• Sonuç bulunamadı

II. Eşbütünleşme Analizi

1. FİNANSAL ENTEGRASYON VE FİNANSAL BULAŞMA

1.1. Finansal Entegrasyon Kavramı

Finansal entegrasyon, ülkelerin finansal piyasalarını ayıran sınırların yok edilmesi süreci olarak tanımlanmaktadır. Genel anlamıyla finansal entegrasyon, uluslararası sermayenin tam serbestleşmesine ek olarak, direkt yabancı sermaye yatırımlarını içeren fiziki sermayenin de bütün ülkeler arasında serbest dolaşımıdır (Turgut, 2006, s. 5).

Finansal piyasaların entegre olmasına neden olan gelişmeler çoğunlukla 1970’li yılların başında Bretton Woods sisteminin yıkılmasına dayanır. Sabit kur sisteminin terk edilerek esnek kur sistemine geçilmesi yabancı paralar arasındaki kur farklarından kar etme olanağını doğurmuş ve finans piyasaları bütünleşmiştir. Böylece ulusal piyasalar tek bir küresel piyasanın şubeleri halini almıştır (Ganiev, 2014, s. 119).

Gelişen teknoloji ile birlikte yatırımcılar ulusal ve uluslararası yatırımlarını çok kolay ve hızlı bir biçimde yapabilmesine rağmen yapılan ampirik çalışmalarda yatırımcıların daha çok ulusal piyasaları tercih ettiği gözlemlenmiştir. Dolayısıyla günümüzde hala kesin bir finansal entegrasyondan söz edilemez. Finansal entegrasyonun varlığı aynı risk seviyesine sahip menkul kıymetlerin farklı ülke piyasalarında işlem görseler bile aynı beklenen getiriye sahip olma durumu olarak tanımlanabileceğinden yatırımcılar portföylerini düzenlerken ülkeler arasındaki entegrasyon ilişkisine dikkat etmelidir.

1.1.1. Finansal Entegrasyon Tarihsel Süreci

Son yıllarda dünya ekonomisi, teknolojinin de etkisiyle, entegrasyon sürecine girerek gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler arasında iş birliği olanakları artmıştır. Dolayısıyla uluslararası ticaret hacmi genişlemiş, ülkelerarası teknoloji ve

29

işgücü akımı ivmelenmiş ve uluslararası finansal piyasalar gelişmiştir (Aktan, 1999, s. 10).

1970'lerde yaklaşık %40'ı uluslararası bankalara yatırım yapan ve özellikle Eurocurrency piyasasını canlandıran OPEC ülkelerinin 1973’de petrol fiyatlarını artırmaları ile ulus ötesi bankalara büyük sermaye akışına neden olmuştur. Bunun sonucunda 1980’lerde OPEC ülkelerinin dış fazlalarındaki azalma, bankaları uzun vadeli borç ihracına yöneltmiş, tahvil vb. uzun vadeli yatırım araçlarının getirilerindeki yükseklik menkul kıymetleştirmeyi özendirmiştir (Büyüközdemir, 2007, s. 85). 1980’de döviz kuru dalgalanmaları da uluslararası finans piyasalarının gelişmesini etkilemiştir. Doların başka paralar karşısında hızla değer kazanıp ardından hızla kaybetmesi, döviz kuru dalgalanmalarından kaynaklanan riski meydana getirmiştir. Böylece döviz kuru kaynaklı riske karşı korunmanın önemi göz önüne serilmiştir. Bu gereksinim ise opsiyon, future işlemlerinin yanı sıra diğer hedging teknikleri ile karşılanmıştır. Aynı durum 1980’de değişken faiz oranları için de uygulanmıştır. Bu dönemde özellikle ABD, Batı Avrupa ve Japonya’da faiz oranlarında değişikliklerin meydana gelmesi faiz arbitrajı ile yatırımcıların kazançları artmasına yol açmıştır.

Günümüzde finansal entegrasyon ile, rekabetin güçlenmesine, yatırım olanaklarının oluşmasına, kaynakların verimli alanlarda kullanılmasına, aracılık maliyetlerinin düşmesine, risklerin paylaşılarak dağıtılması ve yönetilmesi adına uygun ortamın oluşturulmasına ve böylece finansal kurumların krizlere karşı direncinin artmasına katkı sağlamıştır. Bütün bu avantajlara ek olarak da uluslararası ekonomik ilişkiler arttıkça riskler çeşitlenmiş, büyümüş, yayılması kolaylaşmış, ülkeler çevresel gelişmelerden kolaylıkla etkilenir hale gelmiştir (Büyüközdemir, 2007, s. 89).

