• Sonuç bulunamadı

Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından ileri sürülen tarihi görüĢler, kimi tarihçiler tarafından Ġslam öncesi Türk tarihine uygulanmak istenmiĢ, bir dizi çalıĢma yayınlanmıĢtır. ÇalıĢmalar, Engels‟in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı eserine dayanıyor görünmektedir. Engels, bu eserinde dünya üzerindeki istisnasız bütün toplumların aynı aĢamalardan geçerek geliĢtiğini öne sürmüĢtür.

Engels, toplumun ilk biçimini “kandaş toplum” olarak nitelendirir. Ortak bir köken, din, mülkiyet ile birleĢen bir kabile yaĢantısı, kandaĢ toplumu betimler. Engels, kandaĢlığın etkisi sonucu üretimin artmasıyla özel mülkiyetin ve servetin ortaya çıktığını, kandaĢlık bağlarının zayıfladığını öne sürmüĢtür.142

Engels‟in tezinde konumuz açısından önemli olan üç dönem vardır. Bunlardan ilki olan Yabanıllık döneminde insanların avcılıkla ve toplayıcılıkla geçindiği düĢünülmektedir. Hayvanların ehlileĢtirilmesi, ikinci aĢama olan Barbarlık‟ın baĢlangıcı kabul edilir. Barbarlık aĢamasında zenginliğin arttığı, serveti elinde toplayan ayrıcalıklı sınıfların doğduğu öne sürülür. Barbar toplumdaki sınıf çatıĢmasının siyasi erkin tek elde toplanarak devletin ortaya çıkmasına yol açtığı düĢünülmektedir ki bu da Uygarlık aĢamasının baĢlangıcı sayılır. Engels, toplumların yabanıl aĢamada anaerkil olduklarını düĢünmüĢtür. Ona göre barbarlık aĢamasında özel mülkiyetin ve servetin ortaya çıkması, ataerkil topluma dönüĢümün sebebi olmuĢtur.

Ġslam öncesi Türk tarihini Marksist teorilere göre açıklama giriĢimi, Engels‟in yukarıda özetlenen görüĢlerine neredeyse birebir uymaktadır. Yabanıllık, barbarlık, kandaĢlık, anaerkillik, ataerkillik, sınıf çatıĢması gibi kavramlar, yaklaĢımın merkezine oturmaktadır.

Yabanıllık döneminde Türklerin, tıpkı Engels‟in genellemesinde olduğu gibi, avcı-toplayıcı, sınıfsız bir “komün” hayatı sürdükleri kabul edilir. ĠĢbölümünün geliĢmemiĢ olması, yalnızca ihtiyaçları karĢılayacak kadar nesnenin doğadan

142 Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 8 çevirimiçi:

https://docs.google.com/file/d/0B4HO5r4WOpdzRmJUcHlsV196SVU/edit EriĢim Tarihi: 22.01.2016

57 toplanması bunda etkili olmuĢtur. Bu dönemde gerçek anlamda bir üretimin olmadığı kabul edilmektedir. Evlilikler kabile dıĢından yapılmakta ve soy anadan gelmektedir.

Yani evlilikten sonra kabile değiĢtiren, erkektir. Kabile, sosyal örgütlenmenin en geliĢmiĢ Ģekli olarak görülmektedir. Kabile içindeki ve kabileler arasındaki iliĢkilerin

“kandaĢlık” çerçevesinde geliĢtiği düĢünülmüĢtür. Ortak mülkiyet, köken, büyü ayinleri kabileyi birlikte tutmaktaydı. Henüz siyasi ayrıcalığı olan bir grup yoktu.

Kararlar ortak alınıyordu.143 ġamanizmin ilkel hali yaĢanmaktadır. Toplum anaerkil olduğu, Ümit Hassan‟ın deyimiyle “anahan” olduğu için yalnız kadınlar kam olabilmektedir.144 Hassan, kadının etkin rolünü onaylayan ġamanizm ile kandaĢ toplum yapısı arasında da kuvvetli bir bağdan söz etmektedir. Ona göre ġamanizm, ilkel toplumun örgütlenme biçiminin inanç boyutundaki yansımasıdır.145 Hassan, ġamanizmin bu formunu “ilkel ġamanizm” olarak adlandırır. Ġlkel ġamanizmde insanların kavramları birbirinden pek ayırmadıkları düĢünülür. Ġyi-kötü, ak-kara gibi ayrımlar henüz yapılmamıĢ bulunmaktadır. Kutlu sayılan varlıklar zıt sıfatları birlikte bulundurmaktadır. Türklerin yabanıl dönemden çıkıĢları için net bir tarih verilmemektedir. Ancak Hunlardan önce barbarlığa geçildiği tahmin edilmektedir.

