• Sonuç bulunamadı

Evrensel Yasa ve Conatus, Güç Hak Özdeşliği İlişkisi

2.1 YASA ÇEŞİTLERİ VE ARALARINDAKİ İLİŞKİLER

2.1.2 Evrensel Yasa ve Conatus, Güç Hak Özdeşliği İlişkisi

Nasıl ki her yerde aynı etkiye sahip, değişmez ve sabit düzene ilişkin olan “bilimsel gözlem nesnesi olan tabii fenomenler”210

doğa yasaları olarak adlandırılıyorlarsa, nedensellik uyarınca zorunlu olarak mevcudiyet kazanan bütün tekilliklerin fiili özüne, insanda da mevcut bulunan Conatus için de Hak her bir tekilliğin maddi var oluş gerçekliğinden başka bir şey değildir. Bu gerçeklik ise, her bir tekilliğin maddi varoluşuna ilişkin olarak, Conatus’un çalışma prensiplerinden, şu ya da bu şekilde belirlenmiş olmasından, başka bir şey değildir. Bir başka deyişle; “Varlıklar için kesin ve belirli bir norm yoktur. Yalnızca her bir varlıkta neşet eden bir çaba olarak Conatus’tan söz edilebilir.”211 Dolayısıyla Doğa, Hak kavramının atfedilebileceği her bir tekil varlığın Gücünden başka bir bütünsellik arz etmez. O yalnızca tekil güçlerin eylemliliğinden ibarettir. Spinoza Arzu ve Güç özdeşliği üzerine kurulu söz konusu ilişkiyi şu şekilde açıklar; “…Her insanın tabii hakkı sağlıklı akılla değil arzu ve güçle belirlenir. Çünkü herkes, tabii olarak, aklın yasaları ve kuralları uyarınca davranmak üzere belirlenmemiştir. Tam tersine, herkes her şeyden habersiz doğar. İnsanlar iyi eğitilmiş de olsalar, gerçek yaşama usulünü tanımayı ve erdemli alışkanlıklar edinmeyi becerene kadar, hayatlarının büyük bir bölümü geçip gider. Yine de bu süre içerisinde yaşamak ve ellerinden geldiğince varlıklarını korumak, yani bunu yalnızca iştahın itkisiyle yapmak zorundadırlar.”212

Bir başka deyişle Deus sive Natura, insanları anlama yeteneğine göre hareket etmeye, yalnızca hayal gücüne ilişkin duygunun ve duyguya tâbiyete neden olan İştah ve Arzunun yasalarına göre yaşamaktan edimsel olarak daha fazla zorlamaz.213 Buradan çıkarılabilecek olan sonuç şu olabilir; zorunlu olarak

210 Bkz. Ergün, Reyda Modern Siyasi-Hukuki Kavramları Yeniden Düşünmek: Spinoza’nın

Siyaset Felsefesi Çerçevesinde Yeni Bir Perspektif Arayışı, s.51

211

Bkz. Strauss, Leo Spinoza’s Critique Of Religion Chapter IX. p.238

212 Bkz. T.T.P. Bölüm XVI s.231

213 “…Her varlık, tabiatının yasalarına uyarak yaptığı her şeyi üstün bir hak uyarınca yapar.

Çünkü tabiat tarafından belirlendiği biçimde davranmaktadır ve başka türlü de davranamaz. Bu nedenle, insanların yalnızca tabiatın hükümranlığı altında yaşadıkları göz önüne alındığı sürece, henüz akıldan ya da erdemli alışkanlıklardan yoksun olan yalnızca iştahın yasaları altında yaşar; kararlarını aklın yasalarına göre yönlendirenin de sahip olduğu aynı üstün hak uyarınca.” Bkz.

54

mevcudiyet kazanan bir ürün olarak insan ve kendisini var eden bütünsel ve içkinlikçi sistem arasında, tekilliklerden herhangi bir tekillik olan insan için özellikle bahşedilmiş hiçbir ortaklık bulunmaz. “Bu nedenle her insanın tabii hakkı sağlıklı akılla değil Arzu ve Güç’le belirlenir.”214

Söz konusu önermenin anlamı açıktır; doğa tekilliklerin nasıl belirlendiğinin anlaşılmasını sağlayan bir fenomen olarak ele alındığı için tıpkı sevgi, arzu ya da insan merkezli nihai bir erek gibi düşünme tarzlarından soyutlandığı gibi suç-ceza, günah-itaat gibi kavramlardan da soyutlanır.

