• Sonuç bulunamadı

KEVSER EZGĠLĠ (OZAN EZGĠLĠ KEVSER)

1969 yılında Çorum‟un BektaĢoğlu Köyünde doğmuĢtur. Ġlköğretimini köyünde, orta ve lise öğretimini ise Çorum‟da tamamlamıĢtır. Müziğe ilk olarak 1990 yılında Halk Ozanı Selami Saydam‟ın teĢviki üzerine baĢlamıĢtır.

1995 yılında “Gel Heri Heri” adlı kasetini çıkarmıĢtır.

ġiir yazmaya 1985 yılında baĢlamıĢtır. Müzik sevgisi aileden gelmektedir. 1992 yılında babasının vefatı üzerine tüm aile sorumluluğunu üstlenmiĢtir. Küçük yaĢta ağır sorumluluk üstlenen ozanımız annesi ve kardeĢi ile birlikte yaĢamaktadır.

HÜLYA YILDIRIM (OZAN ġAHĠNĠ)

Asıl adı Hülya Yıldırım olan Ozan ġahini, 30 Ağustos 1956‟da Sivas ili, ġarkıĢla ilçesi, Saraç köyünde dokuz çocuklu bir ailenin üçünü çocuğu olarak

37 dünyaya gelmiĢtir. Baba adı Hasan, anne adı Döne‟dir. Ġlkokulu köyünde okumuĢtur. O dönemlerde çağımızın ve Emlek yöresinin ünlü üstat ozanları olan ÂĢık Veysel, Ali Ġzzet Özkan, ÂĢık Devrani gibi ozanların türkülerini dinlemiĢ ve etkilenmiĢtir. Özellikle kendi köylüsü olan ÂĢık Hasan YüzbaĢıoğlu‟ ndan çok etkilenmiĢtir. 1997 yılında Ozan Servet Yıldırım (Ozan Emaneti) ile evlenmiĢtir. 1979 yılında Ankara‟ya göç etmiĢ burada ortaokulu dıĢarıdan bitirmiĢ ve özel sektörde iĢe baĢlamıĢtır. Diğer taraftan faaliyetlerini 1998‟de Halk Ozanları kültür Vakfı‟na üye olarak sürdürmeye baĢlamıĢtır.

Günümüzün kadın halk ozanları arasında önemli bir yeri vardır.‟‟Ozan ġahini‟‟mahlasını eĢi Ozan Emaneti‟ den almıĢtır. Ozan, birçok davet ve konserlere katılmıĢtır. Özellikle 1999 yılında CumhurbaĢkanlığı KöĢkü‟nde düzenlenen ÂĢık Veysel ġatıroğlu‟nun hayatını konu alan Ģiir yarıĢmasında dereceye girerek dönemin CumhurbaĢkanı Sayın Süleyman Demirel‟den plaket almıĢtır. Ozanın Ģiirleri birçok antoloji, kitap ve dergilerde yayımlanmıĢtır. Ozan, Ģiirlerini aĢk-sevda, vatan sevgisi ve genellikle de sosyal içerikli türlerde yazmaktadır. Ozanımız, 2004 yılında kurulan Ozanlar Birliği Kültür Derneği‟nin kurucu üyeleri arasındadır ve halen üyesidir. 2005 yılında “Ben Bir Dava Yolcusuyum‟‟ adlı Ģiir kitabı çıkmıĢtır. Ozanın Serhat adında bir oğlu, Sevilay adında bir kızı vardır. Halen Ankara‟da ikamet etmektedir.

Ozanın “Ben Bir Dava Yolcusuyum” adlı kitabında, eĢi kendisi için bir giriĢ bölümü yazmıĢtır. Bu giriĢ bölümünde Hülya Yıldırım‟ın Ozan ġahini oluĢunu ve kendisi hakkındaki düĢüncelerini Ģöyle aktarmıĢtır: “Yıl 1976 yer Sivas ili ġarkıĢla kazasına bağlı Saraç Köyü. Ben Servet Yıldırım (Ozan Emaneti). YüzbaĢı oğulları sülalesinden Hasan Yıldırım (ÂĢık YüzbaĢıoğlu) ve Yeter Yıldırım (Ozan Yeter ANA)‟ın oğullarından biriyim. Hülya Yıldırım ise Deli Ahmetler sülalesinden Hasan ġahin ve Döne ġahin‟ kızlarından biri.

Ġkimizde aynı köyde doğup aynı yaĢlarda olmamıza rağmen birbirimizi yakınen tanımıyorduk; hatta isimlerimizi dahi bilmiyorduk. YaĢadığımız köy ortamında gelenek görenek

Ġcabı olsa gerek ki, yaĢları küçük de olsa kızlarla oğlanların arkadaĢlık etmeleri birbirleriyle sıkı fıkı konuĢmaları ayıp sayılır hoĢ görülmezdi. O yüzden buluğ çağına ermiĢ ergen erkekler kızlara ancak tarlaya bahçeye bağ

38 çalıĢmaya giderlerken yolda, belde veya kızlar köy ortasında iken çeĢmeye sulamaya gittiklerinde oğlanlar evlerin bacalarından çıkar oradan kızları tanımaya çalıĢılar veya kızlar davar emiĢtirmeye gidip gelirken oğlanlar onların önüne çıkar laf kaĢ göz atarak kızları tavlamaya çalıĢırlardı.

