• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: FIKIH VE TOPLUMSAL DEĞİŞME: DİA ÖRNEĞİ

2. Fıkıh Toplumsal Değişim İlişkisi

2.1.1. Aile

Aile, akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanmış olan ve yetişkin üyelerinin çocukların bakımından sorumlu olduğu bir grup insandan oluşur. Bireylerin bağlı olduğu en küçük sosyal birim olan aile bir üst çatı olan akraba ağının bir parçasını oluşturur (Giddens, 2000: 149). Akrabalar ise kabileleri; kabileler de milletleri oluşturur. Bu büyük ağın en küçük birimi olan ve tarih boyunca varlığı hep bilinen aile hakkında, neredeyse tüm dinlerin çeşitli söylem, kural ve düzenlemeleri olmuştur. İlahi menşeli dinlere bakılacak olursa, Yahudilikte aile, sadece sosyal değil aynı zamanda dini bir topluluktur. Aile içerisinde yapılacak kimi ibadetler ve kutlanacak kimi dini bayramlar vardır. Baba, bu ibadet ve bayramlara aile içinde

22 Umûmü’l-belvâ: Çokça karşılaşıldığı ve toplumda yaygınlaştığı için mükelleflerin kaçınmasının hayli zor olduğu hadiseler ile bilinmemesinin âdeten mümkün olmadığı olay veya durumları ifade eden terimdir. Ayrıntılı bilgi için bk.: Baktır, 42: 155-156.

23 Sedd-i Zerâi‘:Şer‘an sakıncalı sonuçlara götürmesi kesin veya kuvvetle muhtemel olduğunda mubah fiillerin yasaklanmasına denir. Ayrıntılı bilgi için bk.: Dönmez, 2009: 277-282.

başkanlık etmesi, onları muhafaza etme ve gelecek nesillere aktarma görevleri nedeniyle ruhani bir vasfa ve otoriteye sahiptir. Yahudilikte boşanmanın önünde bir engel olmamakla birlikte bekâr kalmak büyük bir günahtır. Çünkü evlenmeyerek sadece sosyal bir kurumun değil aynı zamanda bir “kült”ün de yok olmasına neden olunduğu düşünülür. Yahudi şeriatını sürdüren Hıristiyanlıkta aile yapısı Yahudiliktekine benzer bir karakter taşır. Tıpkı Yahudilikte olduğu gibi Hıristiyanlıkta da aile, dini bir kurum olarak kabul edilir. Kutsiyet atfedilen ailenin dağılmasının önü neredeyse kapatılmıştır. Boşanmak yasak; boşandıktan sonra başkasıyla evlenmek zina kabul edilmiştir. Yahudilikteki boşanmaların aşırılığına tepki olarak nitelenebilecek bu yasak başka bir aşırılığa neden olmuştur. Boşanamayan eşler ya kilise dışı evlenme-boşanma yollarına başvurmuşlar ya da evlilik dışı gayrimeşru ilişkilere girmişlerdir (Aydın, 1989: 197).

İslam öncesi Arap ailelerde erkek hep kadından önemli görülmüştür. Bu yüzden bir kişinin özellikle ilk çocuğunun kız olması utanılacak bir şeydir. Hatta kız çocuklarını diri diri toprağa gömme âdetinin bulunduğu kimi kabilelerin varlığından bahsedilmektedir. Evlilik bir şekil ve sınıra sahip değildir. Bu kapsamda nikâhsız birliktelik, süreli nikâh, eşleri karşılıklı değiştirme gibi farklı birliktelik türlerinin varlığından bahsedilmektedir. Eski Araplarda kadının miras hakkı yoktur. Koca öldüğünde, velayet24 hakkı anneye değil asabe25 akrabalara verilir. Velî, velayeti

altındaki çocuklar üzerinde, miras mahrumiyetinden rehin vermeye, onları satmaktan kız çocuklarını öldürmeye varan geniş yetkilere sahiptir. Bütün bunlar göstermektedir ki İslam öncesi Araplarda kadının statüsü, köleden pek de farklı değildir (Aydın, 1989: 198).

