• Sonuç bulunamadı

Türk edebiyatında 1930’ların ikinci yarısıyla 1940’lar biçimde ve temada o zamana kadar görülmemiş derecede bir serbestliğe taraftar olan yeni şiirin zuhuruna ve bu şiir etrafında cereyan eden tartışmalara sahne olmuştur. Yeni Lisan hareketi ve özellikle ilk nesil hececi şairlerle dilde sadeleşme hamlesini başarıya ulaştırmış ve divan ve Servet-i Fünun edebiyatlarının ağdalı dilinden kendini kurtarmış olan Türk şiiri 1940 yeni şiiriyle şekil ve insan anlayışında yepyeni bir safhaya geçmiştir. Bu, şiirde vezin ve kafiye taassubunun tamamen reddedildiği ve alt ekonomik sınıfların başat figür olarak şiire sokulduğu bir safhadır. Edebiyatla toplum arasındaki uçurumu topyekûn ortadan kaldırmak, toplum haberdar olsun, okusun, anlasın ve onda kendini bulsun diye şiir yazmak ve şiirde anlam yoğunluğuna ve açıklığına değer vermek bu yeni şiirin başlıca vasıflarıdır. Bu anlayışa göre anlaşılmayan şiir hiç hükmündedir.

Halk ve sanatçılar zümresi iki ayrı sınıftır ancak birbirinin yabancısı, umursamazı değildir. Bu şiir divan şiiri, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati’nin aristokrat edasına, Ahmet Haşim’in ağır diline ve vuzuhsuzluğuna, aruzla yazan şairlerin ve hececilerin vezin ve kafiye taassubuna karşıdır. Garip şairleri Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’a ilaveten Salâh Birsel ve İlhan Berk gibi şairlerin temsil ettiği bu şiir karşıtlarınca başıboşluk ve sanat serkeşliğiyle itham edilmiş ve uzun tartışmalara yol açmıştır. Kimi eleştirmenler bu yeni şiiri gözü kapalı onaylar gözükmüş, kimileri şiddetle yermiş, kimileriyse bir bütün olarak değil şair ve eser odaklı değerlendirilmeleri gerektiğini savunmuştur.

Aramak dergisinin 6.sayısında Nurullah Ataç ve Ahmet Hamdi Tanpınar’la birer mülakat yapılmıştır(1939: 2-7). Esas itibarıyla yeni şiir-eski şiir mukayesesi

168

şeklinde geçen mülakatlarda bu isimlere farklı zaman ve mekânlarda aynı sorular yöneltilmiştir. Bu sorular şunlardır:

1- Edebiyat nesirdir, şiir edebiyattaki mevkiini kaybediyor diyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

2- Bizde öz şiir ne zaman başlar?

3-Yeni edebiyatımızın klasik bir esasa dayanmadığı ve bunun için ömürsüz eserler doğurduğu iddia ediliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

4- Bütün güzel sanatlar için olduğu gibi yeni edebiyatın doğması sanatkârın himaye edilmesine bağlı olduğu kabul olunuyor. Bunun devlet eliyle mi yoksa ne surette yapılmasını doğru buluyorsunuz?

5-Sanat soysuzlaşabilir mi?

Dergi ilk mülakatı Nurullah Ataç’la yapmıştır. Mülakatta verdiği cevaplara göre Nurullah Ataç, şiirin edebiyattaki mevkiini kaybettiğini kabul etmemektedir(Ataç,1939: 3). Ona göre roman, hikâye, musahabe gibi nesir türlerine rağbet arttığı için şiire rağbet azalmış gibi görünmektedir. Hâlbuki hem Türkiye’de hem de Fransa’da şiir eskiye göre çok ileridedir. Yirmi beş sene evvel Türkiye’deki şiir evrenini birtakım mukallit şairler ve şiirciler doldurmuşken bugün şiirde yeni yollar, yeni mevzular arayan şiire yeni şekiller getiren şairler görülmektedir. Eskinin şiirden anlamayan eleştirmenleri Abdülhak Hâmid ’i, Cenap Şahabettin’i, Âkif’i ve Süleyman Nazif’i şair zannetmişlerdir. Oysa bu isimler şair değil, şiircidirler. Bu isimleri şair zannedip beğenenler güzel olan herşeyi mazide ve babalarının zamanında bulmak hastalığından mustarip kişilerdir. Bunlar ahlakın, zekânın, rahatın, iyi yemeğin öldüğünü iddia ettikleri gibi şiirin de öldüğünü iddia ederler.

