• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: BİR FİKİR CEREYÂNI OLARAK GARPÇILIK

2. Günümüze Kadar Yapılan Çalışmalarda Garpçılık

Türk düşüncesi son yüzyılda Batı kültürü ile temasların çoğalması sonucunda yeni bir döneme girmeye başlamıştır. Başlangıçta siyasi ve ekonomik alanda ve daha sonra ise bütün değerler alanında bir dünya görüşü olacak kadar genişleyen Batı kültürü, kendi gelişme hızına ayak uyduramayan farklı kültürler için tek çıkar yol bırakıyordu: Modernleşmek. Daha 17. yüzyılın sonunda aldığı ilk yenilginin sonucunda Modern Batı dünyasının üstünlüğünü fark eden Osmanlı Devleti, Haçlı seferlerine kadar uzanan ideolojik gerginlik nedeniyle bu belirsiz fark edişin gelişmesini sağlayamamıştır.199

18. yüzyılın başında modern uygarlık yönünde değişme zorunluluğu, eski kurumlara geri dönme fikri doğrultusunda pek fazla ilerleme kaydetmese de bu algının 18. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren değişmeye yüz tuttuğu görülmektedir. Bu değişime bağlı olarak, alınan yenilgiler çerçevesinde ilk aşamada askerî yapı üzerinden gerçekleşen modernleşme çabaları; Batı dünyasının teknik üstünlüğü anlayışına dayanmaktaydı. Ancak özellikle devlet ricalinde benimsenmiş görünen Batı medeniyetinin teknik üstünlüğü anlayışı, bu tür yabancı tesirleri "gâvur icadı" olarak nitelendiren bazı kesimler tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Batı dünyası ekseninde gerçekleştirilmek istenen modernleşme hareketi, Tanzimat ile kesin çizgileriyle tanımlanmaya çalışılmışsa da başlangıçta var olan modernleşme yanlısı ve karşıtı şeklindeki iki ayrı dünya görüşü varlığını sürdürmeye devam etmiştir.200

Böylece bu dönemde herhangi bir periferik potansiyele değil; sadece devletçi yanı ağır basan yeni bir bürokrasiye bağlı olarak ilerletilmeye çalışılan modernleşme hareketi, adeta bir medeniyet dairesinden çıkıp diğer bir medeniyet dairesine girişi sembolize edecek şekilde, ordunun Batı dünyasından gelen bilgi ve teknikle ıslah edilmesinin ötesinde toplumun bünyesine ve manevi insanı meydana getiren değerler manzumesine sirayet etmeye başlamıştır. İlan edilen fermanlarla toplumsal mekanizmayı oluşturan unsurların hak ve özgürlükleri, can ve mal güvenliği hukuk güvencesi altına alınmışsa da yapılan reformların tam anlamıyla topluma sirayet edememesi ve bu reformların belli bir plan dâhilinde yürütülmemesi

199Ülken, a.g.e., ss. 5-7. 200

Niyazi Berkes, Türk Düşününde Batı Sorunu, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1975, ss. 20-21., Ülken,

başarısızlığı beraberinde getirmiştir. II. Meşrutiyet Dönemi'ne kadar böyle bir görüntü arz eden modernleşme çabaları, bu dönemle birlikte artık devlet bürokrasisi eliyle değil, padişah ve sadrazamların muhalefetine rağmen dönemin fikir dünyasında büyük bir mücadele başlatan genç aydınlar tarafından yönlendirilmeye ve farklı bir mecrada yürütülmeye çalışılmıştır.201

Ziya Gökalp'in muasırlaşma=modernisation olarak tanımladığı ve belirli bir yazara ya da dergiye özgü olmadığını ileri sürdüğü hareket202

, kimileri tarafından asrîleşme ya da çağdaşlaşma ve kimilerince de Batılılaşma ya da Garplılaşma olarak değerlendirilmiştir. Bu durumdan da anlaşıldığı üzere, aydınların Batı medeniyeti ve onu takip etmek konusundaki algıları son derece farklıdır. Osmanlı Devleti'nde Garplılaşma konusunda günümüze kadar sayısız çalışma yapılmıştır. Ancak bütün çalışmaların bu başlık altında değerlendirilmesi zor olacağından bu bölümde, Osmanlı Garplılaşmasına ilişkin bazı yazarların temel fikirleri değerlendirilmiştir.

