• Sonuç bulunamadı

Fıkra Kavramı ve Fıkra Türünün Tanımı

Ağırlıklı olarak toplumun yaşantısı, siyasî otorite, din adamlarının tavırları, halkın gelenek ve alışkanlarına vurgu yapan, çoğu zaman da iğneleyici bir dille eleştiren küçük hikâyeler olarak adlandıracağımız fıkra, halk edebiyatında renkli bir tür olarak karşımıza çıkar. Fıkraların, yaşanmış ya da yaşanabilir olayların çoğu zaman mübalağa edilerek aktarıldığını görürüz. Espri, mizah, hiciv ve eleştiri unsurlarını bünyesinde bulunduran fıkralar, hazırcevaplığın ve zekânın bir yansımasıdır. Belli fıkra kahramanlarına atfedilen fıkraların bir kısmı bazı bölgeler ve dönemlere göre birden fazla fıkra tipine göre anlatılagelmiştir. Bu durumu fıkra tiplerinin yıllar içinde anonimleşmesiyle açıklamak mümkündür.

Fıkralar, hikâyelerde olduğu gibi içinde karakterlerin bulunduğu –bazen fıkra tipi tek başınadır-, giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinin yer aldığı kısa hikâyelerdir.

“Fıkra, malzemesi dile dayanan sözlü edebiyat mahsulleri arasında, şekil ve muhteva bakımından kendine has karaktere sahip müstakil edebî bir türdür.”38

Kelime olarak dilimize Arapça’dan geçmiş olan “fıkra”, çalışmamıza esas oluşturan anlamı dışında “parça, kanun, bend, küçük hikâyecik, paragraf” gibi anlamlarda da kullandığı görülür.

“Fıkra; 1. omurga kemiklerinde bir boğum, omur. 2. Bend, madde, paragraf. 3. Kısa hikâye, masal, kıssa.” 39

Fıkranın kullanılma amacı için ise şunları belirtebiliriz:

“Fıkrada amaç yaşanmış, yaşanması mümkün ya da fantastik olaylardan hareketle dinleyenlere ders vermek, dinleyenlerin kendilerine hisse çıkarmalarını sağlamaktır.” 40

Tüm fıkraların temelinde güldürü unsuru vardır. Siyasî, dinî ve toplum hayatıyla ilgili yapılan eleştiriler mesaj uzatılmadan, gülmenin önüne geçip fıkrayı

38 Dursun Yıldırım, Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999, s. 1. 39

Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, 26.Baskı, Ankara, 2010, s. 304.

31

formundan uzaklaştırmadan verilir. Kısa hikâye olarak da adlandırılan fıkralar, serim, düğüm ve çözüm olmak üzere üç bölümde ilerler. Konusu toplum hayatının doğrudan içinden geldiği için halk tarafından hemen benimsenip dilden dile, nesilden nesile aktarılır. Bu aktarımın hızlı ve yaygın olması fıkra tiplerine ve türlerine bağlı olarak da değişkenlik gösterir. Nasreddin Hoca ve Bektaşî fıkraları halkın dil tasarrufundan geçmiş, konuyu özünden uzaklaştırıp akılda kalıcılığı zorlaştıran kısımları çıkarılmış, kısaltılarak aktarılmıştır. Böylece sözlü edebiyat geleneğiyle aktarımı kolay olmuştur.

Fıkra kelimesinin ilk karşılığını ise şu eserde görüyoruz:

“Fıkra kelimesi Divanü Lügât’it-Türk’te külüt (halk arasında ortaya çıkıp, insanları güldüren şey) ve külünç (halk arasında gülünç nesne) (Atalay 1985: 327) olarak geçmektedir; eserde fıkra örneğine rastlanmamaktadır. […] 19. yüzyıldan itibaren edebiyatımızda fıkra kelimesinin kullanılmaya başladığını görüyoruz.”41

[Dilimize Arapça’dan geçen fıkra kelimesi yerine geçmiş dönemlerde hikâye, kıssa, masal, mizah, nükte, latife denmiş; Türkiye dışındaki Türk boylarında ise erteki, anız, yomak, değişme, şorta söz gibi tabirler kullanılmıştır.]42

Toplum tarafından yaratılmış olan fıkra kahramanları fıkra tipi olarak tanımlanır. Bu tiplere halk tarafından, aralarında sözlü ya da yazılı bir anlaşma olmaksızın kendilerini temsil etme görevi verilmiştir. Teknolojinin ve medya gücünün olmadığı dönemlerde doğmuş olan fıkra tiplerinin, bütün topluma hatta Nasreddin Hoca gibi ülke sınırlarının dışına kadar çıkan ününün temelinde halkın sözcüsü olmaktaki başarıları yatar şüphesiz.

