• Sonuç bulunamadı

Ancak gıcağın yayla çalınan bir musikî âleti olduğu "kılıç (98a)" maddesinde görüldüğü gibi,

"ona kılıçla vurmak" ifadesinden anlaşılmaktadır. Çünkü şekil bakımından kılıç, yaya benzer. Fakat "bıçak ile gıcağa vurmak" ifadesinin mânâsı müphem kalmaktadır ve bu ifade, gıcağın mızrapla çalınan bir şekli olup olmadığını veya zaman zaman mızrapla çalınıp çalınmadığını akla getirmektedir.

Ancak bu ifadeler, ilk çağlardan beri Türkler arasında hem büyücü hem ozan olarak görü­ len çalgıcının dua okuduğu ve çalgısını çaldığı sırada kendinden geçmesi, ağzından köpükler çıkarması ve bayılması ile de ilgili bir mânâ taşıyabilirler. Çünkü bazen büyücü, fena ruhları kaçırmak için kızgın demirler yalar; vücuduna hançer saplar; iğne yutar. Böylece metindeki "peri askerinin kâfirlerinin gıcağa üşüşmesi ve ona bazen kılıç, bazen bıçak ile vurması" ifadesi, şairin gıcak ile onu çalanı özdeşleştirdiğini de gösterebilir bk. F. Köprülü, Edebiyat Araştırma­

ları, TTK yayını, Ankara 1966. s. 155-156. Ayrıca bk. "tedbir (93a) ve teshir (93b)" maddesi bi-hired (32a) "akılsız"

Bu beyitte tanbure akılsız bir insana benzetilmektedir. Çünkü tanburenin uzun kolu üze­ rindeki başı çok küçüktür. Hemen hemen yok gibidir. Tanbure hakkında bibliyografya için bk.

"Tanbüre-i gamze-ger-i fitne-cüy (21a)" maddesi

boynıng uzun (50a) "boynun uzun" bk. "igri (45b)" maddesi

busaga (101a) "eşik"

Basit, yani tek telli bir musikî âleti olduğu için şair, kingireyi kapı eşiğine oturtmuştur. Çünkü Türk boylarının hakan veya hükümdarın huzurunda mertebelerine göre yerlerim alma­ ları, Türklerin eski bir geleneğidir. Şair, bu geleneği musikî âletlerine uygulamıştır. Kingire için bk. "yek-ta-reh (102a)" maddesi

cevab (26b, 32b) "cevap, bir notanıh tizdeki oktavı"

Mısrada tanbure, bütün sazlara her bir makamda bir bir cevap vereceğini söylerken, cevab kelimesinin musikîdeki mânâsına da tevriye yoluyla işaret eder. Büyük bir ihtimalle bu mısrada

cevab ile kasdedilen şey, bir tasnifin iki bölümünü birbirine bağlayan ve sadece musiki aletleriyle

çalınan kısımdır. Bu kısım ses ile söylenen kısmın bir tekrarıdır. Dr.E. Neubauer'e göre bugün el- cezire nevbesinde bu kısma cevab denmektedir.(Bu bilgi kendisinden sözlü olarak elde edilmiştir.)

cimri-i bazari (57a) "pazarın en düşük seviyedeki adamı"

Beyitte kopuz, tanburenin kendisi için istediği yüksek fiyatı düşüreceğini söyler. Çünkü tanbure, pazarın en alt tabakasına mensuptur. Kendisi ise ondan yüksektir, yani kopuz üst sınıfa mensup bir kişi olarak pazara gelince tanburenin fiyatı düşecektir. Çünkü herkes kopuzu almak isteyecektir. Fakat bu ifadeyle, şair aynı zamanda kopuzun da tanbure gibi Türkistan'da herkesçe bilinen ve sevilen bir saz olduğunu belirtmek ister. bk. "narlı-ı haridar (57 )" maddesi

dest-mal (44b) "mendil"

Bu mısrada "oğlanların tanbureyi ellerinde bir mendil haline getirdikleri" ifade edilir. Dolayısıyla bir mendil kadar çok kullanılan Tanburenin Türkistan'da herkesçe bilindiğine ve çalındığına kinaye yoluyla işaret edilir. bk. "tanbüre-i gamze-ger-i fitne-cüy (21 )" maddesi

Ebu Bekr-i Rübabi (86a) "Gazneliler devrinde yetişmiş ünlü bir musikişinastır. bk. Rustemov, Uzbekskaya Poeziya v. Pervoy Polovine XV. Veka, Moskova 1963. s. 303, not 14"