Medeniyeti bir bütün (küll) olarak addeden Ahmet Ağaoğlu, "Avrupa medeniyeti her şeyi sürükleyüb götürüyor. Lakin medeniyet bir küll'dür. İlim ve hüner bundan ancak bir kısmını ihtivâ eder. Bunun içün Garb medeniyeti bütün noksanları ve faziletleri ile kabul edilmeli. Yani kafamız, kalbimiz, tarz-ı telâkkimiz,

zihniyetimiz itibâriyle ona uymalıyız. Bunun hâricinde halâs yokdur."203

diyerek hem Garplılaşmak konusunda İstanbul basınında büyük bir tartışma başlatmış hem de "Garblılaşmakdan bizim anlamamız lazım gelen mana', son asırdaki ticari ve sanayi inkılâbların bilhassa Garp memleketlerinde husûle getirdiği mütekâmil mesaî usûllerini, muhite hâkimiyeti temin eden techizâtı, ilmi, maârifeti kendimize esaslı bir

sûretde mal etmekden başka bir şey olamaz."204

diyen İslamcılar'ın tepkisini çekmiş ve ciddi eleştirilere neden olmuştur.

"Avrupa'dan birçok şeyleri taklid ediyoruz. Bunlardan bazıları içtimâî niyetimize kâbil-i tatbik olduğu içün ibkâ buluyor. Fakat taklid ettiğimiz müessese veya fikir cereyânlarından bir kısmı memleketimizde kendilerine muvâfık bir muhit bulamadıkları içün zevâle mahkûm oluyorlar. Çünkü her şey, her memleketde, her

201

Cengiz Aktar, Türkiye'nin Batılılaştırılması, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1993, s. 24., Tanpınar,

a.g.e., s. 64., Turhan, a.g.e., s. 99., Karal, Osmanlı Tarihi-Birinci Meşrutiyet ve İstibdat..., s. 565.

202Gökalp, a.g.e., s. 3. 203

"İfrâtdan İfrâta", Sebil-ür Reşâd, No: 530-531, (8 Şevval 1341 / 24 Mayıs 1339), s. 84. 204

milletde kâbil-i tatbik değildir. Artık ibtidaî mekteblerde çocukların bile bildikleri bu

hakikati bilmek istemeyen ihtirâs sahibleri var."205 şeklinde eleştirilerini sürdüren

İslamcı kesimin Batı dünyasını taklide karşı oluşu ya da bu konudaki önyargısı, İsmail Kara'nın ifadesiyle "Fıkhî / hukukî bir kavram olarak haramları geçici bir

süre için helal kılan zarûret prensibi devreye sokularak" aşılabilecektir.206

Osmanlı Devleti'ndeki Garplılaşma hareketlerini, "İlkin Garb'ın varlığını teslimle başlayıp, onun üstünlüğünü kabule meyletme." şeklinde değerlendiren Yusuf Ziya İnan, Garplılaşmanın Osmanlı toplumunda tam anlamıyla idrak edilmemesinin ve var olan birtakım zarûriyetlerin, bu hareketleri şeklî bir kopyacılığa ve taklitçiliğe yönlendirdiğini ve böylece Garplılaşmanın gerçek amacından saptığını kaydetmiştir. Bu doğrultuda, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için başvurulan bir kurtuluş hamlesi olarak Garplılaşmanın ne olduğunu anlamak gerektiğini savunan İnan, onu şöyle tanımlamaktadır:

a) Muasır medeniyet seviyesine erişme çabasıdır. b) İlim ve tekniktir.

c) İlmî zihniyet ve hür tefekkürü ikame etmektir.

d) Hür, müstakil ve sosyal problemleri halletmiş bir millet olmaktır.207

Garplılaşmanın veya modernleşmenin kaynağını toplumda arayan ve geniş halk kitlelerinin değişimi istememesi halinde bu konuda gösterilen çabaların olumsuz bir niteliğe bürünebileceğine dikkat çeken Niyazi Berkes, eski kurumların ıslah edilmesi ve Batı dünyasında başlayan yeni, ekonomik ve teknolojik devrimin benimsenmesi konusunda bazı engellerin ortaya çıktığını ifade etmiştir. Berkes'e göre bu engellerin birincisi, ülkede yenilik ya da değişim hareketlerine karşı çıkan, bu yeniliklere savaş açan ve kökleri toplumun derinliklerinde olan gerici kuvvetlerdir. Bu engellerin ikincisi, Batı medeniyetinden alınan birtakım fikirler doğrultusunda modernleşme çabası içine giren Osmanlı Devleti'nin kendisini sürekli Batı dünyasında yaşanan çekişmelerin içinde bulması ve böylece Batılı devletlerin siyasi ve ekonomik uydusu haline gelerek modernleşme planlarının hiçbirini tam

205Matbûât, "Garblılaşmak ve (Laik-Ladinî)lik", Sebil-ür Reşâd, No: 561-562, (8 Safer 1342 / 20 Eylül 1339), s. 126.