İslam dini aile kurumuna büyük önem vermiştir. İslam’ın aile kurumuna verdiği önem, ailenin kurulmasından sonlandırılmasına, fertlerinin birbirlerine karşı sorumluluklarından miras paylarına kadar pek çok hükmün Kur’an’da ayrıntılarıyla ele alınmasından anlaşılabilir. Hâlbuki diğer pek çok konuda ilkesel ve sınırlı sayıda

24 Velayet: Bir başka şahıs ya da şahıslar yahut onlara ait şeyler hakkında tasarrufta bulunma yetkisidir. Dar anlamda başta küçükler olmak üzere tam ehliyetsizler ve eksik ehliyetliler üzerindeki velâyetle kızların evlendirilmesi konusundaki velâyeti ifade eder. Ayrıntılı bilgi için bk.: Apaydın, 2013: 15-19.

25 Asabe: Miras bırakana doğrudan veya erkek vasıtasıyla bağlı bulunan mirasçılardır. Ayrıntılı bilgi için.: Karaman, 1991: 452.

kurallarla yetinilmiştir. İslam, aileye kutsiyet atfetmez ancak kayıtsız da değildir. Bilakis, bireyi çeşitli kötülüklerden koruduğu, neslin devamını sağladığı, huzur kaynağı olduğu gerekçeleriyle İslam dini, aile kurmayı teşvik eder26. Kurulma ya da

sonlandırılma süreçleri, aile içi haklar ve sorumluluklar, mal edinme ve miras hakkı gibi pek çok konu fıkıhta kayıt altına alınmıştır. Bu süreçte dine uygun uygulamalar ya olduğu gibi bırakılmış ya da kısmi düzeltmelere tabi tutulmuş; dine uygun olmayanlar tümden kaldırılmış ve ayrıca yeni kurallar da getirilmiştir.

Evliliğe başlangıç aşamalarında bazı şartlar koşulmuş; bu şartlar oluşmadan nikâh geçerli sayılmamıştır. Evlenecek tarafların öncelikle fiziki olgunluğa erişmeleri (bülûğ)27 ve evliliğe uygun akli melekelere sahip olmaları yani ehliyet sahibi

olmaları şart koşulmuştur (Bardakoğlu, 1994b: 538; Atar, 2007: 115). Evlilikte rıza şart koşulmuş (İbn Mâce, “Nikâh”, 11) ancak evliliğin velisiz yapılmaması da istenmiştir (Buhârî, “Nikâḥ”, 36). İslam öncesi Arap toplumunda kızların istemedikleri kimselerle evlenmeme hakları yokken İslam dini kızların rızası olmaksızın evlendirilemeyeceği hükmünü getirmiştir. Bu durum, ailenin kurulması aşamasında istenilmeyen evliliklerin önüne geçerek, kurulan ailenin nefret ve sevgisizlik temeli üzerine değil sevgi temeli üzerine inşa edilmesini sağlamıştır. Toplumsal yapının temel yapıtaşı hüviyetindeki ailenin, bireyleri arasındaki bağlar açısından adeta tutkal vazifesi gören sevgi ekseni üzerine oturtulması, ailevi güven ve huzura doğrudan, toplumsal huzur ve güvene ise dolaylı katkı sunacaktır.

Bireylerin kimlerle evlenip kimlerle evlenemeyeceği hakkında çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelere Nisa suresinde28 üvey anneler ile

26 “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır” (Rûm 30/21; Nahl 16/72; Nûr 24/32). “Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi uygulamazsa benden değildir. Evleniniz, ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim... (İbn Mâce, “Nikâḥ”, 1).”

