• Sonuç bulunamadı

Beyin, milyarlarca sinir hücresinden oluşan bir iletişim merkezidir. Beyin görüntüleme yolları ile popüler kültürde bedeni, zihni ve beyni betimleme çabaları arasında bir ilişki olduğu düşünülmektedir. Madde ve sanallar, hayatı idame ettirici fonksiyonlar için gerekli olan önemli beyin bölgelerini etkileyebilir, dürtüsel madde ve sanal suistimalini tetikleyebilirler. Burada bağlantılar imgelerin üretimiyle ve insanların bedenlerine dair sahip oldukları hayali ve gerçek bakış açıları ile ilgilidirler. Organeller, fiziksel, kimyasal ve mekanik her bir farklı duyu çeşidini algılamak için özdeşleşmiş olduğu duyuya odaklanarak bunu elektrik akımına dönüştürme özelliğine sahiptirler. Bu şekilde çevresel hatırlatıcılar madde deneyimi ile ilişkilendirilmeye başlanır. Bu öğrenilmiş refleks oldukça güçlüdür ve yıllarca süren kesilme sonrası bile ortaya çıkabilir. Beynimiz hayatı idame ettirici aktiviteleri, haz veya ödülle ilişkilendirerek tekrarlamamızı sağlayacak şekilde programlanmıştır. Bu ödül devresi ne zaman aktive olsa, beyin hatırlanması gereken önemli bir şey olduğunu kaydeder ve hakkında düşünmeksizin onu tekrar tekrar yapmayı bize öğretir (Tarhan ve Nurmedov, 2011: 21-26-27-28; Burnett, 2007: 87; G. Özdemir, 2010: 57).

Endüstri kentleri insanı hem işinde, hem toplumsal çevresinde izole etmiştir. Genel olarak sabahtan akşama değin kapalı yerlerdeki çalışma durumu ile yine doğadan kopuk apartman katlarında yaşamını sürdüren endüstri çağı insanı, psikolojik birikimle doludur ve dolayısıyla bir boşalma gereksinimi içindedir. İşte bu çevresinden izole edilmiş ve psikolojik birikimle yüklü insanlardan meydana gelmiş

toplumda, ilginç bir kolektif kitle bilinci oluşmaktadır. Bu kitle bilincinin doğuş nedeni, süratli haber alma kaynakları, medya ile dünya yüzeyinin her tarafında meydana gelen olayların ve her türlü düşüncenin anında toplumlara aktarılmasına dayanmaktadır. Makineleştirme, boş zamanı olan kimseler ve onların mutluluğu üzerinde öyle bir güce sahiptir ki, eğlence metalarının üretimini temelden belirleyerek bu kimselere boş zamanlarında emek süreçlerinin kopyasından başka bir şey yaşatmaz. Sözde içerik diye sunulan şey, sadece soluk bir ön plandır (Turani, 2003: 58; Adorno, 2009: 69).

Sosyoloji, felsefe, tarih ve psikoloji arasındaki iş bölümü, bu disiplinlerin çalıştıkları malzemeye içkin ya da malzemenin zorunlu kıldığı bir iş bölümü değildir; dışarıdan dayatılmış bir bölünmedir. Örneğin, ruh ya da zihin gibi, kendine özgü nesnel özellikleri itibariyle psikolojinin ya da psikanalizin kavramları ve kategorilerini gerektiren ya da bunlara dolaysız biçimde tekabül eden ayrı ve benzersiz nesne yoktur. Aynı şekilde, kendine özgü nesnel özellikleri itibariyle sosyolojinin, tarihin ya da felsefenin kavram ve kategorilerine dolaysız biçimde tekabül eden ayrı bir nesnede yoktur. Bu bölünmeye yol açan şeyleşme kuvvetlerinden başkası değildir (Adorno, 2009: 11).

Antik çağdan beri düşünürler belleği bilgi felsefesi ile birlikte ele almışlardır ve özellikle bellek üzerine olan fikirlerinde hatırlama teknikleri üzerinde durmuşlardır. Bugün değişen ve çeşitlenen iletişim ve bilgi teknolojileri belleği hatırlama ediminin dışında unutma edimi ile de ele almak gereksinimini doğurmaktadır (Kılınçarslan, 2007: 93).

Mekanik zihin metaforlarının hüküm sürmesi, insanlar arası iletişim ve etkileşim konusunda indirgemeci paradigmaların benimsenmesine neden olmaktadır. Bu indirgeyici anlayışlar, yeni iletişim araçları ve etkileşimli teknolojiler hakkındaki tartışmalarda özellikle güçlü bir konumdadır. Güçlü medya etkileri paradigmasının egemen olduğu bu dönemde alımlayıcılar, adeta kendiliğinden kitle iletişim araçları tarafından kuvvetli bir biçimde etkilenen birbirlerinden yalıtılmış tekil bireylerden oluşan bir kitle olarak kabul edilebilir. Mekanik ve duyusal bellek alışkanlıklara ait bilgileri depolar. Mekanik bellek, tekrarlanan hareketlere ilişkin bilgileri, duyusal

bellek ile tekrarlanan duygulara ilişkin bilgileri depolarlar. Bunun sonucunda seçme hakkından çok, meçburi bir tercih oluşmasına sebep olan enformasyon, insan bilincini ortaklaştırarak tek düzeliğe götürür. Kültürel üretim, deneyim, öğrenim ve iletişim etkinlikleri için yeni bir ekolojik temelin yaratılmakta olduğudur. Bu temel dönüşümün içerimlerini ve sanal olan ile gerçek olanın bütünleştirilmesi insanlar için yeni bir kimlik yaratmıştır (Burnett, 2007: 22-177; Cangöz, 2005: 52, Kepplinger, 2003: 11).