Türklerde barbarlığa geçiĢ, hayvanların ehlileĢtirilmesiyle olmuĢtur. Hayvancılık, birikim yapmaya müsait bir geçim yolu olarak algılanmaktadır. Birikim hayvan sürüleriyle olmuĢtur. Sürülerin sahipleriyse erkeklerdir. Özel mülkiyet geliĢmiĢtir.

Erkekler, sürülerin, yani servetin mülkiyetini ele geçirdikten sonra kadını geri plana itmeye baĢlamıĢlardır. Diğer taraftan herkesin eli silah tutmaktadır. Çocuklar küçük yaĢta biniciliği ve çobanlığı öğrenmek için anneden uzaklaĢmaktadırlar. Bunun da kadının toplumdaki konumunu gerileten bir unsur olduğu düĢünülmektedir.146 Özel mülkiyetin ortaya çıkması ve servetin bazı ellerde toplanması, gittikçe güçlenen imtiyazlı sınıflar yaratmıĢtır. Kabilenin Ģefi, bu imtiyazlı sınıftan geliyordu. ġefe bağımlılık peyda olmuĢtu. Ayrıca kabileler arasında da birleĢmeler meydana gelmeye baĢlamıĢtı.147 Sonuçta konfederatif bir yapı ortaya çıktı. Bir hükümdar ailesi, pek çok kabileyi kendine bağlayarak güçleniyordu. Berktay, hükümdar ailesinin bazı ekonomik imtiyazlarının bulunduğunu düĢünmektedir. Ona göre hükümdar ailesi;

kendi kabilesinin üretiminden, savaĢ ganimetlerinden, bağlanan kabilelerin üretimlerinden ve kölelerin üretiminden özel bir pay almaktadır.148 Diğer taraftan, bağımsız kabilelerde de zenginlik vardır. Biriken servet, kabilelerin birbirlerine saldırmalarına yol açmıĢtır. “Savaş şefleri” önem kazanmıĢtır.

143 Halil Berktay, “Osmanlı Devletinin YükseliĢine Kadar Türklerin Ġktisadi ve Toplumsal Tarihi”, Türkiye Tarihi, cilt 1: Osmanlı Devletine Kadar Türkler, Ed. Ümit Hassan, Halil Berktay, Ayla Ödekan, Cem Yayınevi, Ġstanbul, ty, s. 33-34

144 Ümit Hassan, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, V Yayınları, Ankara, t.y. s. 91

145 Ümit Hassan, “DüĢünce ve Bilim Tarihi-Osmanlılık Öncesinde Türklerin Kültür Kökenlerine Bir BakıĢ”, Türkiye Tarihi, cilt 1: Osmanlı Devletine Kadar Türkler, s. 289

146 Hassan, a.g.e. s. 156-157

147 Berktay, a.g.m. s. 70-71

148 Berktay, a.g.m. s. 74

58 Artan zenginlik, kabileler arası savaĢlar, imtiyazlı sınıfların etkinliğinin artması, siyasi kabileleri aĢan geniĢ siyasi örgütlenmeleri meydana getirmiĢtir. Ġslam öncesi Türk tarihi çalıĢmaları arasında Marksist olanların en önemli farkı burada ortaya çıkar. Çünkü Marksistler, göçebe Türklerin kurduğu bir “devlet”ten bahsetmezler.

Marksistler, bir siyasi örgütlenmeye “devlet” ismini vermek için, Engels‟in Atina devletinin oluĢumu konusunda ortaya koyduğu Ģartları ararlar: sınıf çatıĢması, mutlak biçimde uygulanan bir hukuk ve merkezi otorite. Halil Berktay, Türklerde 11. veya 13. yüzyıla kadar gerçek bir devlet kurulmamıĢ olduğunu iddia eder. Ona göre Selçuklulardan ve Osmanlılardan önce bir Türk devleti yoktur.149 Sencer Divitçioğlu, Oğuz Yabguluğu olarak bilinen devletin, gerçekte devlet olmadığını öne sürmekle, bir bakıma bu görüĢü desteklemektedir.150 Divitçioğlu, Oğuz birliğinde yönetimin boylar arasında dönüĢümlü olarak yürütüldüğünü düĢünmektedir. Ona göre bu siyasi aygıt, yeterli baskı araçlarına sahip değildi. Hukuk, tartıĢılmaya müsaitti. Bu görüĢünü en berrak Ģekilde Ģöyle ifade etmiĢtir:

“Oğuz yabgusu kengeşte öbür boylardan gelen beylerle birlikte merkezi yönetimi temsil etmiş olsa bile, onun baskı yapan ve cebreden bir aygıtın başında olduğunu ileri sürmek pek doğru olmaz.”151

Divitçioğlu, yönetimin dönüĢümlü yürütüldüğü, mutlak bir baskı aracı ve hukuku olmayan bu siyasi sisteme “çokuluslu başkanlık” ismini vermektedir.152 Berktay ise Engels‟ten aldığı “askeri demokrasi” deyimini kullanır.153 Her iki isimlendirme de siyasi örgütün, bir baĢkan etrafında toplanmıĢ, kendi içinde bağımsız kabilelerden oluĢan konfederatif bir yapıya iĢaret etmektedir.