27 Büluğ, kişinin çocukluk döneminden çıkıp fiilen veya hükmen cinsî ergenlik kazanmasıdır. Bülûğun iki ölçüsü vardır. Birincisi ve asıl olanı fiili büluğdur. Bunu mecelle şöyle tarif eder: Hadd-i bulûğ ihtilam ve ihbal, hayız ve habil ile sabit olur (Mecelle, md. 985). Yani, erkeklerde ihtilam olma ve baba olabilme, kızlarda ise hayız görme ve anne olabilme durumu ölçü olarak belirlenmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk.: Bardakoğlu, 1992: 413-414.

28 “Daha önce olanlar bir yana, artık babalarınızın nikâhladığı kadınlarla (üvey anne) evlenmeyin. Zira bu bir ahlaksızlıktır, iğrençtir ve kötü bir yoldur. Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları (yeğenler), sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, eşlerinizin anneleri, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey

evlenmenin yasaklanmasıyla başlanır ve sonrasında diğer sınırlar çizilir (Atar, 2006b: 6-8; Aktan, 2009: 111). Buna ek olarak eski Araplarda var olan, kişinin evlatlığının eşiyle taraflar ayrıldıktan sonra evlenmesinin yasak olması uygulaması kaldırılmıştır29 (Aydın, 1995: 528).

Yürürlükte bulunan evlilik türlerinde de temel bazı değişiklere gidilmiştir. İslam’dan önce belirli bir bedel üzerinden belirli bir süre faydalanmak üzere yapılan geçici evlilik olan “müt’a nikâhı” (Dönmez, 2006: 174), eşleri karşılıklı değiştirme şeklinde gerçekleşen “bedel nikâhı”, asil bir erkekten çocuk sahibi olma amacıyla eşini ona sunma ve çocuk doğana kadar eşine yaklaşmama şeklinde olan “istibda’ nikâhı” gibi çeşitli nikâh şekilleri vardı (Aydın, 1989: 198; Özaydın, 1991: 321). Ayrıca Hz. Aişe’nin anlattığı gayrimeşru ilişki türleri de mevcuttu (Buharî, “Nikâh”, 36; Ebu Dâvûd, “Talak”, 33). İslam’la birlikte bu ilişki türleri reddedilmiş, dünyada genel kabul gören maruf nikâh şekli üzerinden evlilikler gerçekleştirilmiştir.

Atar, fıkıh literatüründeki makbul nikâh türünün tanımını şöyle yapar: Şer‘an aranan şartlar çerçevesinde aralarında evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının hayatlarını geçici olmaksızın birleştirmelerini sağlayan akdi ve bu yolla eşler arasında meydana gelen evlilik ilişkisini ifade eden nikâh türüdür (Atar, 2007: 112). Tanımı yapılan bu nikâh türünün dışındakiler gayrimeşru kabul edilmiş ve yasaklanmıştır. Bu yasakla, neslin ve toplumsal ahlakın korunması hedeflenmiş; hiçbir dini ve toplumsal değerle bağdaşmayan birliktelik türlerinin önüne geçilmek istenmiştir.

kızlarınız size haram kılındı. Henüz onlarla birleşmemişseniz (ve onlarla boşandıktan sonra kızlarıyla evlenmenizde) size bir sakınca yoktur. Yine daha önce olanlar hariç kendi öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşle birden evlenmek size haram kılındı. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Ellerinizin altında bulunan cariyeler hariç evli kadınlarla evlenmek de size haram kılındı. Allah’ın size (yazdığı) emri budur (Nisa 4/22-24).”

29 Bu hükümle birlikte evlatlık müessesesi de kaldırılmıştır. İlgili ayetler şu şekildedir: “Allah bir kişinin göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır, annelerinize benzeterek haram olsun dediğiniz eşlerinizi anneleriniz kılmamış, evlâtlıklarınızı da gerçek oğullarınız yapmamıştır. Bunlar sizin kendi iddianızdır; hak ve hakikati Allah söyler, doğru yolu da O gösterir. Evlâtlıklarınızı babalarının soy adlarıyla anın. Bu Allah katında adalete daha uygun bir davranıştır. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız o zaman kendileri sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Yanıldığınız hususta size günah yoktur, fakat bilinçli ve kasıtlı olarak yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Allah çok bağışlayıcı ve ziyadesiyle esirgeyicidir (Ahzâb 34/3-4).”