206

Kara, a.g.m., s. 254.

207Yusuf Z. İnan, Türk Devrim Tarihi: Türklerde Batılılaşma Akımı ve İslâm'da Batılı Düşünce,

manasıyla uygulayamamasıdır. Berkes'e göre üçüncü ve son engel ise Osmanlı Devleti'ndeki modernleşme teşebbüslerinin Batı'daki çekişmeler sürecine denk gelmesi ve Batılı güçlerin baskısının hazırlıksız yakalanılan modernleşme hareketlerinde halk kitlelerini olumsuz etkilemesidir.208

Garplılığı ya da Batılılığı, değişimi fark eden ve ona müdahale etmeye kalkan bir bilinç olarak değerlendiren İlber Ortaylı ise Osmanlı Devleti'nin Garplılaşma hareketini bir iç zorunluluğun sonucu olarak görmüş ve Osmanlıların teorik planda bu harekete hazırlanmadıklarının altını çizmiştir. Ortaylı'ya göre, bu durumun en önemli kanıtı tarih, felsefe ve edebiyat alanındaki değişimin yavaş olmasıdır.209

Garplılaşmayı her şeyden önce şiddetli bir eylem olarak gören Ortaylı, Rusya ve Japonya'da Batı dünyasını tanımak için gösterilen ilgi konusunda Osmanlı dünyasında büyük bir ihmalin olduğuna ve bu ihmalin bugün bile devam ettiğine dikkat çekmiştir. Dolayısıyla Ortaylı'ya göre, Garplılaşmak için Garb'ı iyi öğrenmek gerekir.210

Osmanlı Devleti'ndeki Garplılaşma hareketlerini ve bu hareketin yansımalarını Ahmet Mithat Efendi ve eserleri üzerinden değerlendiren Orhan Okay ise Ahmet Mithat Efendi'den yaptığı şu alıntı ile Osmanlı Devleti'ndeki Garplılaşma hareketlerinin ölçüsünü ve niteliğini ortaya koymuştur:

Bir rub'u asır zarfında biz dahi gereği gibi

Avrupalılaşmısızdır. Hem de terakkiyât-ı maddiyece ne kadar Avrupalılaşamamış olsak şâyân-ı teşekkür görülebileceği halde terakkiyât-ı maneviyyece Avrupalılaşmak terakkiyât-ı maddiyeyi pek çok ileri geçmiştir.

Okay'a göre, Ahmet Mithat Efendi'nin nazarında maddi alandaki ilerlemişliğimizde Avrupa'ya uymak yerindedir ve gereklidir. Ancak manevi alanda Garplılaşmamız ve bu hareketin maddi alandaki Garplılaşmaya nazaran daha ileri düzeyde oluşu esefle karşılanacak bir durumdur.211

208

Niyazi Berkes, İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz? I, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, İstanbul, 1997, ss. 16-21.

209Ortaylı, "Batılılaşma Sorunu", ss. 134-137.

210İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, Turhan Kitapevi, Ankara, 2007, ss. 16-37 ve 112'den yararlanılarak

derlenmiştir. 211

Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1989, s. 12. Bundan sonraki atıflarda yazarın bu eseri kullanılacaktır.

Garplılaşma ya da modernleşme faaliyetlerinde hep bir dönüşüm süreci olarak değerlendirilen ve "taklitçilik"le yaftalanan Tanzimat Dönemi ve Tanzimatçılık hareketi, Taner Timur'a göre aslında farklı bir boyutta değerlendirilmelidir. Çünkü Timur'a göre, Osmanlı Devleti'ndeki değişim ve dönüşüm sürecinin temel karakteristiğini tayin eden şey, "reform" arzusu ya da eylemi değil, Batı dünyasının kolektif kontrolüdür. Bu kontrol mekanizmasında Osmanlı Devleti'yle ilgili temel algı, onun "Zayıf tutularak bütünlüğünün korunması ve zamanı gelince Avrupa devletleri arasında paylaşılması"ydı. Bu durumun farkında olan yönetici erkânı, halkın da tepki göstermesiyle reform ya da modernleşme programlarını isteksiz ve hevessiz bir şekilde yürütmüşlerdir. Dolayısıyla Timur'a göre, hep "taklitçilik" şeklinde nitelendirilen Tanzimatçılık; baskıya karşı gizli bir direnç ve ortalama yollar arama iradesidir.212

