• Sonuç bulunamadı

ŞEFKAT UFUKLU NUR YOLU

Belgede ESMÂ-İ HÜSNÂ NE DEMEK? (sayfa 174-180)

Bilindiği gibi 1878’de Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs kö-yünde Said isminde bir çocuk doğdu. Onun doğumundan önce Allah dostları doğuda bir nur zuhur etmesinin yakın olacağı müjdesini vermekte idiler. Said’in doğumu bir an-lamda şarktan beklenen nurun parlamasıydı. Sıra dışı zekâ-sı, cesareti ve yiğitliğiyle çocukluk yıllarından itibaren hep farklı olan Said, akan hayat nehri içinde yaşadığı olağanüs-tü tecrübeler ve olağanüsolağanüs-tü zekâsıyla ‘Bediüzzaman’ yani

‘zamanın harikası, diğer insanlardan çok farklı meziyetleri olan’ anlamında haklı bir lâkaba liyakat kesbetmişti.

Bediüzzaman gerek kısa süren tahsil hayatında, gerekse milli mücadele içinde aktif olarak gösterdiği performansta hep farklı idi. Civa gibi yerinde duramayan, sürekli etrafa müsbet hareket telkin eden aksiyoner bir ruhu vardı. Ne Rus kumandandan, ne de Anadoludaki firavun ve

nem-rutların ölüm tehditlerinden korkardı. Tek başına idi, ama sanki bir milleti arkasında sürüklüyordu. Şaşmamak elde değildi Bediüzzaman tek bir insan iken neden bu kadar sıkı takip ediliyor, arkasında koca bir ordu varmış gibi muame-le görüyordu. Zahiren yalnızdı, fakat kalbi sürekli Allah’la beraberdi ve bu İslâm kahramanı milletin gönlünde ebe-diyen silinemeyecek derin izler bırakmış, milletin sevgisini kazanmıştı.

Bediüzzaman sıradan bir insan değildi. Tarihteki bü-yüklerin altın halkasından geliyordu. Ondan önce İmam-ı Rabbaniler, Şah-ı Nakşibendiler, Mevlânalar gelip geçmişti ama onun gelişi diğerlerinden farklı idi. Zira o kışta gelmişti.

Kışta gelenin donanımı da hepsinden daha farklı olmalıydı.

Bu kıvamda olan bir insanın da yalnız yaşayıp yalnız ölme-si beklenemezdi. Haksızlıklara, yanlışlara gözünü kapayıp şahsî füyuzat peşinde koşamazdı. Himmeti milleti olan bu aziz insan ruhundaki hizmet aşkını kaleme döktü, güver-cinlerin kanadında ruhunun ilhamlarını gönderdi muhtaç yuvalara. İmam-ı Rabbani, Hasen-i Şazeli ve niceleri nasıl Allah’a giden yollar inşa etmişler ve insanları Hakka ulaş-tırmada rehberlik etmişlerse o da kendi bulunduğu çağa ve şartlara göre bir hizmet metodu ve Hakk’a giden bir yol açmıştı Allah’ın tevfik ve inayetiyle. Onun yolu dolambaçlı değildi. Bir Burak gibi hedefe ulaştıran pratik ve bereketli bir yoldu. Bu yolun adı Risale-i Nur caddesi idi. O bu yolda giderken yolda kalanlardan olmamak için edinilmesi gere-ken azıkları da haber vermişti. Bu azıklar acz, fakr, tefekkür

ve şefkat idi. Risale-i Nur dairesinde olduğunu iddia eden-ler sık sık bu çeşmeeden-lerden beslenmeli ve onlardan aldıkları güç ve kuvvetle yollarına devam edip kâinata bir kardeşlik beşiği gibi bakabilmeliydiler.

Evet, Üstad’ın yolunda acz, fakr, tefekkür ve şefkat be-lirleyici kavramlardı. Biz diğer üçünün detayına girmeden konumuz olan şefkat prensibi üzerinde durmak istiyoruz.

İnandığı Rabbi Rahmân ve Rahim olan, ittiba ettiği Pey-gamber âlemlere rahmet olarak gönderilen bir büyük âlim ve mütefekkirin şefkatten hissesiz olması düşünülemezdi.

O, şefkate bütün hayatı boyunca yürekten inandı, hayata taşıdı. Kendi çorbasındaki taneleri ayırıp, karıncalara yedi-ren, kendisine zulmedenler için beddua etmek niyetiyle el-lerini kaldırdığında mezkur şahısların ailesi gözünün önün-de canlanıp ellerini indiren bir şefkat âbiönün-desiydi. Onun yolunun mayası ve meşrebi şefkatti ve o bu şefkatiyle Hz.