Oysa ölü olan kendileridir ve etraflarındaki herşeyi de ölü görmektedirler. Ataç’a göre sadece yeni şairler değil yeni şiirciler bile birtakım istisnalar hariç eskiden üstündür.

Ataç, mülakatın ikinci sorusuna verdiği cevapta bir öz şiir tanımı yapmış ve öz şiirden ne anladığını açıklamıştır. Buna göre öz şiir öz nazımdır. Yani nazmın güzelliğinin ifade ettiği manadan veya barındırdığı mazmunlardan azade olması onların önüne geçmesidir. Şu halde divan edebiyatı bir öz şiir edebiyatıdır ve divan şairleri bunu bilerek düşünerek yapmışlardır. Mesela Naili’nin şu beyti bir öz şiir örneğidir:

Gülzardan ol şuh-ı dilâra ile geçtik

169 Güya ki nesimiz gül-i râna ile geçtik

Bu beyit sırf nazım güzelliği için ve nazmın his kabiliyetinden yararlanmak için yazılmıştır. Bu anlamda öz şiir Türk edebiyatında Avrupa edebiyatında olduğundan eskidir ve ancak Tanzimat’tan sonra öz şiirden başka şiirler yazılmaya başlanmıştır. Türkler öz şiiri Abbe Bremond’ dan6 öğrenmemiştir. Divan şiiri mahiyeti itibarıyla öz şiirdir ancak Ataç’a göre yeni edebiyatın uzun ömürlü olması için divan edebiyatını örnek almak zarureti yoktur. Gençlerin mazinin eserlerinden haberdar olmaması ve onları bilmemesi iyi değildir. Ama mazinin eserlerini bilmekle onu örnek almak birbirinden farklı şeylerdir. Sanatta uzun ömürlü olmak yeni şeyler söylemekle, yeni çığırlar açmakla mümkündür.

Türkiye gibi sanata cemiyetin rağbet göstermediği memleketlerde bir sanatçının yalnız sanatıyla geçinmesi mümkün değildir. Bu nedenle Ataç’a göre devletin sanatçıyı himaye etmesi ona destek olması sanatın selameti adına iyidir.

Tarihte devletin, hem Türkiye’de hem de Avrupa’da sanatçıları himaye edip desteklediği görülmüştür. Fakat bu hassas ve zor bir vazifedir. Çünkü layık olmayan sanatçıların korunup layık olanların ihmal edilmesi ihtimalini ortadan kaldıracak kesin bir tedbir yoktur.

Ataç’a göre sanatta soysuzlaşma sadece eskiyi taklit etmekle, eski ananelere boyun eğmekle olur. Oysa zamanın kalem erbabı yeniyi arayanları, sanatta yeni şeyler yapanları soysuzlaşmış olarak görmektedirler.

Dergi, Nurullah Ataç’tan sonra Ahmet Hamdi Tanpınar’la da bir mülakat yapmıştır. Fakat Tanpınar’la başka bir yayın için aynı konularda daha önce bir mülakat yapılması gerekçe gösterilerek ona Ataç’a sorulan üçüncü ve dördüncü sorular sorulmamıştır. Tanpınar’ın diğer sorulara verdiği cevaplar özetle şu şekildedir:

Mülakatın birinci sorusuna verdiği cevapta Tanpınar gerçek edebiyatın nesir olduğu görüşünü savunur:

Muhakkak ki edebiyat nesirdir. Çünkü şiir heyecanlarımızı istismara bile yaramaz. Sözün, manalı ve beliğ sözün bir işaret veya uzviyetin

6 Henri Brémond (1865-1933). Fransız edebiyat bilgini, rahip ve filozof. Şiir üzerine fikirleriyle hem Türk edebiyatında hem de başka edebiyatlarda tesiri olmuş bir düşünürdür. Öz şiir (poésie pure) tabirini 1926 yılında Fransız Akademisi’nde yaptığı bir konuşmada ilk defa kullanan Rahip Brémond’dur.

170 derinliklerinden gelmiş bir çığlık –nasıl söyleyeyim- bir oyun haline gelmiş şeklidir. Çünkü şiir hiçbir şey için değildir. Hiçbir şeyin peşinde değildir.

Hâlbuki edebiyat iddia ve ispat eder. Nevileri vardır. Her nevi bir gayeye bağlıdır. Evet, şiir edebiyattan ayrılıyor ve istiklâle doğru gidiyor. Zaten daha XIX. asırdan itibaren şiir edebiyattan ayrı bir şeydir (Tanpınar, 1939: 6).