"Tanzimat kafası"nı, Osmanlı-Batı diyaloğunun bir ürünü olarak gören ve temel amacını da Garplılaşmak ya da "Civilisation"a girmek şeklinde değerlendiren T. Zafer Tunaya ise "Yıkılışa çare arama devri" her ne kadar Tanzimat ile tekrar canlandırılmak istenmişse de yeninin yanında eskinin de korunmasını isteyen, ülkenin sosyal ve ekonomik bünyesine gerçek manada sirayet etmeyen modernleşme veya reform hareketlerinin sonuçsuz kaldığını kaydetmiştir. Böylece Batılı devletlerin müdahalelerinin büyük ölçüde arttığına dikkat çeken Tunaya, 1876'da girişilen Garplılaşma hareketlerinin Kanun-ı Esasi ile maddeleştirildiğini ve bu hareketin 1908 yılında birtakım siyasi cereyanlar eşliğinde büyük bir canlılık kazanarak, adeta uzun asırlar uyuyakalan bir devi uyandırıp düşündürmeye başladığını ileri sürmüştür.213

Garplılaşmanın farklı formlarına dikkat çekerek onu, Batılı olmayan bir toplumun Batı normlarına göre yeniden yapılanması şeklinde tanımlayan M. Ali Kılıçbay, Osmanlı Garplılaşmasının ya da kendi deyimiyle Osmanlı Batılaşmasının Batı formuna göre gerçekleştirilen birtakım ıslahat hareketlerinden öteye gidemediğini ileri sürmüştür. Çünkü ona göre, Batı toplumunun arkasında Hıristiyanlığın damgasını yemiş bir oluşum varken Osmanlı'nın arkasında ise

212

Taner Timur, "Osmanlı ve Batılılaşma", TCTA., C. 1, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 145. 213

T. Zafer Tunaya, "Osmanlı-Batı Diyaloğu", TCTA., C. 1, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 142., Tunaya, "Âmme Hukukumuz Bakımından İkinci Meşrutiyetin Siyasi Tefekküründe 'Garpçılık'

Müslümanlığın damgasını yemiş bir toplum vardı. Bu çerçevede, Müslüman bir toplumun Batılaşması için laik bir ortama ihtiyaç duyulmaktadır. Batı dünyası Aydınlanma hareketi ile laikleşme sürecini yaşamaya başlamışsa da bu süreç o dönemde Osmanlı Devleti'ne pek yansımamış; ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin laikliği temel bir ilke olarak benimsemesiyle birlikte gerçek manada bir Batılaşma yoluna gidilmiştir.214

Bu söylemler ışığında, Osmanlı İmparatorluğu'nda başlayıp Cumhuriyet Türkiyesi'nde yeni boyutlar kazanan; Batı Avrupa'nın toplumsal ve fikirsel bileşimini erişilmesi gereken bir hedef şeklinde gören Garpçılık ya da Batıcılık hareketini değerlendiren Şerif Mardin, bu hareketin bazen ılımlı bir biçimde ortaya çıktığını bazen de köktenci boyutlar kazandığını ifade etmiştir. Ona göre, özellikle II. Abdülhamit Dönemi'nde, yeni açılan okullarda okuyanların ve yabancı dil bilenlerin sayısının artmasıyla birlikte müspet bilimlerin Batı medeniyetinin asıl güç kaynağını oluşturduğu tespit edilmiştir. Bu sayede Batı medeniyeti, burada geliştirilen müspet bilimlerle bir tutulmaya ve dinsel değerler ancak millî gücü arttırdığı oranda önemli kabul edilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla bu süreçte var olan Batılılık ile güçlülük eşleştirmesi, II. Meşrutiyet Dönemi'nde Batı medeniyetinin sosyal özelliklerini araştıran ve ondan ne derecede yararlanmak gerektiğini tespit etmeye çalışan bir anlayışla birlikte varlığını sürdürmüştür.215