“Gerek Türkiye halkının, gerekse başka ulusların sözlü geleneklerinde bir bölük fıkra konuları Nasreddin Hoca ile başka fıkra kişileri arasında ortaklaşa paylaşılmıştır.

(…)

Fıkra, bir türlü, tuhaflık, hazırcevaplık, abartmacılık yarışmasıdır.”43

41

Saim Sakaoğlu, Ali Berat Alptekin, “Fıkra”, Türk Edebiyatı Tarihi, 2.cilt, Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul 2007, s. 698.

32

Asıl unsurunda insan ve toplumun yer aldığı fıkralar, o toplumun değerlerini, espri anlayışını ve zekâsını gösteren önemli kaynaklardır. Fıkraların kahramanları kadar sözlü kültür geleneğindeki anlatıcıları da fıkranın nesiller boyu aktarımında büyük rol sahibidir. Sözlü gelenek ürünlerinde anlatıcının tasvir gücü, ses tonu, şive, jest ve mimikleri ana fikri ve komiği ön plana çıkarmada önemli yer tutar.

“Başlangıçta ferdî karakter taşıyan ve zamanla anonimleşen fıkralar, sade, yaşayan dille, geçmiş zamanın hikâyesi, soru ve emir cümleleri ile anlatılırlar. Umumiyetle tek bir vak’aya dayanan, teferruat, tasvir ve tahkiye (hikâye etme)den kaçan fıkralar, başlangıç, gelişme ve sonuç bölümlerini iç içe bulunduran hikâyelerdir.” 44

Saim Sakaoğlu, fıkraların günlük hayatımızda keyifli zaman geçirebilmek için etkin bir unsur olmasının yanı sıra anlatıdan ders çıkarabilmenin önemine de değinir:

“Fıkra, bence gülen bir kelimedir, bir kavramdır. “Haydi, bir fıkra anlatalım” derken adeta vaktiyle dinlediğimiz bir fıkranın nükte cümlesini hatırlamış gibi oluruz.” 45

Açıklamasıyla fıkranın toplumlar için ne kadar önemli, olumlu etki yaratan bir anlatı türü olduğuna vurgu yapar. Sakaoğlu ayrıca, fıkra anlatıcısının önemine dikkat de dikkat çeker. Nasıl ki bir metni, bir şiiri içeriğine uygun bir duygu ve tonlama ile seslendirmek dinleyicideki etkiyi doğrudan etkiliyorsa fıkra anlatıcısının da anlatım yeteneği fıkranın gücünü artırır.

Sözlü kültür ortamında doğduktan sonra yazılı kültür ortamına aktarılan fıkralar, yazıya aktaranın bulunduğu kültür ortamının, toplumsal değerlerinin de izlerinden payını almış olur. Bu sebepledir ki aynı şahsiyete atfedilen farklı olay örgülü fıkralar bulunduğu gibi farklı şahsiyetlere atfedilen birbirinin aynı fıkralar da mevcuttur. Fıkraların hayat bulma ve yaşamlarını sürdürmelerini Dursun Yıldırım şöyle açıklar:

43

Pertev Naili Boratav, Nasreddin Hoca, Kırmızı Yayınları, İstanbu,l 2006, s. 47-48.

44

Şükrü Elçin, Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, 11.Basım, Ankara, 2011, s. 566.

33

“Tabii, fıkralar, sadece bir gülmece gibi düşünülemez. Onlar, yaratılıp anlatı metnine dönüşüp, icra ortamlarında dinleyicisi ile buluştuktan sonra hayat bulurlar.” 46

Bu ifadelerden de anlıyoruz ki, anlatı türleri yazıya aktarılmış olsalar dahi dinleyiciyle buluşmadıkları, nesilden nesile aktarılmadıkları takdirde yaşamlarını sürdürmeleri mümkün değildir. Sözlü kültür varlıklarını hafızalara, mekânlara, toplumunun yaşayışının içine harmanlamak, onları yaşatmanın ve geleceğe aktarabilmenin tek koşulu onları, anlatı ortamlarında, meclislerde zikretmektir.

Yüzyıllar içerisinde fıkralarda adı geçen yer adları, çeşitli tabirler, araç ve gereçler belki işlevini ya da varlığını yitirmiş, belki de yeniçağlara ayak uydurarak değişime uğramıştır. İşte fıkralar, geçmiş yaşantıları anlamamız, tanımamız noktasında bize ipuçları vermeleri bakımından da önemli birer toplumsal mirastır.

Benzer Belgeler