• Sonuç bulunamadı

Finansal Gelişme ve İktisadi Büyüme İlişkisine Temel Teşkil Eden

2. FİNANSAL PİYASALARIN DERİNLEŞMESİ, DERİNLEŞMEYE

3.4. Finansal Gelişme ve İktisadi Büyüme İlişkisine Temel Teşkil Eden

iki yönlü nedensellik ilişkisi kümülatif bir süreci beraberinde getirecek, bu da çoklu dengenin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Berthelemy ve Varoudakis (1996b)’e göre finansal gelişme yeterli bir düzeye ulaşamaz ise, bu durum ülkelerin yoksulluk tuzağına düşmelerinin bir nedeni olabilecektir.

3.4 Finansal Gelişme ve İktisadi Büyüme İlişkisine Temel Teşkil Eden

Rusya ise sanayileşme sürecinde daha güçlü bir finansal sektöre ve devletin itici gücüne ihtiyaç duymuştur.

3.4.2 Patrick Modeli (1966)

Patrick (1966) finansal gelişme ve iktisadi büyüme ilişkisini özellikle nedensellik boyutu çerçevesinde incelemiş ve bu ilişkiyi iki boyutta ele almıştır. Her birini iktisadi gelişmenin belirli aşamalarına atfettiği bu iki boyuttan ilkini “talep çekişli” süreç, diğerini ise “arz itişli” süreç olarak adlandırmıştır.

Patrick (1966)’e göre talep çekişli süreç finansal hizmetlerin talep yanını vurgular. Talep çekişli süreçte ekonomi büyüdükçe finansal hizmetlere ilişkin talepler artar ve söz konusu hizmetlere ilişkin yeni talepler ortaya çıkar; ortaya çıkan bu talepler doğrultusunda finansal hizmetler de gelişir. Bu bakış açısından ele alındığında az gelişmiş ülkelerdeki finansal hizmetlerin az gelişmişliği, bu ülkelerde bu kurumların sunduğu hizmetlere olan talebin son derece sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır. Talep çekişli modelde finansal hizmetlerin gelişmesi ve modern finansal kurumların oluşturulması, ekonomideki yatırım ve tasarruf sahiplerinin talebine cevaben gerçekleşmektedir. Yeni oluşan finansal sistemler gerek iktisadi çevre ve kurumsal çatı gibi nesnel nitelikli değişikliklere göre ve gerekse bireysel alışkanlıklar, zevkler ve tercihler gibi öznel niteliklere göre şekillenir.

Reel milli gelirdeki artış oranı ne kadar hızlı olursa, girişimcilerin kendi birikimleri dışındaki fonlara olan ihtiyaçları ve bu nedenle de finansal aracılık hizmetlerine olan ihtiyaç o kadar fazla olacaktır. Farklı sektörler ya da endüstriler arasındaki büyüme oranlarına ilişkin farklılık/değişim arttıkça, tasarrufları, yavaş gelişen endüstrilerden daha hızlı gelişenlere aktarmak amacı ile finansal aracılığa olan ihtiyaç da artacaktır. Böylelikle büyüme sürecinde finansal sistem öncü sektörleri destekleyecektir. Patrick (1966) çalışmasında finansal sektördeki girişimcilik arzının, finansal hizmetlerden sağlanan kâr olanaklarındaki artışa karşı oldukça elastik bir yapı sergilediğini varsaymaktadır. Bu nedenle ekonomideki finansal kurumların sayısı ve çeşitliliği artmakta ve finansal aracılığın gelişimini destekleyen hukuki, kurumsal ve iktisadi çevre koşulları da elverişli hale gelmektedir.

Talep çekişli süreci bu şekilde açıkladıktan sonra Patrick (1966) çalışmasında arz itişli süreci ele almaktadır. Arz itişli süreç, talep itişli süreçten farklı olarak,

henüz finansal hizmet talebi oluşmadan finansal hizmet arzının arttırıldığı durumu ifade etmektedir. Burada finansal aracılığın iktisadi büyümeyi iki yolla tetiklediği belirtilmektedir. İlk olarak ekonomide fonlar küçük tasarruf sahiplerinden büyük yatırımcılara aktarılır. İkinci olarak ise yine finansal sektör aracılığıyla kaynaklar geleneksel sektörden modern sektöre kanalize edilir ve böylelikle modern sektörün gelişimine katkıda bulunulur. Bu süreçte finansal sektör büyümeyi uyaran bir işlev görmektedir.

Patrick (1966) arz itişli süreçteki en önemli unsurun, yaratacağı psikolojik etkilerle ilgili olduğunu ifade etmektedir. Arz itişli süreçte, finansal aracılık hizmetleri doğrultusunda ortaya çıkan büyük miktardaki fonlar ve bu fonların elde edilebilir hale gelmesi, girişimciler üzerinde önemli beklentisel ve psikolojik etkiler yaratacaktır. Patrick (1966) yaratılan bu fonların girişimcileri “büyük” düşünmeye sevkettiğini ve hatta bu süreçte ortaya çıkan en önemli etkinin bu olduğunu ileri sürmektedir.