Zihinde yer alan söz konusu düşünme tarz ve kavramları, antropo-ontolojik bir mahiyet taşıdıklarından, zihinde tekabül ettikleri bilgi türlerine bağlı olarak ancak toplumsallığın alanında anlam teşkil edebilirler. Bir başka deyişle, “Aklın kötü saydığı şey tabiatın düzeni ve yasalarına göre değil, salt kendi tabiatımızın yasalarına göre kötüdür.”215

Tam da bu sebeple adalet-adaletsizlik gibi düşünme tarzlarından da ancak insanlardan müteşekkil bir Toplum içerisinde söz edilebilir.216 Buradaki temel yaklaşım şu şekilde açıklanabilir. İnsan varlığının zorunluluğu uyarınca meydana gelen toplumun icra ettiği Hukuk’un tıpkı diğer insani düşünme tarz ve mefhumlarında olduğu gibi antropomorfik Tanrı eleştirisine konu yasa koyucu Tanrı fikrinden soyutlandığı ölçüde insan ve topluma ait olması gerçeği çıkar karşımıza. Bu bakımdan söz konusu yaklaşımın hareket noktası; insanda mevcudiyet kazanan bir düşünme tarzı olarak Hukuk’un da bir buyruk olarak Deus Sive Natura’dan soyutlandığı ölçüde, O’nun bir sonuç ve ürünü olan insana özgülenmesidir.217

Çünkü hem Toplum hem de Hukuk sadece insana dair olarak zorunlu bir şekilde mevcudiyet kazanırlar; tam da yalnızca bir tekillik olarak insana ait olan düşünme tarzları oldukları için. Hak ise

214 Bkz. T.T.P. Bölüm XVI s.233 215 Bkz. T.T.P. Bölüm XVI s.232 216

Bkz. T.T.P. Bölüm XIX s.275 son paragraf ile T.T.P. Bölüm XVI s.235-7

217

Burada Cemal Bâli Akal’ın Özgürlüğün Geleceği Yoktur adlı kitabında, hemen girizgâh kısmında zikrettiği Julio Cortázar alıntısına yer vermek İnsanın kendi icra ettiği sosyal yapılanmayı nasıl da kendi somut ve aşkın gerçekliğine dönüştürdüğü konusunda ufuk açıcı bir değerlendirme sunar. “İnsalık’ın içinde, bir insan ne arar? diye soracaktır Julio Cortázar ve

“uzaktaki okuru”yla bu soru üstüne konuşur. Rayuela’da (Seksek). Ona göre, insan kendini tarihi bir varlık arıyorsa, bu, zaman kaybından başka bir şey değildir; merkezi her yerde olan ve daire çizgisi hiçbir yerde olmayan bir daire olmayan bir daire içinde dönüp durur…” Bkz. Akal, Cemal

55

Güç ve Arzu ile özdeşleştiği yani her bir tekil bireyin maddi var oluşuna atfedildiği ölçüde Doğa’ya ait olandır. Daha açık bir deyişle, Hak verili bir Hukuki kimlikten ibaret değildir. Bu nedenle; Toplumsallık ve Hukuk bakımından imal edilmiş bir kimlik olmanın ötesinde bir anlam arz eder. Tanımlanması için de, kendisini var eden fikirlerin aktarım değişim ve ifadesine dayalı toplumsal ilişkiler haricinde, aşkınlık arz etme ihtimali olan herhangi bir odağa ihtiyaç duyulmaz.218 Çünkü Doğa’nın kendisi güçten ibaret bir yapı arz etmesi itibariyle güç ilişkilerinin yalın alanı olarak karşımıza çıkar. Buradan hareketle, Spinoza düşüncesi içerisinde Hukuk kavramının toplumsallığı üzerinden varılacak nokta aşikârdır; her toplum bizatihi kendine has karşılaşmalardan müteşekkildir.

Dolayısıyla da tekil varoluşların karşılaşmalarından zorunlu olarak mevcudiyet kazanan toplumlar da kendilerinden yola çıkmak suretiyle Hukuk ihdas ederler. Bu bakımdan, Hak kavramı Güç ve Arzu da Conatus ile özdeşleştiği ölçüde Hukuk kavramına öncel olduğu gibi Hukuk da Toplum ile özdeşleşir. Tam da Spinoza düşüncesi içerisinde tekilliklerden yola çıkıldığı için.219