Genellikle düğünlerde bu tür tanıĢmalar olur ama hep gizli kapaklı yapılırdı bu gibi olaylar taraflar arasında duyulduğu an büyük kavgalar düĢmanlıklar oluĢurdu. Bir de baĢlık parası verdi ki en kötüsü de bu idi. Fakirliğin yoksulluğun kol gezdiği köy yerinde baĢlık parası yüzünden çoğu genç sevdiği biriyle ve zamanında evlenemezdi. Onun için kız kaçırma olayları çok olurdu. Bir de akraba aileler birbirlerine kız alıp verirler dıĢarıya itibar etmezlerdi. ĠĢte böylesi bir gelenek ve göreneklerin olduğu köy ortamında yaĢadığımız için benim ve Hülya‟nın yekinen tanıĢması zor olsa gerek, ta ki 1976 yılının ilkbaharına kadar o günlerde ben askerden yeni gelmiĢ, köyümüzde deli Ahmetler sülalesinin kuzu sürüsüne çoban olmuĢtum. Hülya ise çoban olduğum kuzu sürüsünün bir bölümünün sahibesi idi. Ailesiyle birlikte davar emiĢtirmeye gelir giderken bazen göz göze gelir merhabalaĢırdık. O günlerden bir gün köyümüzün geleneklerinden biri olan ġeme Dağı ziyareti vardı. Ġzin verirseniz ġeme dağı ziyaretinden biraz bahsedeyim. ġeme dağı tepesinde bir yatır vardır. O yatıra her yıl bir kez köyümüz ve civar köylerin de davet edildiği bereket bolluk iyi niyet icabı yağmur duasına çıkarlar, o gün genç kızlar gelinler delikanlılar en güzel giysilerini giyerler birbirleriyle tanıĢma yeni dostluklar edinme heyecanıyla dolu olurlar. O gün ġeme‟de kurbanlar kesilir, pilav yapılır. Cem cemaat içinde sazlar çalınır semahlar dökülür, dilekler dilenir, dualar edilir, lokmalar dağıtılır, bütün insanlar birlik beraberlik içinde olurlar. ĠĢte o gün ben ġeme dağı yamaçlarında kuzuları otlatırken ġeme‟ye kurban kesilmek üzere bir kuzu almak için orta boylu, biraz tombulca kıvırcık saçlı, sarıĢın bir kız geldi.

Gözleri gülüyordu, elinde bir bohça, bohça içinde üzüm ve leblebi karıĢımı çerez ve kendi elleriyle yapmıĢ olduğu yağlı tandır çöreği vardı. Onları bana getirmiĢ. Adını sordum adım Hülya dedi. Beraber oturup biraz sohbet ettik.

Sohbet sırasında bana dedi ki Servet Abi bizim köyün kızları bana ĢiĢko diyorlar, göbeğim büyük olduğu için benimle alay ediyorlar. Dalga geçiyorlar.

Gerçekten öyle miyim dedi. Ben de kızcağızın morali bozulmasın, gönlüne hoĢ varsın diye sen onlara bakma onlar seni kıskandıkları için öyle diyorlar.

39 Sen benim gönlümde çok güzelsin, ben seni beğeniyorum dedim. Benim bu sözlerim Hülya‟nın çok hoĢuna gitmiĢ olacak ki o günden sonra Hülya ile arkadaĢ olduk, zaman zaman gizlice buluĢup dertleĢiyorduk. ġeme ziyaretinde 15-20 gün sonra köylülerimiz yaylaya giderler, yaylada daha çok ot su olduğu için davarları malları oraya götürürler, yaylada bol yoğurt, peynir, çökelek yaparak kıĢlık ürünleri alırlar, yaylada iki üç ay kadar kalırlar. ĠĢte o yayla sırasında Hülya ile olan arkadaĢlığımızı sevgiye aĢka dönüĢtü.

Birbirimize o kadar bağlanmıĢtık ki Mecnun Leyla misali gözümüz hiçbir Ģey görmüyordu. Yemeden içmeden kesilmiĢtik. Birbirimize Ģiirler, maniler, mektuplar yazıyor, birilerinin aracılığıyla birbirimize haber ulaĢtırıyorduk, hakkımızda çok dedikodu yapanlar oldu bizi ayırmaya çalıĢtılar ama yıkılmadık mücadele ettik. 1977 yılının 12. ayında ben çalıĢmak için Adana‟ya Mersin‟e çalıĢmaya gittiğim bir sırada köyde bizi niĢanladılar. Çok sevinmiĢtim uzun bir niĢanlılık döneminden sonra 1978 yılının altıncı ayının beĢinde üç gün üç gece süren bir köy düğünü ile evlendik. 1979 yılında Ankara „ ya geldik. Ben bir kamu kuruluĢunda memur olarak iĢe baĢladım, Serhat isminde bir oğlumuz Sevilay isminde bir kızımız oldu. O günden bu güne kadar birbirimize olan saygımız sevgimiz devam ettik mutlu bir yuva kurduk. Darısı tüm sevgiyi aĢkı mutluluğu arayan insanlara olsun.