Algılama sadece fizyolojik bir olay değil, aynı zamanda, sübjektif bir yorumdur. Bir başka deyişle, algılama kişinin dünyayı kavraması halidir. Algılar, duyumların sonucu olarak ortaya çıkarlar. Bu sebeple, algı bir kişilik tepkisidir. En önemli belirtisi de duyumların, belli bir nesne ve şekle ait olduğuna dair bir bilinç halinin kişide ortaya çıkmasıdır. Bir taraftan da, pratik usumuzun yargıda bulunmasında, kuşkusuz bizim için iyi ile kötü olanın etkisi pek çoktur; bizim duyulu varlıklar olarak doğamız söz konusu edilince, her nesne mutluluğumuza bağlıdır. Bu mutlulukla ilgili yargıyı usun vurgulayarak istediği gibi, gelip geçici duyuma göre değil de, bu gelişi güzel durumun varlığımız üzerindeki etkisine ve bundan kıvanç duymamıza dayanarak vereceksek gene sonuç değişmez; her nesne genellikle buna yaslanır (Özer, 2009: 3; Kant, 2008: 98).

Görme ve gözlemlemenin de asıl aracı zihindir. Gözlerin rolü, bilincin görsel ögelerini alan ve taşıyan bir kap işlevini görmektedir. Görünenden üretilen anlam, hem kullanıcı hem de yaratıcı tarafından dinamik olarak inşa edilir. Algılamanın ardından, algılanan şey zihin içinde işlemlerden geçer ve bunu motor etkinlik yani tepki izler. Algı dizgeleri geçici iken, bellek dizgeleri kalıcı değişiklikler yaratma ve uyum gösterme becerisine sahiptir. Görsel kültür çoğu zaman kendisini sembol ve imgelerle ifade eder. Kültür, farklılığı, özgünlüğü, spontaneliği bir yana, insanın kendi dünyası ve dışındaki dünya ile temasının anlamını belirleyen bir söylem olduğu için kültürün kullanışlı ürünleri semboller ve imgelerdir. İnsanın bu kendini keşfetme gereksinimi de, hep endüstriyel toplum ortamının oluşturduğu nedenlere dayanmaktadır (Türkkan, 2008: 28; Cangöz, 2005: 57; Konukman, 2006: 35; Turani, 2003: 59).

19.yüzyıl’ın son çeyreğinden bu yana süratle gelişen endüstri, bireyi baskı altına almış ve ondan kendine hizmet edecek bir robot yaratma yoluna gitmiştir. 20.yüzyıl’ın son çeyreğinde zihin felsefesi, spekülasyondan arınmak için kendine bilimden dayanaklar bulmaya çalışmıştır. Çağımızın endüstri ve atom fiziği yanında üçüncü bir devrim olarak kabul edilen bilinçaltının keşfi insanın psikolojik resmini değiştirmiştir. Toplumun birçoğunun üzerinde yeni bir bilinç kaynağı gelişmeye başlamış, bunun adı da melezleşme olarak ifadelendirilmiştir. Eklentisizm, farklı ifadelerin ve üslupların bilinçli olarak ve bir tür karşı-modernizm anlayışı içinde yan yana gelişiyle melezleşme doğal sürecin ve oluşumun sonucu olarak bilinçaltında yerini almıştır (Turani, 2003: 61; Işıklı, 2011: 2-3).

Bu anlamda iki melezleşme kavramının varlığına işaret edilmiştir. Birisi zorlama diğeri doğal melezleşmedir. Zorlama melezleşme, ona yandaş olunsa bile, birbirinden ayrı, farklı kopuk iki kültürel alanın bulunduğunu varsayar. Melezleşmeyle birlikte bu ikisi, belli koşullar altında bir araya gelmekte ve kaynaşmaktadır. Doğal melezleşmeyse insanın sınırlı değil sınırsız, her noktasını kendisinin sandığı bir dünyada yaşadığını kabul eder. Arındırılmış ve yalıtılmış bir kültürden olamayacağı görüşünden yola çıkar. Tüm kültürleri öteki kültürlerden etkilenmiş bir bünye olarak görür. Bu yanıyla da melezleşmenin doğal bir durumu olduğunu savunur. Böyle bir melezleşme kültürötesileşme ile nitelendirilebilir. Melezleşme sadece uluslar arası olanla değil, yerel olanın kendi içinde dönüşümlerle ve o paydayı oluşturan farklı öğelerle de ilgili bir kavram niteliği kazanmıştır (Kahraman, 2005: 175).

Sonuç olarak; bir zamanlar varolmuş tüm içeriklerin ve anlamların ölüp gitmelerini kanıtlayabilmek için sistem olağanüstü bir çaba harcamaktadır. Kendi sistem dış görünümü itibariyle korkunç dinamik ve devingendir. Oysa yanıltıcı olan da budur. Bahsedilen yarı uyanık bilinç, görüntü kölesi olmuş zihinsel açlığını sürekli bir bilişsel yönelim talep ederek karşılamaktadır ki bu sistemin kesintiye uğrama anında bir hiçlikle yüzyüze gelebilmektedir (Şahiner, 2008: 41).