Marksizm ve Ġslam öncesi Türk tarihi kavramları yan yana gelince, akıllara Asya Tipi Üretim Tarzı(ATÜT) gelmektedir. Ancak, Türkiye‟deki ATÜT tartıĢmaları bu beklentiyi karĢılamaktan uzaktır. TartıĢmalar, 1960‟lı yıllarda baĢlamıĢtır.

Cumhuriyetin kuruluĢundan baĢlayarak otoriter olma gayretinde hükümetler tarafından yönetilen Türkiye‟de 1960 darbesi, baskı altında kalmıĢ siyasi hareketler için bir serbestlik ortamı doğurmuĢtur. Sol fikirler, bu ortamda güçlenebilmek adına kendini yenileme yoluna gitmiĢtir. ATÜT tartıĢmaları, bu kendini yenilemenin en

149 Berktay, a.g.m. s. 77, 95

150 Sencer Divitçioğlu, Oğuz’dan Selçuklu’ya- Boy, Konat ve Devlet, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul, 2003, s. 24

151 Divitçioğlu, a.g.e. s. 24

152 Divitçioğlu, a.g.e. s. 25

153 Berktay, a.g.m. s. 73

59 önemli parçasın oluĢturmuĢtur.154 ATÜT, tartıĢmalara Türk tarihini yeniden yorumlayıcı bir yeni güç olarak katılmamıĢtır. TartıĢmaların odağında sol düĢüncenin güncel pratik baĢarısı konusu vardı. Bu sebeple, Osmanlı dönemiyle cumhuriyet döneminin karĢılaĢtırılmasından ibaret kalmıĢtır. Taraflar için mesele, Osmanlı‟da Marks‟ın ileri sürdüğü gibi feodaliteden burjuvaziye kayma olup olmadığıdır.

Hiçkimse konuyu daha köklü bir biçimde ele almamıĢ, Ġslam öncesi dönem, ATÜT tartıĢmalarının dıĢında tutulmuĢtur. Dolayısıyla konumuz açısından Türkiye‟deki ATÜT tartıĢmaları bir önem taĢımamaktadır.155

***

Türkiye‟de Ġslam öncesi Türk tarihi araĢtırmaları 19. Asırda Osmanlı modernleĢmesinin bir parçası olarak baĢladı. Batılı tarihçilerin Türk tarihi hakkında yazdıkları, Rusya‟dan göç eden Türklerin getirdiği yeni yöntem ve tarih bilgileri, milliyetçilik, Avrupa‟ya eğitim için gönderilmiĢ öğrencilerin getirdikleri yeni fikirler buna kaynaklık etti. 1930‟lu yıllara kadarki araĢtırmaları “ilk dönem” olarak tasavvur etmek mümkündür. Bu dönemin özelliği “Ben kimim ?” sorusuna yanıt aranmasıdır.

19. yüzyıla kadar Osmanlı‟daki tarih yayınlarının çok büyük oranda yine Osmanlı tarihini konu aldığını burada hatırlamak faydalı olacaktır. Tarih meraklıları ilk kez bu dönemde Osmanlı dıĢındaki Türk tarihini araĢtırma ihtiyacı duymuĢlardır. Bu merak hızla Türklerin anavatanı olarak tanınan Orta Asya‟ya yönelmiĢtir. Bu dönemde Ġslam öncesi dönemin araĢtırmaların odağı olduğunu düĢünmek biraz Ģüphelidir.

Ġslam öncesine olan ilgi artarak devam etmiĢse de, asıl merak konusu daha geniĢ çerçevede Orta Asya Türk tarihidir.

