• Sonuç bulunamadı

DAHA FAZLA MERHAMETLİ OLAMAZ

Belgede ESMÂ-İ HÜSNÂ NE DEMEK? (sayfa 168-174)

İnsanoğlu hareket alanı sınırlı olan bir canlı. Onun mut-tali olduğu şeyler Allah’ın ilmi yanında hiçbir şey. Peygam-berler ve bazı büyük veliler gibi vahye ve ilhama açık in-sanların dışındaki bütün insanlar bilgi kaynaklarının izafi ve sınırlı olmasından ötürü hadiseleri yorumlamada, olay-ların neden-sonuç ilişkisini kurmada zorlanır ve akibetin ne şekilde tecelliği edeceğini çoğu zaman kestiremezler.

Öncelikle şunu kabul etmeli ki varlık âleminde olan her şey ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibarıyla güzelliklere açıktır. Merhum İbrahim Hakkı ne güzel söyler:

Dime şu niçün şöyle, Yerincedir ol öyle, Bak sonuna sabreyle, Mevlâ görelim neyler.

Neylerse güzel eyler.

Hep rumuz ve işarettir, Hep gâmız ve bişârettir, Hep ayn-ı inâyettir, Mevlâ görelim neyler.

Neylerse güzel eyler.

Vallah güzel etmiş, Billah güzel etmiş, Tallah güzel etmiş, Allah görelim n’etmiş.

N’etmişse güzel etmiş.

Şiir diliyle çok güzel bir şekilde ifade edildiği gibi ha-kikatini ancak Alîm olan Rabbimizin bilebileceği zahiren çirkin görünen şeylerin arkasındaki güzellikleri duyup gö-rebilmek için öncelikle tabiata tefekkür gözlüğü ile bakma-mız ve gözlerimizdeki ülfet perdelerini çıkarmabakma-mız gerek-mektedir. Her işini, ölçü, plân, program, ahenk, sistem, düzen, hassasiyet, incelik, gaye ve hikmet gözeterek icra eden Zât-ı Vâcibü’l- Vücûd’un, kendisi abesiyetten ve çir-kinlikten münezzeh olduğu için, abes ve çirkin bir şey ya-ratması da söz konusu olamaz.

Evet, Mevlâ’nın yaptığı her şey güzeldir. Onun hikme-tine ve kaderine râm olanlar hem dünyada hem de ahi-rette gönül dünyaları itminana ermiş bir şekilde yaşarlar.

Kitabımızın başından beri pek çok örneğini verdiğimiz ilahî

rahmet, merhamet, şefkat ve re’fet misallerinden sonra in-sanın dar aklıyla, sınırlı imkânlarıyla bazı olayları, bazı icra-atleri ilâhi rahmete ters görmesi onun aklının sınırlılığından ve hadiselerin arka planına muttali olamamasından kay-naklanmaktadır.

Mesela cephede halis bir niyetle Allah için düşmanla çar-pışıp hayatını kaybeden bir asker zahiren ölse de hakikatte diridir ve yepyeni bir hayata merhaba demiştir. Merhamet hislerinin galeyana geldiği bu tablo karşısında arkada kalan insanlar ağlarken ölüm şarabını içmiş bu nefer, şehadet mer-tebesini elde etmiş olarak kendisi için gözyaşı dökenlere bel-ki de tebessüm ediyordur. Şüphe yok bel-ki bizler Allah’ın rah-metinden daha fazla rahmete sahip değiliz. Bizdeki rahmet, merhamet ve şefkat duyguları Allah’ın içimize attığı çekirdek duygulardır. O’nun bize verdiği cüzî duygularla sonsuz rah-meti sorgulamak bir nevi nankörlüktür ve hiç kimsenin böy-le bir nankörlüğü işböy-leme cüretine kalkışmaması gerekir.

Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin ve F. Gülen Ho-caefendinin düşüncelerine kulak verelim bir de isterseniz.

Önce Üstad Hazretlerinden başlayalım:

“Allah’ın rahmetinden fazla rahmet edilmez. Allah’ın gazabından fazla gazap edilmez.