İbrahim’in hususi meşrebini temsil ediyordu. Şefkat aşktan da öte Rahim ismine götüren geniş bir cadde idi. Seksen küsur yıllık ömrü içinde nice zulümler, nice haksızlıklara şahit olmuştu. Dünyanın başına bela iki cihan harbine ta-nıklık etmişti. Milyonlarca insanın, masum yavruların bir hiç uğruna hayatlarını kaybettiklerini acı acı seyretmiş-ti. Bundan dolayı insanlığı merhamete, diyaloğa, şefkate ve kardeşliğe çağırmanın elzem olduğunu düşünüyordu.

Bunu hem kendi yaşadığı dönem için hem de istikbalin nesilleri için tek çare olarak görüyordu. Onun için etrafında hâlenen nur dairesinin mektuplarını ‘Rahmet-i âlem, cilve-i

şefkat ufuklu nur yolu

rahmet-i âlem, misal-i rahmet-i âlem, şule-i rahmet-i âlem, ziya-i rahmet-i âlem, derdlilere rahmet-i âlem, muhtaçlara i âlem, ehl-i Kur’ân’a i âlem, seyf-i rahmet-i âlem, eczane-rahmet-i rahmet-rahmet-i âlem, âyrahmet-ine-rahmet-i rahmet-rahmet-i âlem, brahmet-iz- biz-lere rahmet-i âlem’ gibi tariflerle tanımlamıştı.

Üstad’ın şefkatli ders halkasında ders gören talihli çırak-lar kendi yavruçırak-larına gösterdikleri şefkatin dar dairesinde bütün yavruların da şefkate muhtaç olduklarını düşünüp evrensel şefkate sıçrarlar. Böylelikle Allah’ın Rahmân ve Rahim isimlerine aynalık ederler. Rahmeti Sonsuz Yara-tıcımız merhametinden kimseyi cüda kılmayıp herkese rahmet elini uzattığı gibi; Nur sofrasından beslenmiş mü-nevverler de içinde taşıdıkları şefkati çevrelerine yansıtır, herkese merhamet ederler. Yavrulara, mazlumlara, garip-lere, miskinlere ve hatta Allah’ı bilmeyenlere bile şefkatle yaklaşırlar. Onlara acır ve bir an önce bulundukları karan-lıklardan kurtulup nurla tanışmaları için duacı olurlar. Tıpkı Üstadları gibi insanların yanıp tutuşan imanları karşısında gözlerinde ne Cennet sevdası ne de Cehennem korkusu olur. Rahîm isminin şefkat burcunda dolaşırken yerde mer-hamet dağıtarak göklerin mermer-hametine mazhar olma vesi-lelerini ararlar.

Evet, şefkat mesleğinin bakış açısına göre Hazret-i Ya-kub’a oğlu Yusuf (aleyhimessselâm) için kanlı yaşlar döktüren hissiyat, muhabbet ve aşk değil, şefkattir. Çünkü, şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin, parlak, ulvî ve nezihtir ve pey-gamberlik makamına daha lâyıktır. Kur’ân-ı Hakîm’in parlak

bir surette gösterdiği ve Rahîm ismine ulaştıran Hz. Yakub’-un hissiyâtı, yüksek bir şefkat mertebesidir. İsm-i Vedûd’a götüren aşk, Züleyhâ’nın Yusuf’a (aleyhisselâm) karşı olan mu-habbeti iken bir peygamber şefkati şeklinde tecelli eden Hz.

Yakub’un Yusuf’a (aleyhimesselâm) duyduğu hissiyat ise Züley-hâ’nın hissiyatından çok çok yüksek mertebededir.

Şefkat bütün tezahürleriyle lâtîf ve nezihtir. Kuşatıcıdır, onda egoizm ve kendini düşünme yoktur. Şefkat yolu rah-met yoludur. O objektiftir. hem hâlistir, mukabele istemez, sâfi ve karşılıksızdır. Hatta en âdi mertebede olan hayvan-ların yavruhayvan-larına karşı fedakârâne, beklentisiz şefkatleri buna delildir.

Rahmet-i İlâhiyenin en lâtîf, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat, Cenâb-ı Hakk’a çabuk vusule ve-sile olur. Nasıl mecazî ve dünyevî aşk, pek çok sıkıntıdan sonra hakikî aşka dönüşür, Cenâb-ı Hakk’ı bulur. Öyle de, şefkat, müşkülâtsız, daha kısa, daha safî bir tarzda, kalbi Cenâb-ı Hakk’a bağlar.162

162 bkz. Bediüzzaman Said Nursî, Kaynaklı-İndeksli-Lügatlı Risale-i Nur Külliyatı s. 358-359 şefkat ufuklu nur yolu

Belgede ESMÂ-İ HÜSNÂ NE DEMEK? (sayfa 174-180)