“Muhammed içinizden hiçbir erkeğin babası değildir, fakat o Allah’ın elçisidir ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilmektedir (Ahzâb 34/40).”

Hz. Peygambere vahyin gelmeye başladığı dönemlerde var olan dinlerde, çok eşliliği (taaddüd-i zevcât, poligami) yasaklayan bir hükme ulaşılmadığı hatta pek çok dinin çok eşliliği teşvik ettiği kabul edilir (Kâmil Ali ve Öğüt, 1993: 365). İslam dini bazı kısıtlayıcı şartlara bağlı olarak, dört kadınla evlenme üst sınırını getirerek çok eşliliğe müsaade etmiş ancak ideal olanın tek eşlilik olduğunu ifade ederek tek eşliliği (monogami) teşvik etmiştir30. İslam’ın çok eşliliği hukuken tanımış olması

günümüzde eleştirilen konulardan biridir. Aslında İslam’ın ilk yıllarından itibaren bu konu tartışılmış ancak daha çok Hz. Peygamberin eşleri konusu ile sınırlı kalmıştır31.

Geçmişten günümüze toplumlarda bireylerin birden fazla kişiyle evlenme yoluyla yahut evlilik dışı yollarla ilişki içerisinde bulunduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Bu birliktelikler kayıt altına alınmadığında özellikle kayıt dışı eşler ve onlardan olma çocuklar pek çok problemle karşılaşmakta ve mağdur olmaktadırlar. İslam dininin belirli şartlara ve sınırlara bağlı olarak çok eşliliğe müsaade etmesi, kayıt dışı birliktelikleri kayıt altına alarak bu birlikteliklerin bireylerde oluşturduğu yıkımların ve toplumda doğurduğu olumsuz sonuçların oluşmasını engellemeye matuf bir ruhsat olarak düşünülmelidir.

Aileyi oluşturan bireyler önce başka ailelerin ferdiyken nikâhtan sonra karı- koca olarak bağımsız bir aile hüviyeti kazanırlar. İslam öncesi Araplarda ise ailenin müstakil varlığından söz etmek güçtür. Onlarda aile, kabilenin bir parçasıdır ve birey açısından bir ailenin üyesi olmaktan çok kabilenin üyesi olmak değer ifade etmektedir (Aydın, 1989: 198). İslam diniyle birlikte bu anlayış değişmiş, kabileci asabiyet gereği kan bağına önem veren ırkçı yaklaşımlar, sosyal değerler skalasının dışına itilmiştir. Artık sosyal yapıda tutkal vazifesi görecek yeni bir ahlakî bilinç

30 Yetimlerin hakkını koruyamayacağınızdan korkarsanız, beğendiğiniz (diğer) kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Eğer adil davranamamaktan korkarsanız tek kadınla veya ellerinizin altında bulunanla (cariye) evlenin. Bu, doğru yoldan ayrılmamanız için daha uygundur. (Nisa 4/3)

31 Hz. Peygamberin ilk eşi Hz. Hatice, kendisinden on beş yaş büyük ve yetimleri olan dul bir kadındı. Hz. Peygamber, gençlik ve olgunluk dönemlerini sadece Hz. Hatice ile evli olarak geçirdi. Birkaç yıl yalnız yaşadıktan sonra yeni evlilikler gerçekleştiren Hz. Peygamberin, Nisa suresinin ilgili ayeti indirildiğinde nikâhı altında dokuz eşi vardı. Kendisiyle benzer durumda olanların dörtten fazla olan eşlerini boşamaları emredilirken ona mahsus bir kayıt getirildi ve Hz. Peygamber, bütün eşleriyle evliliğini sürdürdü. Bunda temel faktör, Hz. Peygamberin eşlerinin müminlerin anneleri kabul edilmesinden ötürü boşandıkları takdirde başka evlilikler gerçekleştiremeyecekleri oluşudur. Ayrıntılı bilgi için bk.: Kâmil Ali ve Öğüt, 1993: 365-369.