XV. YÜZYILIN İLK MÜNEZARASI 125 Rübab ya da rebabın iki türü vardır. Bunlardan rebab, kemançe, gıcak, ıklığı ile eş veya onlara benzeyen bir musikî âletidir. Çanağı yuvarlaktır; yayla çalınır. Arapların vasıtasıyla Anadolu'ya girmiştir. Rübab ise Gazneliler zamanında İran'da bilinen armut gövdeli, mızrapla çalınan bir sazdır. Bu beyitte Gazneliler zamanında yaşayan Ebu Bekr-i Rübabi'den bahsedil­ diğine göre, burada mızrapla çalınan rübab kasdedilmektedir. Bu düşünceyi daha sonraki beyit­ lerde gıcak da destekler. Zira gıcak, musikî âletleri arasında sadece kendisinin "yay sahibi" olduğunu söylemektedir. Şu halde rübab mızrakla çalınan türdendir (bk. "rind-i keman-dar (88b )"

maddesi). Ahmedoğlu Şükrullah, eserinde ikinciye yakın, fakat daha değişik bir rübabdan söz et­ mektedir. Genellikle kaynaklar, rübabın 3, 4, 5 telli olduğunu bildirirler. Rübab hakkında bk. R. Yekta, Türk Sazları I, Milli Tetebbular Mecmuası, C. II, sayı 4, s. 140-141; M. R. Gazimihal,

Asya ve Anadolu Kaynaklarında Iklığ, Ankara 1958. s. 31-33, 71-72; Farmer, İslam, Serie Mu- sik geschichte in Bildern, Leipzig 1966. s. 155; A. Meragi, Mekasidü'l-elhan, s. 128; H. Usbeck, Türklerde Musikî Âletleri, İ. Ü. Ed. Fak. Genel Ktp. T H T 221. s. 117-119. Rübab veya reba­

bın çeşitleri için bk. Farmer, Rebab, İslâm, Ansiklopedisi, s. 648-651

ehl-i tarikat (77 ) "tarikata mensup kimse"

Kaynaklarda rübabın Mevlevi musikîsine ait bir saz olduğu bildirilir. Nitekim Sultan Veled (ö. 1312)'in Rebabname adlı eseri de bu bilgiyi teyit etmektedir. İşte şair, bu yüzden rübabı tarikata mensup kimselerin çaldığı bir sâz olarak tanıtmış olabilir. Belki de diğer tarikat- lere mensup kimseler arasında da rübab, öteki musikî âletlerine nisbetle daha çok tutunmuş ola­ bilir. Nitekim şair, daha sonra rübabı melenglerin çaldığını da belirtecektir. bk. "meleng (86 , 87a)" maddesi. Rübabın Mevlevi çalgısı olduğu hakkında bk. H. Ritter, Die Mevlana feier in Konya, Oriens (1968). Vol. 15, s. 251; H. Usbeck, aynı eser, s. 117

fitne işigin kılayın baz min (25b ) "fitne kapısını açayım"

Bu mısranın geçtiği beyitte, tanbure, fitne "karışıklık" kapısını açmak istediğini söyler. Böylece musikî faslına başlamak üzere olduğunu ifade etmek ister. Fitne "bir bütünü ikiye ayırıp birbirinin karşısına koymak" demek olduğuna göre, tanburenin iki telini fitne temsil etmektedir.

Fitne ise beyitte iki kanadı bulunduğu için "eşiğe" benzetilmiştir. Bu "eşiğ"in açılması, çalgıcı-

cının tanburenin tellerine dokunarak çalmaya başlamasına telmihtir. Fitne ve tanbure için bk.

"tanbüre-i gamze-ger-i fitne-cüy (21a)" maddesi.

fuzül (45a) "fazla, lüzumsuz, fuzulî"

Beyitte "ey fuzulî kimse" anlamında kullanılmaktadır. Fakat aynı zamanda çengin yirmi dört teline, yani çengin tellerinin fazlalığına telmih edilmektedir. Çeng için bk. "gamze (41a)"

maddesi

fuzün (64a) "fazla, çok"

Beyitte şair, tezat sanatı yaparak, tanbureye karşı çıkan yatuganı çelişik bir durum içinde sunar. Yatugan, eli ya da ayağı bulunmadığı için daima yerde yatmaktadır. Buna rağmen, onun mertebesi herkesinkinden yüksektir. Yani yatuganın değeri herkesinkinden fazla (fuzun) dır. Şair yatuganın, çengden sonra en fazla tele sahip bir musikî âleti olmasından yararlanarak böyle tezatlı bir ifade kullanır. Böylece beyitte fuzün kelimesi yatuganın tellerinin çokluğuna işaret eder.

A. Meragi'ye göre, yatugan kanuna benzer; fakat tahtası onun gibi tam düz değildir, biraz meyillidir. Üstten bakılırsa, iki taraftan bağlı on yedi teli vardır. Her bir telin bir hareki (eşiği),

Benzer Belgeler