Öyle ise işi bırak o Âdil-i Rahîme. Fazla şefkat elemdir;

fazla gazap zemîme (zemmedilecek nitelikte olan kötü dav-ranış, kötü hâl)”159,

159 Bediüzzaman Said Nursî, Kaynaklı-İndeksli-Lügatlı Risale-i Nur Külliyatı s. 331 hiç kimse allah’tan daha fazla merhametli olamaz

“İnsandaki şefkat, ilahî merhametin bir cilvesi oldu-ğundan, elbette rahmetin derecesini aşmamalı ve rah-meten li’l-âlemîn olan Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem)

şefkat mertebesinden aşırı olmamalıdır. Eğer aşsa ve taş-sa, o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir ruhî hastalık ve çar-pıklıktır.

Meselâ, kâfir ve münafıkların Cehennem’de yanmala-rını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığış-tırmamak ve tevile sapmak, Kur’ân’ın ve semavî dinlerin büyük bir kısmını inkâr ve yalanlama olduğu gibi, büyük bir zulüm ve ileri derecede bir merhametsizliktir.

Çünkü masum hayvanları parçalayan canavarları hi-maye edip şefkat etmek, o biçare hayvanlara şiddetli bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ayrıca binlerce Müslüma-nın ebedî hayatını mahveden ve yüzlerce mümini kötü akıbete düşüren, müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârâne taraftar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şenî bir gadirdir.

Risale-i Nur’da katiyetle ispat edilmiş ki, küfür ve dalâ-let, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata büyük bir zu-lümdür ve rahmetin kalkması ve âfetlerin inmesine vesile-dir. Hatta, deniz dibinde balıklar, cânilerden şikâyet edip,

“İstirahatimizin kaçmasına sebep oldular.” derler.

O hâlde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkate layık hadsiz masumlara acımıyor ve şefkat

etmeyip hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız şu da var ki, müstehaklara bela ve musibetler geldiği zaman masumlar da yanarlar; onlara acımamak olmuyor. Fakat, cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.

Bir zaman, Birinci Dünya Savaşı’nda, düşmanların Müslümanlara ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri zu-lümlerden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim.

Birden kalbime geldi ki, o maktul masumlar şehîd olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata dönüştürülür. Ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir malla mübadele olur. Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevî musibetlerden çektikleri bela-lara mukabil ilahî rahmetin hazinesinden öyle mükâfatları var ki, eğer gayb perdesi açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir rahmetin tezahür ettiğini görüp, “Ya Rabbi, şü-kür elhamdülillâh” diyeceklerini bildim ve kesin bir şekilde kanaat getirdim. Ve aşırı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum.”160

Hocaefendi ise bu hakikati şöyle dile getirir:

“...Merhamet duygusunun, ölçüsüz kullanılması ve sui-istimâl edilmesi vardır ki, o da, merhametsizlik kadar, belki daha fazla sevimsiz ve zararlıdır.

160 Bediüzzaman Said Nursî, Kaynaklı-İndeksli-Lügatlı Risale-i Nur Külliyatı s. 1599 hiç kimse allah’tan daha fazla merhametli olamaz

Yerinde kullanılan merhamet, bir âb-ı hayat, bir iksir ise, onun suiistimâl edilmesi de bir zehir, bir zakkumdur. Ve asıl olan da, işte bu terkibi kavramaktır. Oksijen ve hidro-jen, belli nispetleriyle terkibe girince, en hayatî bir unsuru meydana getirirler. Nispet bozulduğu ve ayrı ayrı kaldıkları anda ise yanıcı ve yakıcı hüviyetlerine dönerler. Bunun gibi merhametin de hem dozu, hem de kime karşı yapılacağı çok mühimdir. “Canavara karşı merhamet göstermek iş-tahını açar, sonra döner dişinin kirasını ister.” Azgına mer-hamet, onu iyice saldırgan yapar ve başkalarına tecavüze teşvik eder. Yılan gibi zehirlemekten lezzet alana merhamet edilmez. Ona merhamet, dünyanın idaresini kobralara bı-rakmak demektir...

Eli kanlı, yüzü kanlı; gönlü kanlı, gözü kanlı; hâsılı, hem deli hem de kanlıya merhamet, bütün mağdurlara, bütün mazlumlara karşı en korkunç bir merhametsizliktir. Böyle bir tutum ise, kurda acıyıp da, kuzuların hukukunu kâle al-mama gibi bir şeye benzer ki; kurtları güldürse bile, bütün âsumânı âh u efgâna getirir.”161

161 Fethullah Gülen, “Merhamet”, Sızıntı, sayı 22

Belgede ESMÂ-İ HÜSNÂ NE DEMEK? (sayfa 168-174)