olarak inanç kardeşliği/uhuvvet32 (Hucurat 49/10) yerleştirilmiş; daha geniş ve hangi kabileden, ırktan olduğuna bakılmaksızın tüm inananları kapsayan bir aidiyet alanı oluşturulmuştur. Bu durum daha üst bir yapıya bağlanan ve sistematik bir hukuk düzenine (fıkıh) dâhil olan ailenin üzerindeki kabilenin nüfuz alanını daraltarak ailenin daha müstakil bir yapı alabilmesini sağlamıştır.

İslam öncesi Arap toplumunda kadın, köleden çok farklı değildir. Şehirdeki kimi güçlü ailelere mensup olanları istisna olmak kaydıyla genelde kadınların söz ve mülkiyet hakkı yoktur. Mülkiyet hakkı bulunmayan kadına miras edinme hakkı da tanınmamıştır. Hatta bazı durumlarda mirasta paylaşılacak kalemler arasında yer aldıkları olmuştur (Aydın, 2001b: 86). İslam öncesi tarihlerde Eski Yunan’da, Roma’da, Hinduizmde, Budizmde, Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta da durum bundan farklı değildir. Hititlerde ve Türklerde ise kadınların durumu zamanlarına göre oldukça iyi durumda olup, kadınlar yönetimde dahi söz sahibi olmuşlardır. Hititlerde kral ve kraliçe eşitken Türklerde Hakan, Bilge Hatunla birlikte devleti yönetmiştir (Harman, 2001: 82-86).

İslam dini, aile içinde bireylerin konumları ve değerlerine ilişkin farklı bir söylemle gelmiştir. Kadın-erkek, büyük-küçük, az-çok, zengin-fakir fark etmez bütün inananlar Allah katında eşittir. Ancak kimi durumlarda aldıkları sorumluluklar nispetinde farklı haklar devreye girmiştir (Bakara, 2/228; Nisa, 4/34). Üstünlük ise Allah’a kulluk ekseninde (takva) söz konusu olur (Hucurat, 49/13). Bu söylemin inşa ettiği fıkhî yapıda hükümler de ona göre şekil almıştır. Aile yapısı ataerkil bir görünüm arz etmekle beraber aile reisinin, ailenin bireyleri üzerinde yetkisi sınırlıdır. Aile reisinin, çocuklarının şahısları ve malları üzerinde mülkiyet hakkı yoktur; velayet sorumluluğu vardır. Kocanın kadın üzerindeki yetkileri de aile birliğinin sürdürülmesini sağlamaya ilişkin bir takım düzenlemelerden ibarettir. İslam’da kadının mülkiyet hakkı vardır. Malı üzerindeki tasarruflarında bağımsızdır. Erkeğe nazaran miktarında farklılık bulunsa da kadının miras hakkı vardır. İslam’ın, kadına göre erkeğe daha fazla tanımış olduğu haklardan biri de boşama yetkisidir. Ancak

32 Uhuvvet (kardeşlik): Kan bağına dayana asabiyet yerine İslam dininde tevhit inancını esas alan manevi birliği, dayanışma ve paylaşma sorumluluğunu ifade eden kavram. Ayrıntılı bilgi için bk.: Çağrıcı, 2001: 485-486.

başında anlaşarak yahut gerektiğinde hâkime başvurarak kadına boşama yolları da açıktır. Ayrıca hangi gerekçe ile olursa olsun mahkemeye başvuran kadın ve erkek hukuk önünde eşittir. Erkek, erkek olduğu için daha haklı; kadın, kadın olduğu için daha haksız değildir. Aile bireylerinin, kendilerine yüklenen sorumluluklar nispetinde hak sahibi oldukları, herkesin şahsi, mali, fikri haklarının korunduğu ve hukuk önünde eşit olduğu böyle bir aile yapısında bireyler birbirlerinin konumlarına saygı duymak zorundadır. Hukukun bireylerin haklarını koruma altına alması sayesinde, fıtraten var olan eşler arası sevginin sınırları, test edilmediği için varlığını sürdürecektir. Böylece toplumun nüvesi mahiyetindeki aile, bireyleri için huzur kaynağı olacaktır.