T. Zafer Tunaya'nın II. Meşrutiyet'in, Cumhuriyet'in "Siyasal laboratuvarı" olduğu yönündeki fikrinden mülhem II. Meşrutiyet Dönemi düşünce akımlarını değerlendiren Sina Akşin, Garpçılık akımına değinirken "Bu devlet nasıl kurtarılabilir?" sorusuna karşılık çözümü Batı dünyasına benzemekte arayanların var olduğunu ve H. Ziya Ülken'nin Garpçılığı dört gruba ayırdığını ifade etmiştir. Bu gruplar kısaca şöyleydi:

a) Tanzimat'ın temel öğretisi olan Osmanlıcılığa inanan ve bunun bir gereği

olan ittihad-ı anasırı sağlamak için Garpçılığı isteyen Tanzimat medeniyetçileri.

214M. Ali Kılıçbay, "Osmanlı Batılaşması", TCTA., C. 1, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, ss. 147- 148.

b) Garplılaşmadaki temel problemi toplum yapısında bulan ve burada

Anglo-Sakson toplum yapısını geliştirmek isteyen Sabahattin Ali ve çevresi.

c) Servet-i Fünûn ve Ulûm-u İktisadiye ve İçtimâiye dergileri etrafında

toplanan pozitivistler. Ahmet Rıza gibi.

d) Batı dünyasına hayran köktenci (radikal) Garpçılar. Bu kategoride ön

plana çıkan Garpçılar ise Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Kılıçzâde Hakkı ve kısmen de Rıza Tevfik Beylerdir.216

Osmanlı Devleti'ndeki yenileşme çabaları sonucunda başlayan ve özellikle II. Meşrutiyet Dönemi'yle birlikte farklı bir anlam kazanan Garpçılık fikri M. Şükrü Hanioğlu'na göre, Garplılaşmayı toplumun temel sorunu olarak gören ve kendilerine "Garbçılar" adı verilen bir grup tarafından belli bir düşünsel çerçeveye oturtulmuştur. Hanioğlu, başlangıçta bir zorunluluk sonucu gerçekleşen Garplılaşma hareketinin ve bu konudaki düşüncelerin, II. Meşrutiyet Dönemi'yle birlikte sistematik bir hale geldiğini ve toplumun birinci sorunu olarak sunulmaya başlandığını ifade etmiştir. H. Ziya Ülken'in yaptığı gruplandırmada, son kategoride yer alan ve radikal fikirleriyle öne çıkan Garpçılar (Abdullah Cevdet, Celal Nuri ve Kılıçzâde Hakkı), Mehtab, Şebtab ve İçtihad gibi Batıcı yayın organlarında ciddi bir yayın sürecine girmiş, Batı medeniyetinin üstünlük kaynaklarını tespit etme ve bunları Osmanlı toplumunda uygulamaya çalışma bakımından önemli bir girişimde bulunmuşlardır.217

Osmanlı Devleti'ni Batı dünyasıyla karşılaştıran Garpçılar, iki medeniyet arasındaki farklara dikkat çekmiş ve ilerlemenin kaynaklarına önemle değinmişlerdir. "Avrupa ile bizim aramızdaki münâsebet kuvvet ile za'f ve ilm ile cehl aralarındaki

münâsebet demekdir."218

diyen ve Batı ile Osmanlı arasında bir karşılaştırma yapan Abdullah Cevdet, "Bizim ebedi düşmanımız ne İtalya'dır, ne Bulgar'dır, ne Rus'dur, ne Yunan'dır. Bizim ebedi düşmanımız zayıf, câhil ve fakir olmamızdır, bizi böyle

bırakan ahvâl-i maddiye ve maneviyedir."219

diyerek Batı medeniyeti karşısındaki zayıflık ve geriliğin kaynaklarına dikkat çekmiştir. Benzer noktalara değinen Celal

216Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi, C.1, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve

Yayıncılık, İstanbul, 1997, ss. 97-98. 217Hanioğlu, "Batıcılık", ss. 1382-1384. 218

Abdullah Cevdet, "Şîme-i Muhabbet ", s. 1980. 219

Abdullah Cevdet'in Selim Sakit (Süleyman Nazif)'in "El-Cezire Mektubları -I- Husûmet mi,