Ekonomilerde talep çekişli ya da arz itişli süreçlerden hangisinin yaşanacağı genellikle o ülkenin içinde bulunduğu iktisadi gelişmişlik düzeyine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Genellikle iktisadi gelişimin ilk aşamalarında arz itişli süreç hâkim olurken, ekonomi geliştikçe bu durum yerini talep çekişli sürece bırakmaktadır. Dolayısıyla başlangıçta finansal gelişme ve büyüme arasındaki nedensellik ilişkisi finanstan büyümeye doğru gerçekleşirken, iktisadi büyüme sağlandıkça nedenselliğin yönünün de değiştiği görülmektedir.

3.4.3 Cameron Modeli (1967)

Rondo Cameron 1967 yılında yaptığı çalışmasında hem finansal sistemlerin büyümeyi tetiklediğini ve hem de büyümenin finansal sistemler üzerinde tetikleyici rol oynadığını ileri sürmüştür. Finans ve büyüme arasındaki pozitif ilişkiyi ortaya koyarken Gerschonkron (1962) ve Patrick (1966)’ten farklı olarak, sunulan finansal hizmetlerin özellikle türünün ve kalitesinin çok önemli olduğu noktasından hareket etmiştir. Bu çerçevede finansal piyasalar içinde özellikle bankacılığın önemine dikkat çekmiştir.

Cameron (1967) finansal aracılığı, küçük fonların, riskten kaçınan tasarruf sahiplerinden, riske karşı nispeten daha az ihtiyatlı yaklaşan girişimci ruhlu bireylere aktarılmasında bir araç olarak nitelendirmektedir. Diğer yandan aracılık

hizmetlerinin yatırımcılar açısından önemli bir teşvik mekanizması olduğunu vurgulamıştır. Borçlanma maliyetlerinin düşmesi, girişimcileri daha büyük ölçekli yatırımlar yapmaları yönünde teşvik edecektir. Finansal sektörün genişlemesi borçlanmanın maliyetini de, bölgelere ve kullanıcılara göre farklılaşma olmaksızın, daha belirgin hale getirecektir. Bir diğer ifadeyle finansal hizmetlerin gelişmesiyle, borçlanmanın maliyeti, borcun kim tarafından ve hangi bölgeden alındığına göre farklılık göstermeyecektir.

Cameron (1967)’a göre bankacılık sisteminin bir diğer önemli katkısı dağılım fonksiyonuna ilişkin olup fonların daha etkin kullanımlara yönelik dağılımını içermektedir. Finansal kurumlar sanayileşmenin ilk aşamalarındaki, genellikle üretken olmayan başlangıç servet stokunun, daha etkin bir biçimde dağılımını mümkün kılacaktır.

Son olarak Cameron (1967) bankaların teknolojik ilerlemeyi arttırmadaki rolü üzerinde durmuştur. Teknik yeniliklerin büyük bir kısmının, özellikle bankacılık hizmetlerinden yararlanan firmalar tarafından gerçekleştirildiğini ifade etmiş, firmaların bankacılık hizmetlerinden yararlanma imkânları ve dolayısıyla borçlanma kabiliyetleri arttıkça finansal yeniliklerin de bu yolla artacağını belirtmiştir.

3.4.4 Goldsmith Modeli (1969)

Goldsmith (1969) finansal gelişme ve iktisadi büyüme ilişkisini incelerken, bir ülkenin finansal yapısının büyüklüğünün, o ülkenin iktisadi büyüme hızında ve niteliğinde ölçülebilir bir farklılık yaratıp yaratmadığı sorunsalından hareket etmiştir.

Goldsmith (1969)’e göre tasarruf ve yatırım fonksiyonlarının birbirinden ayrılması hipotezini gerçekleştirecek bir durumun oluşturulması zor değildir. Bu durum, finansal kurumların oluşturulması ve bunu takiben mevcut finansal varlıkların hacminin genişletilmesinin yanı sıra, yeni finansal varlıkların ortaya çıkarılmasıyla mümkün hale gelecektir. Bunun sonucunda yatırımların etkinliği artacak ve sermaye oluşumunun milli gelire oranı yükselecek, bu yollarla da büyüme oranı artacaktır.

Burada Goldsmith (1969)’in ileri sürdüğü temel fikir, bir ülkedeki finansal yapı ne kadar gelişmiş ise o ülkenin iktisadi büyüme oranının o derece büyük olacağıdır. Bir diğer deyişle burada finansal gelişmenin iktisadi gelişme ve büyüme üzerinde pozitif bir etkisi olduğu temel savından hareket edilmektedir. Goldsmith’in

bu savı iki temel varsayıma dayanmaktadır (Goldsmith, 1969, 372–409). İlk olarak analizde iktisadi ajanların heterojen oldukları kabul edilmektedir. Yani iktisadi ajanların girişimcilik yetenekleri, risk karşısındaki tutumları, bugünkü ve gelecekteki tüketime verdikleri önem ve varlıkları kullanma şekilleri birbirinden farklılık gösterir. İkinci olarak iktisadi hayatta ölçek ekonomileri ve dışsallıkların olduğu kabul edilmektedir.