Hülya Yıldırım‟ın Ozan ġahini oluĢunu ise Ģöyle anlatmıĢtır: “Hülya 1956 yılında doğup 1979 yılına kadar köyde yaĢadı. 24 yıl süren bu yaĢam fakirliğin yoksulluğun hüküm sürdüğü köy ortamında doğru dürüst yiyip içip beslenemedi, iyi giyinip gezinemedi. Kalabalık aile ortamında ilgi sevgi görmedi. Ġlkokulu ancak okuyabildi. Özellikle kadınların kızlarının ikinci sınıf sayıldığı köy gelenekleri görenekleri yüzünden köy dıĢına çıkıp yüksek tahsil yapamadı. Tarla, bağ, bahçe iĢlerinde çalıĢarak oldukça ezildi. Düğün ve bayramların dıĢında eğlence ve sosyal faaliyetlerin olmadığı köy yaĢantısı içinde radyodan dinlediği Ģarkı türkü ve hikâyelerle kendini avutuyordu. Böyle bir yaĢam içinde Hülya çekingen, duygusal, suskun ruh halinde iken, benim ile tanıĢması benim ile olan aĢkı sevdası Hülya‟nın gözünün açılmasına sebep oldu. Zaten içinde var olan bastırılmıĢ duygular Ģiir, türkü, mani olarak bir gülün açması gibi gün yüzüne çıkmaya baĢladı. Hülya‟nın bir Ģansı da yaĢadığı çevre olan Emlek deryasında yetiĢen çağımızın ünlü ozanlarından,

40 ÂĢık Veysel, ÂĢık Ali Ġzzet, ÂĢık Devrani ve özellikle kendi köylüsü ÂĢık Hasan YüzbaĢıoğlu gibi ozanlarla bizzat tanıĢması onların sazı sözü türküleri ve hikayeleriyle büyüyerek onlardan oldukça etkilenmiĢ olmasıdır. Hülya ile evlenip Ankara‟ya yerleĢtikten sonra uzun bir zaman Ģehir koĢulları içinde yaĢam savaĢı verdik. 1998 yılında Ankara‟da bulunan halk Ozanlar Vakfı‟na üye olarak sosyal faaliyetlerimizi geliĢtirmeye baĢladık. Hülya bu arada birçok ozanla tanıĢtı, sazlı sözlü sohbet ortamlarında bulundu, eğitim çalıĢmalarına katılarak Ģiir yazma, saz çalıp türkü söyleme tekniklerini öğrenerek kendini geliĢtirdi. Birçok davetlere konserlere katıldı. ġiir yarıĢmalarında ödüller aldı, yazdığı eserleri birçok antoloji, kitap, dergilerde yayımlandı. Bu kadar çaba gösteren kendini bu kültüre adayan halk ozanı olmayı hak eden Hülya‟ya bir de mahlas gerekiyordu. Halk ozanlığı geleneğinde var olan mahlas verme alma usulleri içinde benim Hülya‟ya Ģiir yazma saz çalma konularında yardımım ve emeğim olduğu için aramızda usta çırak iliĢkisi olmuĢtu. Ondan dolayı Hülya‟ya ben Hülya‟nın kızlık soyadı olan ġahin adını ozan ġahini olarak verdim. Hülya bu mahlası çok beğendi ve bütün yazdığı eserlerinde Ozan ġahini mahlasını kullanmaya baĢladı. Hülya 2004 yılında kurulan Ozanlar Birliği Kültür ve DayanıĢma Derneğinde kurucu üye olarak yer aldı.

Sosyal faaliyetlerini bu dernek çatısı altında sürdürmeye devam eden Ozan ġahini, günümüzün kadın halk ozanları arasında önemli bir yer edindi.

YaratılıĢ ve yaĢadığı zor hayat Ģartlarının sonucu olarak iyilik yapmayı seven, sözünün eri, kiĢinin hatasını kiĢinin yüzüne çekinmeden söyleyebilen, yalan gıybet söylemeyi beceremeyen bir kiĢiliğe sahip olan Ozan ġahini‟ye bu halk kültürümüz olan ozanlık geleneğine sahip çıkıp gelecek kuĢaklara bir Ģeyler bırakma çabasından dolayı, ayrıca iyi bir eĢ, iyi bir anne olmasından ötürü kendisinden gurur duyarak sevgilerimi saygılarımı sunuyor, hayatta baĢarılarının devamını diliyorum.”

Benzer Belgeler