“Spinoza’da insan haklarla korunacaksa, bunun nedeni yalnızca ve alternatifi olmayan bir biçimde sosyallik içinde yaşamasıdır. Hakkı hak yapan aşkın bir kaynak olamayacaktır.”220Bu bakımdan Hukuk kavramı, Toplumların değişkenliği göz önünde bulundurulduğunda ise, her bir toplumu içkin olarak tarihsellik arz eder, daimi olarak yeniden icra edilir ve bu bakımdan da görecedir.221

Bu açıdan bakıldığında her bir tekilliğin maddi gerçekliği olarak tanımlanan Conatus ve Hak ile toplumsallığın temelini teşkil eden Hukuk arasındaki ayrımın Evrensel Yasa’nın ne olduğu dolayısıyla da Hukuki anlamı ile Yasa’nın neyi

218 “Spinoza hakkın kaynağını insanın tekil varoluşunda, etnik, dinsel, ulusal, cinsel… her türlü

kimliğin ötesinde –ve belki insanın da ötesinde tüm tekil varoluşlarda buluyor.” Bkz. Akal, Cemal Bali “Spinoza ve Teolojik Politik İnceleme Hukukun Neresindeler” s.4 Spinoza Günleri: Teolojik Politik İnceleme Etrafında

219 Bkz. “Spinoza’da Tekilden Çoğula Geçilmez Tekil, Tekillikler İçinde Düşünülür” Cemal Bâli

Akal İle Söyleşi Kimlik Bedenin Hapishanesidir İçerisinde s.163-164

220 Bkz. Akal, Cemal Bâli Varolma Direnci ve Özerklik içerisinde “Hak ve Haysiyet” s.190 221

Spinoza Teolojik Politik İnceleme’nin birçok yerinde toplumların ne türden bir görecelik arz ettiğini açıklar. Ancak Yahudi Siyasi Bütünleri ile ilgili ayrı bir bölüm oluşturması aynı toplumun zamana bağlı olarak değişkenlik gösterdiğine somut bir örnek teşkil eder. Bkz. Bölüm XVII s.243- 264 arası

56

ihtiva etmediğinin gösterilmesi üzerinden şekillendiği söylenebilir. Hukuk, İnsani bir Buyruğa ilişkin Yasadır. Çünkü normatif olandır, toplumsallığın alanında vukuu bulur, yani emir ve yasağın, her türden müeyyide ile mükâfatın alanıdır.222 Hak ise her bir tekil bireyin fiili özüne; Arzu ve Güç’üne ilişkin olandır. Dolayısıyla İnsani Buyruk Olarak Yasa üzerinden tanımlanması ve tamamen sınırlandırılması mümkün değildir.

Hukuk kendisini var eden toplum içerisindeki karşılaşmalarda mevcut güç ilişkilerine bağlı olarak değişkenlik arz eder. Toplumlar da kendilerini teşkil eden her bir tekil bireyin ilişkileri uyarınca görecelik arz ettiklerinden,223

belirli bir bölge ve zamanla sınırlı herhangi bir toplumda mevcut güç sahibinin söylem ve pratiğine dayanan İnsani Buyruk Olarak Yasa ve Hukuk’un ihdas ve icra ettiği hali ile kimlik niteliği üzerinden şekillenen Hak’lar ise geçicidir. Ancak Hak kavramı tabiatın değişmez ve sabit düzenine ilişkin olarak tabii şeyleri var eden Güç kavramına atfedildiği sürece Arzu ve Güç ile özdeş kabul edildiğinden yani tabiatın genel işleyişine ait olduğundan, her bir tekil bireyde ortak olandır. Dolayısıyla da sabit ve değişmez bir nitelik taşır. Tam da toplumu var eden ve her bir toplumda mevcut karşılaşmalar güç ilişkileri üzerinden şekillendiği için. İnsani Bir Buyruk Olarak Hukuk üzerinden imal edilen Haklar maddi varoluş gerçekliğine giydirilen belirli bir toplumda mevcut üstün güç uyarınca adlandırılan ve anlam arz eden bir kimlik ihdası olarak karşımıza çıkarlar. Bu açıdan bakıldığında Hukuk’un İnsani Buyruk Kaynaklı Yasa Olarak temel niteliğinin ne olduğunu zikretmek yerinde olacaktır; Hukuk’tan ancak toplumsallığın olduğu yerde söz edilebilir.

222

Bkz. T.T.P. Bölüm IV. s.97

223 Emirle bütünleşik ceza tehdidi her toplumda zorunlu olarak var olandır. Ancak söz konusu

Hukuk anlayışı ulusların mizacına göre değişebileceği gibi aynı ulus içerisinde de zamana farklı olarak değişkenlik arz eder. Bkz. T.T.P. Bölüm V s.107-112

57