Aile içerisinde sevgi-saygı eksenli oluşan uyum her zaman arzu edildiği gibi olmayabilir. Birlikteliğin sonlandırılması (boşanma) gündeme gelebilir. İslam öncesi Arap yarımadası ve çevresindeki inanç yapılarında boşanma farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Yahudilikte boşanma meşru olmakla birlikte boşanmada aşırıya kaçıldığı ifade edilmektedir. Hıristiyanlıkta, Yahudiliktekinin aksine boşanma meşru sayılmamış hatta bir şekilde boşanıp başkasıyla evlenen, öncekinden boşanmamış olacağı için zina ettiği kabul edilmiştir. Bu aşırı tutum Hıristiyan âleminde pek çok sosyal çalkantıya neden olmuştur (Aydın, 1989: 197). İslam öncesi Araplarda ise boşanmanın yaygın olduğu ve boşama yetkisinin erkekte olduğu ifade edilir (Özaydın, 1991: 321).

İslam dini neslin devamı için evliliği teşvik etmiş, ailenin dağılmaması için adaleti emretmiş, sevgi ve saygı ortamının sürdürülmesini istemiştir. Evliliğin sürdürülmesine imkân kalmadığı durumlarda ise boşanma helal kabul edilmiştir. Ancak hukuki olarak engel olunmayan boşanmaya, manevi olarak kimi baskı unsurları oluşturulmuştur. “Helâl şeyler içerisinde Allah’a en sevimsiz geleni boşamadır.” (Ebû Dâvûd, “Talâk”, 3; İbn Mace Talak 1) hadisi buna örnek olarak gösterilebilir (Acar, 2010: 496). Yine boşanma öncesi, aileyi dağılmaktan kurtarma maksadıyla hakemler tayin edilmesi ve eşlerin aralarının bulunması istenmiştir.

Söz konusu aile olduğunda temel hedef aile birliğinin sürdürülmesi olduğu için İslam hukukuna göre boşama ameliyesi, belirlenmiş formlarda yapılmalıdır.

Boşamanın hangi usullere göre gerçekleştirilmesi gerektiği yahut nasıl gerçekleştirilmemesi gerektiğine ilişkin ric’î-bâin ve sünnî-bid’î33 ayrımları

yapılmıştır. Bunlara göre boşama yetkisi elinde olan erkeğin, eşini cinsel ilişkinin bulunmadığı temizlik döneminde ve nikâhsız geri dönülebilecek bir şekilde boşaması gerekir (Acar, 2010: 498). Erkeğin yeni nikâha gerek kalmaksızın iddet süresi içerisinde eşine dönebilmesi, dağılmanın eşiğinde olan aile için bir fırsatın daha tanınması anlamını taşır. Erkeğin karısını hayız halindeyken boşamasının yasaklanması ve boşamanın temizlik döneminde cinsel ilişki olmadan gerçekleştirilmesinin istenmesi, aileyi dağılmaktan kurtarmaya yarayacak sevginin, taraflar arası bağı yeniden kurmasını sağlayacak ara mekanizma işlevini yerine getirmesinin önündeki engelleri kaldırmaya matuf tedbirlerdir.

