun belirli bir hareketi yapmasını değerlendirmede kişisel tahminidir. Yani birine güveniyoruz dediğimizde, kişiyle işbirliği yapabilmemiz için yararlı bir hareket yapacağını tahmin ederiz (Gambetta, 2000: 213-237). Lewicki ve diğerleri de (1998: 438-458) güveni; bir bireyin karşıdaki bireyin sözlerine, hareketlerine ve kararlarına ilişkin olumlu beklentisi olarak tanımlamıştır. Tanımda geçen sözler, hareketler ve kararlar McAllistor‟ın (1995: 24-59) bilişsel ve duyuşsal temelli güven çalışmasında bilişsel güvene denk gelmektedir. Çünkü herkes, öncelikle yakından tanımadığı kişilere bilişsel güven duyar. Yani bireyin söz, hal, hareket ve uzmanlığından yola çıkılır. Yapılan çalışmada yöneticilerin eşgörevdeki arkadaşlarına daha çok bilişsel güven duyduklarını ve duyuşsal güven için belirli bir seviyede bilişsel güven gerektiği sonucuna ulaşılmıştır (McAllistor, 1995: 24-59).

Kâr amacı güden/gütmeyen örgütlerin hayatta kalabilmeleri ve gelişebilmeleri büyük ölçüde toplumun içinde yer alan güven ilişkilerine bağlıdır (Sargut, 2003: 89-124). Ekonomik örgütlerde güven daha çok işbirliği ile yakından ilişkilendirilmiştir. Ekonomik faaliyetlerde işbirliğinin ana mekanizmaları: güç, piyasa ve güvendir. Değiş-tokuş sürecinde güvenin, kişilerden birinin diğerinin zayıf yanını sömürmeyeceği inancı üzerine kurulu olduğu ileri sürülmektedir (Korczynski, 2000: 1-21). Bilgi ve teknoloji alanındaki gelişmelerle insanlar arasındaki ilişkiler, ahlaki normlar değişmiştir. Örgütleri bir arada tutmanın anahtarı olan güven kavramına da bakış değişmiştir. Bilgi ve teknoloji çağında bilgisayar ekranlarıyla kablolar arasına sıkışan insanın sosyal ilişkileri de zayıflamıştır. Ancak güven, entegre devrelerle, fiber optik kabloların arasında değildir. Güvenin, üyelerinin ortaklaşa paylaştığı normlara dayalı, düzenli, dürüst ve işbirliği yönünde davranan bir toplumda ortaya çıkması beklenir (Fukuyama, 2000: 41).

Birçok şirket ve evli çiftlere danışmanlık yapan Solomon ve Flores (2001) güveni bir taahhüt, taahhütlerde bulunmak ve bunları yerine getirmek olarak tanımlar. Buradan güvenin karşılıklı olarak sözünde durmak olduğu da çıkarılabilir. Deutsch‟un (1960) yıllarca önce belirttiği gibi Solomon ve Flores‟de (2001) güveni sadece bir karakter özelliği olarak görmemektedir; çünkü güven dinamiktir, kişisel sorumluluk, taahhüt ve değişim ister (Solomon ve Flores, 2001). Güveni sağlamak için bireyler hatalara karşı caydırıcı ilkelerle teşvik edilmeli, örnek davranışlar inandırıcı olmalıdır. Güven bireysel değil, karşılıklıdır, bağımlıdır ve güvenmek bilişsel ve duyuşsal algıların eşliğinde bir seçimdir. Birine güvenmeyi istediğinde onun geleceğini hesaplamazsın, geçmişini sorgularsın ve bu doğrultuda seçim yaparsın. Geçmişini sorgularken kişinin hal ve hareketlerine, çevresi tarafından nasıl bilindiğine bakılır. Güven, somut ölçüm araçlarıyla ölçülemez; ancak güven duygusunun kişideki değeri çok önemlidir (Dasgupta, 2000: 49-72).

Güven kavramı, işletme örgütlerinden, kişiler arası ilişkilere ve eğitim örgütlerinin farklı kademelerine kadar geniş bir alanda çalışılmıştır. Özellikle Tschannen-Moran (2004) güven kavramı üzerine farklı okullarda araştırmalar

yapmış ve güvenin öğretmenler, çalışanlar, öğrenciler ve ebeveynler arasında sağlıklı ilişkilerin oluşması için ne kadar önemli olduğunu gerçek okul örnekleriyle açıklamıştır. Değişik kaynaklardaki güven tanımlarını inceleyen Tschannen-Moran (2004) şöyle bir güven tanımı yapmıştır: “Güven birinin diğer kişinin iyilik,

dürüstlük, açıklık, güvenilirlik ve yeteneğine dayalı olarak o kişiye karşı savunmasız olma isteğidir.” Tanımda geçen savunmasızlık, güvenin kişiler arası bağlılığı zorunlu

kıldığını göstermektedir. Güven sürecinde karşıdaki kişinin hareketlerini ya da etraftaki olayları tamamen kontrol etmek söz konusu değildir. Bu da beraberinde belirsizlik ve riski getirir. Başkasına karşı risk almak da rahatlık, itimat, ihtiyaç, zorunluluk, umut, masumiyetle ilgilidir (Tschannen-Moran, 2004).

Güven tanımlarına baktığımızda beklenti, risk, belirsizlik ve savunmasız olma gibi ortak kavramlarla karşılaşıyoruz. Yaygın kanı güvenin beklentiler üzerine kurulduğudur. Bu beklentiler sosyal ilişkiler, yetkinlik ve karşımızdaki kişinin ilgilerine yer verme beklentileridir (Weber ve Carter, 1998). Eğer bireyler arasında derin duyuşsal temelli bir güven varsa birbirlerinin çıkarlarını da koruyacakları beklentisine girerler ve bireyler ilişkilerinin geleceğinden ödünç alır. Bu bağlamda güveni, taraflar arasındaki ilişkinin geleceğine yönelik, iyimser bir senaryo olarak da nitelendirmemiz mümkündür (Erdem, 2003:153-182). Güven aynı zamanda risktir. Hatta birine güvenirken aldığımız risk, karşı tarafın davranışına bağlıdır. Güven; kendimizi riske atarak başkasından beklediğimiz kazancın olumlu çıkmasıdır. Burada kendimizi riske atmayı kabul etmemiz de güvene işarettir (Williamson, 1993: 453- 486). Risk sadece karar ve hareketlerimizin bir parçası olarak ortaya çıkar. Risk almaktan ancak ortak avantajlardan vazgeçilirse kaçınılabilir (Luhmann, 2000: 94- 107). Riski, güvenle ilişkilendiren olgu belirsizliktir. Eğer ilişkinin sonuçlarına yönelik bir belirsizlik yoksa risk de yoktur, böyle bir durumda güvenin de hiçbir rolü yoktur (Das ve Teng, 2001: 251-283). Güvenin karşılıklı ve birbirine bağımlı olma durumu kişileri savunmasız bırakır. Çünkü güvenen kişi, karşı tarafı kontrol etmeyi veya izlemeyi düşünmeden, olası kötü niyetli eylemlere veya görebileceği zararlara karşı bu ihtimali gönüllü olarak kabul eder (Mayer ve diğerleri, 1995: 709-734).

Benzer Belgeler