Nuri ise Batı dünyasında "Kant gibi, Bacon gibi, Leibniz gibi, Voltaire gibi ilh. birçok mütefekkirîn çıktığı ve bunlar âlemi irşâd ile azim inkılâbât-ı içtimâiyye ve fikriyye içün ortalığı hazırladıkları halde...", Osmanlı dünyasında "Kendi namına düşünür, başkasına, eslâfa (eskilere) izâfeten değil kendi akıl ve zekâsına istinâden bir şey söyler bir mütefekkir, bir şair, bir münşî (inşa eden-yapan) zuhûr

edememişdir."220

diyerek bir karşılaştırmada bulunmuştur. Büyük toplumsal ve düşünsel yeniliklere zemin hazırlayan ve bu yönüyle bütün dünyayı etkilediği düşünülen Batı medeniyetinin bu özelliklerini desteklemek açısından Celal Nuri şunları ifade etmiş ve bu konudaki fikirlerinin haklılığını göstermeye çalışmıştır:

Avrupa terakkiyâtından mühim bir kısmı, meselâ ulûm ve fünûnun muktesebâtı, millî bir renk ile mülevven (boyalı-süslü) değildir. O terakkiyât artık bütün beşeriyetin malı olmuştur. Çünkü ulûm ve fünûnun bugünkü inkişâfından bir başka türlüsü tasavvur olunamaz. Demek istiyoruz ki Garb'ın attığı adımlar yalnız kendisi

içün değil, bütün beşeriyet içün atılmıştır.221

Bu süreçte, devletin kurtuluşunu Garplılaşmakta arayan Kılıçzâde Hakkı ise "Binâenaleyh milel-i müterakkiyenin esbâb-ı miknetleri hangileri ise onları ayn-ı

hikmet telâkki eder ve memleketimizde tatbîklerine çalışırız."222

diyerek ileri medeniyetlerin gelişme nedenlerini tespit edip bunları uygulamanın gereğine dikkat çekmiştir. Bu durumu, halka "bağıra bağıra" anlatacaklarını ifade eden Kılıçzâde Hakkı, "…Değil Asya'ya çekilmek, kutublara kadar firâr etsek Avrupalılar gibi düşünmedikden Avrupalılar gibi çalışmadıkdan sonra orada dahi yakamızı bırakmazlar."223

diyerek Garplılaşmaktan başka bir çare olmadığını vurgulamıştır. Kimilerince muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için başvurulan kurtuluş hamlesi224

, millet olarak modernleşme yoluna girmenin kapısı225, Batılı olmayan bir toplumu ekonomik açıdan geri kalmış ülkeler topluluğundan çıkarıp onun Batılı ülkeler topluluğuna katılmasını sağlayan ve insanlığın lehine kaydedilmeye layık olan bir olay226

kimilerince de düzenin yabancılaşması227 ve

220

Celal Nuri, Tarih-i Tedenniyât-ı Osmâniye-Mukadderât-ı Târihiyye, s. 162. 221

Celal Nuri, Türk İnkılâbı, s. 67.

222Kılıçzâde Hakkı, İ'tikadât-ı Bâtılaya İ'lân-ı Harb, Sancakcıyan Matbaası, Dersaadet, 1329, s. 11.

223Kılıçzâde Hakkı, "Sahte Softalığa ve Dervişliğe İ'lân-ı Harb", İçtihad, No: 58, (14 Mart 1329), s. 1281.

224İnan, a.g.e., s. 15. 225Ülken, a.g.e., s. 11.

226Suat Sinanoğlu, Türk Hümanizmi II, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, İstanbul, 1999,

yabancılaşmanın diğer bir adı ya da mağlubiyet ideolojisi228

olarak değerlendirilen Garplılaşma konusunda düşünce tarihimiz açısından bakıldığında ciddi algısal farklılıklar görülmektedir. Ancak Garplılaşma ya da Garp medeniyetine yönelik algılar sadece içinde bulunduğumuz dünyanın siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel belirleyicileri tarafından şekillendirilmemiştir. Çünkü Garp medeniyetine ilişkin kanaatlerin oluşumunda uzun bir tarihsel arka plan söz konusudur. Bu tarihsel arka plan, her ne kadar bugün Garplılaşmaya yönelik algı ya da kanaatlerin açıklanmasında tek başına yeterli olmasa da düşünsel bir temelin oluşturulmasında önemli bir yer işgal etmektedir.229

Bu nedenle günümüzde Garpçılık ya da Garp medeniyeti değerlendirilirken sadece bugünün koşullarından hareketle bir değerlendirme yapmak metodolojik bir hata olacağından bu hareketin tarihsel arka planı da dikkate alınarak daha objektif bir değerlendirme yapmak yerinde olacaktır.