Finansal kurumlar, girişimcilik yeteneği olmayan ancak elde ettiği gelir düzeyi harcama miktarını aşan iktisadi birimlerin, finansal varlıklar aracılığıyla tasarruf etmelerine, diğer yandan girişimcilik yeteneği olmakla birlikte gelir-harcama düzeyi arasındaki fark, harcamaları lehine olan birimlerin tasarruf eksikliklerini gidererek yatırım yapabilmelerine imkân tanır. Goldsmith (1969)’e göre bu durum yalnızca ekonomideki tasarruf ve yatırım düzeylerini arttırmakla kalmayacak, fakat aynı zamanda yatırımların etkin dağılımını da sağlayacaktır. Bunların bir sonucu olarak finansal piyasaların gelişmesi iktisadi büyüme üzerinde olumlu yönde bir etki meydana getirecektir.

Finansal gelişme iktisadi büyümeyi çeşitli yollarla etkiler. Finansal kurumlar ilk olarak, bu kurumların olmadığı bir durumda iktisadi birimlerin ancak kendi tasarrufları kadar yatırım yapabilme durumunu değiştirerek, tasarruflar ile yatırımlar arasındaki bu “çözülmez bağı” (indissoluble tie) serbest hale getirir (Goldsmith, 1969, 393). Finansal kurumlar iktisadi birimlerin yapacakları yatırımın, tasarruflarına oranla daha az ya da daha çok olmasına imkân verir. Goldsmith (1969) finansal varlıkları “kanal” olarak nitelemekte ve tasarruf edilen kaynakların, bu varlıklar kanalıyla yatırımlara dönüşebileceğini ifade etmektedir. Tasarruf sahipleri yaptıkları tasarruf karşılığında gelir elde ettikçe daha fazla güdülenerek daha büyük miktarlarda tasarruf yapmaya yöneleceklerdir.

Goldsmith (1969)’in ikinci olarak önemle üzerinde durduğu konulardan biri de girişimciler arasında önemli beceri farklılıklarının olmasıdır. Girişimsel olanakların iktisadi ajanlar arasında eşit dağılmamış olması ve farklı iktisadi ajanların farklı becerilere ve amaçlara sahip olması, tasarrufların ve yatırımların hızlandırılmasında finansal kurumlara ve araçlara ihtiyaç doğurur. İktisadi ajanlar aynı girişimsel beceri ve fırsatlara sahip olsalar, yaptıkları yatırımlar üzerinden aynı getiri oranını elde ederler. Bu durumda finansal aracılık mekanizması ile tasarruf ve yatırım fonksiyonlarının birbirinden ayrılması ve yatırım amacıyla tasarrufların

iktisadi ajanlar arasında el değiştirmesinin sağlanması, milli gelir üzerinde pozitif yönlü herhangi bir etki yaratmaz. Ancak gerçek dünyada iktisadi ajanların girişimcilik yetenekleri ve sahip oldukları fırsatlar birbirinden önemli ölçüde farklılaşmaktadır.

Goldsmith (1969) üçüncü olarak özellikle yüksek getirili yatırımların bölünmez olduğu hususunu vurgulamaktadır. Bu nitelikteki büyük ölçekli yatırımlara girişebilmek de, dağınık vaziyetteki küçük miktarlı tasarrufları toplulaştıran ve bölünmez yatırımlar için gerekli olan büyük hacimli tasarrufların oluşumunu sağlayan finansal kurumlara olan ihtiyacın başka bir gerekçesini oluşturmaktadır.

Gerçek hayatta üretim süreçlerinin çoğu, herhangi bir üretim biriminin tek başına sağlayamayacağı büyük miktarlarda bir finansmanı gerektirir. Bu nedenle finansal gelişme bu tür yatırımların yapılabilirliğini birçok yatırımcı açısından mümkün hale getirerek büyümeyi pozitif yönde etkiler.

Goldsmith (1969) finansal gelişme ve iktisadi büyüme ilişkisini ampirik boyutta ele alıp inceleyen ilk kişidir. Goldsmith (1969)’in ampirik bulguları çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde ele alınacaktır. Bu alanda yapılmış olan ilk ampirik çalışmayı gerçekleştiren kişi olması nedeniyle Goldsmith (1969)’in çalışması büyük önem taşımaktadır. Gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerdeki finansal gelişme-büyüme ilişkisini incelemek üzere daha sonra yapılacak olan birçok çalışmanın tetikleyicisi olmuş, ortaya koyduğu sonuçlar bakımından da birçok ülkenin politika yapıcıları üzerinde önemli etkiler yaratmıştır.