Boşama yetkisinin temelde erkeğe verilmesi ve boşama için hâkim hükmüne gerek olmaması, kadın ve erkek arasındaki fıtri özellikler ve toplumsal hayatta alınan sorumlulukları gereği bu yetkinin erkek üzerine yüklendiği şeklinde açıklanır. Bugünkü toplumsal şartlar çerçevesinde bakınca anlaşılması görece güç olan bu hükmü değerlendirirken İslam’ı ve İslam hukukunu işlevselci bir bakış açısıyla bütüncül olarak ele almak gerekir. Aksi takdirde sistemsel bütünlüğünden koparılmış bir parça anlaşılmayacak yahut ait olduğu sistemdeki işlevini yerine getiremeyecektir. Fakihler boşama yetkisinin erkekte olmasını kendi tarihsel bağlamlarında, toplumsal gerçekliklerine uygun olarak açıklayabilmişlerdir. Çünkü aile hukuku, fıkhın ve İslam’ın bütüncül olarak uygulandığı durumlarda ancak işlevini sağlıklı bir şekilde yerine getirmektedir. Uygulama her zaman istenilen şekilde yürümemiştir. Kocaya verilen yetkinin suistimal edildiği durumlar olmuştur. Kocanın düşünmeden keyfî şekilde karısını boşayarak ailesini dağıtmaması ve onları mağdur etmemesi için caydırıcı bir etken olarak mehir hakkına sınır konmamış, üst bir miktar da belirlenmemiştir (Aydın, 2003b: 390). Daha çok kocanın karısını boşamayarak mağdur ettiği bu yetkinin kötüye kullanılmasına karşı da kimi tedbirler

33 Ric‘î Talâk: Erkeğin yeni nikâh akdine gerek kalmadan iddet süresi içinde eşine dönebildiği boşamadır.

Bâin Talâk: Tarafların tekrar bir araya gelebilmesi için yeni nikâh akdinin gerekli sayıldığı boşamadır. Sünnî Talâk: Erkeğin karısını cinsel ilişkinin bulunmadığı temizlik döneminde boşamasıdır.

Bid‘î Talâk. Erkeğin, karısını hayızlı yahut nifaslı iken veya cinsel ilişkide bulunduğu temizlik döneminde boşamasıdır. Ayrıntılı bilgi için bk.: Acar, 2010: 496-500.

alınmıştır. Bu bağlamda kocanın üç talak hakkından birini karısına vermesi caiz görülmüş, gerekli görüldüğünde mahkeme de kadının talebi doğrultusunda eşleri ayırabilmiştir (Acar, 2010: 497). Bir başka suistimal örneği de ölüm hastalığındaki kocanın yaptığı boşamadır. Fakihler bu tür boşamayı kocanın karısını mirastan mahrum bırakma niyetiyle yaptığı kanaatine varmışlar ve talakı geçerli saymakla birlikte kadının mirasçı olmaya devam edeceğine hükmetmişlerdir (Acar, 2010: 498).

İslam dininin aile, aile bireylerinin birbirlerine karşı konumları, ailenin oluşumu veya sonlandırılması gibi konularda özgün bir sistemi vardır. Müslüman olan toplumların geçmiş uygulamalarıyla paralellik arz eden kimi hükümlere intibaklarının kolay olduğu görülürken bazı hususlarda köklü değişimler yaşanmıştır. Birlikteliğin tek türü kabul edilen nikâh altında olması, kadınların şahsiyet, ehliyet, miras ve mülk edinme haklarının gaspının engellemesi, akıl-baliğ olan çocuklara tam ehliyetin sağlanması bu köklü değişimlere verilebilecek örneklerden bazılarıdır. Ailenin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi ve toplumsal düzene katkı sağlaması noktasında İslam’ın aile sisteminin başarı gösterdiği söylenebilir.

Aile konusunda görülen başarının sadece fıkhî kurallarla gerçekleştiğini söylemek hata olur. Bunda fıkhın manevi/hukuki şeklindeki düalist yapısının katkısı büyüktür. Fıkhî kurallar manevi teşvik ve yaptırımlarla desteklenmiş; bireyler

Benzer Belgeler