Türkiye‟deki Ġslam öncesi Türk tarihi araĢtırmalarının ikinci dönemi 1930‟lu yıllarda Türk Tarih Tezi ile özdeĢleĢen süreçtir. Zikredilen süreç bir milli kimlik ve milli tarih inĢası sürecidir. Devrim ortamının Ģartlarına ve hedeflerine hizmet edebilecek bir tarih üretme ihtiyacının giderildiği dönemde gözler Ġslam öncesi Türk tarihine çevrilmiĢtir. Ġlginin o zamana kaymasında bir yanılsama da etkili olmuĢtur. Türk

154 Suavi Aydın & Kerem Ünüvar, “ATÜT TartıĢmaları ve Sol”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, cilt 8 Sol, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2008, Ed. Tanıl Bora & Murat Gültekingil, s. 1083

155 Murat Belge, “Türkiye‟de Sosyalizm Tarihinin Ana Çizgileri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, cilt 8 Sol, s. 42-43

60 tarihinin bilinen kısmının baĢlangıcı olduğu için Ġslam öncesi dönem, „Türk kültürünün saf olduğu, Türk kimliği için temel teĢkil edecek‟ nitelikte olduğu sanılmıĢtır. „Saf Türkler zamanı‟ kendi gerçekliği içinde algılanmıĢ ve açıklanmıĢ değildir. Nüvesini teĢkil ettiği projenin hedefleri doğrultusunda çarpıtılmıĢ, değiĢtirilmiĢ bir tarihten bahsediyoruz. Türk Tarih Tezi‟ni hazırlayan kadro tarafından Ġslam öncesi Türk tarihi, tasarlanan siyasi ve sosyal yapıya örnek ve övünç kaynağı olarak tarif edilmiĢtir.

1938 Türkiye‟de yalnızca siyaset açısından değil pek çok açıdan bir dönemin bitiĢi oldu. Özel anlamda Ġslam öncesi Türk tarihi araĢtırmalarının da bundan etkilendiğini söylemek mümkündür. Atatürk‟ün ölümünden sonra siyasi kadrolar değiĢmiĢ, o güne kadarki siyasi atmosfere alternatif fikirler üretmek isteyenler rahatlamıĢtı. Tarih Tezi döneminin en önemli bakiyeleri olan Türk Tarih Kurumu ve Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, eski tarih görüĢünün izlerini taĢımaktaydı. Ancak alternatif bir yolla, Anadolu‟nun kadim tarihine yönelen, Ġslam öncesi Türk tarihiyle pek alakadar olmayan bir kitle de mevcuttu. Bu kitle, belirli bir coğrafyanın tarihi üzerinde yoğunlaĢması nedeniyle özgün bir kitle sayılır. Anadoluculuk dıĢında Türkiye‟de geliĢmiĢ ve tarihçilik üzerinde etkili olmuĢ fikir akımlarının hepsi etnik bir temele dayanırlar. Anadolu‟nun binlerce yıllık tarihi mirası, Türkiye‟nin bugününe ve yarınına yön vermek için gerekli altyapı olarak görülüyordu onlar tarafından. Hasan Ali Yücel‟in milli eğitim bakanlığından itibaren de Anadoluculuk resmi söylemde yer bulmaya baĢlamıĢtı. Türk tarihçilerinin tarihe bakıĢı ve bunun Ġslam öncesi Türk tarihi araĢtırmalarına etkileri bakımından üçüncü döneminde iki baĢrol vardı. Ġkinci baĢrol, Türk Tarih Tezi‟ne alternatif hale gelen Anadoluculara karĢı, Türk Tarih Tezi‟ni de belli ölçülerde kullanan, dönüĢtüren Türk-Ġslam sentezcilerine aittir. Onlar Ġslamiyet‟e geçiĢi Türk tarihinin önemli bir dönüm noktası olarak görürler. Bununla birlikte Türk kültürü Ġslamiyet öncesinde oturmuĢ bir kültürdür. Ġslamiyet, bu kemik yapının etrafını sararak Türk kültürünün bir parçası olmuĢtur. Bu bakımdan Ġslami devir içindeki araĢtırmaların sıklıkla Ġslam öncesi döneme iĢaret ettiği görülür. Türk-Ġslam sentezi fikrinin önemli temsilcisi Ġbrahim Kafesoğlu‟nun Türk Milli Kültürü‟nde çoğunlukla Ġslam öncesi dönemle meĢgul olması, Türk kültürünün köklerini Ġslam öncesinde aramakla ilgilidir. 1980 sonrasında Türk-Ġslam sentezi

61 daha da kuvvetlenerek devam etmiĢ, hem akademik düzeyde hem de resmi tarih görüĢünde yer etmiĢtir. Köprülü‟nün en güçlü temsilcisi olan ekol, Türk tarihini bir bütün olarak görme düĢüncesini de sistemleĢtirmiĢtir. Sonraki tarihçiler, ister istemez Ġslam öncesi/Ġslam devri sınırları dıĢına çıkmaktadır. Türk tarihini birleĢtirici özelliğiyle Türk-Ġslam sentezi düĢüncesi, Türk tarihine bakıĢta bir devrim etkisine sahip olmuĢtur.

62 BÖLÜM II: KİMLİKLER VE İMAJLAR ÜZERİNDEN GELİŞEN TEPKİSEL