1.1.2. Finansal Entegrasyon Teorileri

Gelişmekte olan ülkelerin çoğunluğu sermaye hareketlerine ket vurmak adına vatandaşların dövize yatırım yapmalarını, yurt dışında döviz bulundurmalarını, yurt dışına döviz hesabı açmalarını, yabancı kuruluşların hisse senedi ve tahvillerini almayı sınırlandırarak finansal piyasalar üzerinde birçok kısıtlama ve kontrol mekanizması geliştirmişlerdir. Bu mekanizmalar nedeniyle gelişmekte olan ülkelerin entegrasyon

30

süreci gelişmiş ülkelere oranla daha uzun süreli ve sıkıntılı olmuştur. Çünkü bir yandan ekonomik açıdan büyüme planlarını gerçekleştirmek için büyük yatırımlara ihtiyaç duyarken diğer yandan yatırım kanallarını kısıtlayarak kıskaçta kalmışlardır. Faizler, piyasadaki arz ve talebe göre belirlenmesi gerekirken, hükümetler tarafından bilinçli olarak enflasyonun altında kalacak şekilde belirlenmiştir. Faiz oranları reel olarak negatif bir değer alarak finansal baskı oluşmuştur. Finansal baskı politikalarına karşıt görüş olarak Neo-klasiklerin serbest piyasa mekanizmalarının kaynak oluşturmak adına en ideal metot olduğu kabulüyle, finansal baskı politikalarının finansal kalkınmayı engelleyerek ekonomik büyümeyi olumsuz olarak etkilediğini ortaya atılmıştır. Görüş ayrılıklarının sonucunda finansal entegrasyonun, finansal sistemin dayanıklılığını kırarak krizlere neden olacağı ortak sonucuna varılmıştır. Bütün bu karmaşayı aydınlatmak adına Neo-Klasik, Yapısalcı, Neo-Keynesyen, Post- Keynesyen ve Spekülatif gelişme teorileri geliştirilmiştir (Turgut, 2006, s. 9).

Neo-Klasik Finansal Entegrasyon Teorisi, Gelişmekte olan ülkelerde 20. yüzyılın ortalarından bu yana uygulanan finansal baskı politikalarının sonucunda tasarrufların azaldığı, finansal aracılık maliyetlerini arttığı ve ek olarak sermaye kaçışlarının meydana geldiği; böylece kaynakların verimlilik düzeyi yüksek olmayan yatırımlarda kullanıldığı düşüncesini esas almaktadır (Özbilen, 2000, s. 12).

Yapısalcı Finansal Entegrasyon Teorisine göre, Gelişmekte olan ülkelerde hem organize finansal piyasalar hem de organize olmayan finansal piyasalar aktif olarak işlem gerçekleştirmektedir. Sermaye, finansal liberalizasyonla serbest dalgalanmaya bırakılan faiz oranlarında meydana gelen artış sonucu bankalarda toplanmaktadır. Bu durum ise bankalar dışındaki finansal piyasalardaki faizlerin artmasına yol açmaktadır. Böylece organize ve organize olmayan finansal piyasalarda faizler artarken yatırımlar azalmakta; dolayısıyla büyüme hızı ivme kaybetmektedir (Önder vd, 1993, s. 98).

Neo-Keynesyen Finansal Entegrasyon Teorisi, finansal piyasalarda fon talep edenler beklenen risk ve getiri hususundaki bilgilere tam olarak ulaşırken, fon arz edenlerin borçlulara dair yeterli bilgiye sahip olmadığı düşüncesine dayanmaktadır (Taş, 2001, s. 43).

Post-Keynesyen Finansal Entegrasyon Teorisi, finansal piyasalarda yer alan ekonomik birimlerin beklentileri, yatırım seçeneklerinin şimdiki risk ve getirisinin

31

belirsizliği nedeniyle, içsel olarak geliştiği düşüncesini esas almaktadır (Esen, 1998, s. 28).

Spekülatif Gelişme Teorisi, Grabel tarafından geliştirilen Neo-Keynesyen ve Post Keynesyen yaklaşımını sentezidir. Reel mevduat ve kredi faiz oranlarının serbest piyasa seviyesine yükselmesi, finansal kurumların serbestleştirilmesi ve yenilerinin yaratılması spekülatif gelişme teorisine deregülasyon programının unsurlarıdır (Grabel, 1995, s. 128).