Tanpınar’ın öz şiir kavramıyla ilgili görüşleri Nurullah Ataç’la örtüşür gözükmektedir. Tanpınar’a göre de Türk edebiyatında öz şiir eskiden beri vardır ve Yunus Emre’yle başlar. Eski edebiyatta, güzel mısralar ve güzel beyitler her zaman vardır. Tanpınar eski şiiri insan zekâsının yapabileceği en güzel şey olarak görür.

Naili’ nin, Nefi’ nin, Nedim’in kimi parçalarının büyük Frenk şairlerinden altta kalır bir yanı yoktur hatta onlar için ideal teşkil edebilir. Eski şiirde öyle güzel beyitler vardır ki Avrupalılar’ ın en yeni kuramlarla ve iddialarla ortaya attıkları sanat cereyanların örnek olabilir. Şiir dilin verdiği bir imkândır. O halde her devirde güzel şiire tesadüf edilmesi mümkündür. Şiirin yenisi eskisi yoktur. Çünkü güzelin eskisi yenisi yoktur.

Servet-i Fünun edebiyatı Tanpınar’a göre bir mevzu yeniliği getirmiştir ve bu yenilik kabul edilmiştir. Fakat asıl ruhu yenileştirmek lazımdır. Haşim dilinin eskiliği bakımından Servet-i Fünun şairlerine benzer. Servet- i Fünun’ dan kopunca da Şeyh Galip’e bağlanmıştır. Haşim’in yeni olan tarafı şiire getirdiği imajlardır. O Türk şiirine bir çeşit bulaşıcı melal getirmiştir. Haşim, Türk şiirinde imajlarla birtakım halet-i ruhiyeleri saklayan, örten yegâne şairdir.

Sanatın soysuzlaşması ve devletin sanatı himaye etmesi meselelerinde de Tanpınar, Nurullah Ataç’la benzer fikirlere sahiptir. Ona göre sanat soysuzlaşmaz.

Soysuzlaşırsa da bu devlet eliyle düzelmez. Devletlerin sanata yapacağı yanlış ve şuursuz müdahaleler hak etmeyen kimseleri zirveye çıkarabileceği hakiki sanatçıların mahvına da neden olabilir. Nitekim Osmanlı tarihinde devlet eliyle boğdurulan üstat şairler vardır. Tanpınar’a göre kanunla sanatın bir ilgisi yoktur.

Varlık dergisinin 164.sayısında kaleme aldığı “İnsani Edebiyat” başlıklı yazısında Yaşar Nabi Nayır genç nesil şairlerinin divan edebiyatı karşıtlığını aşırıya vardırdığını ve bu aşırılığın genç nesil şairleri de en az divan şairleri kadar insana uzak bir konuma sürüklediğini söyler(Nayır,1940: 497). Nayır’a göre divan edebiyatı yüzyıllar boyunca birtakım mazmun ve teşbihleri yeknesak ve usandırıcı bir surette tekrar edip durmuş, insan ve hayat realitesine uzak bir edebiyattır. Fakat genç nesil

171

şairler de divan edebiyatını yapan her unsuru aşağılamak ve reddetmek kaygısıyla edebiyatça kötü ve gayri makbul olan her şeyi şiir unsuru olarak kabul etmek istemektedir. Divan şairleri gülü beğeniyor diye yeni şairlere dikene meyletmekte, eskiler bülbülü methediyorsa yeniler kargayı methetmektedir. Bu aşırı zıddiyet genç nesli de en az divan şairleri kadar insani değerlere uzak yapmaktadır. Eskiye benzememek ve eskinin tam zıddı olmak endişesi güden bir sanatın tam bir hürriyete sahip olması tasavvur edilemez. İnsani değerlere bu uzaklık Türk edebiyatının dışta ve şekilde onca değişime rağmen içte ve kafada hala Doğulu olduğuna delalet eder:

Kalıpla, mazmunla, mefhumla, kelimeyle ve edayla uğraşmaktan insanı düşünmek insanı düşünmek, insanlığın mukadderatı üzerinde kafa yormak, beşeri felaketler üzerinde hassas bir kalple eğilmek imkânını bulamıyorlar. Asırlarca müddet Şark’ın batıl sanat telâkkisinin hükmü altında gerçek edebiyatı tanımamış olan bu millet gene ondan mahrum kalıyor (Nayır, 1940: 497).

Varlık dergisinin 166.sayısında Yaşar Nabi Nayır eski şiir- yeni şiir münakaşaları çerçevesinde “Eski Yeni Davası” başlıklı bir yazı yazmıştır(Nayır,1940:545-548). Nayır, yazısında her şey gibi zevklerin ve anlayışların da bir değişime uğrayacağını, hayatın sonsuz bir evrime tabi olduğunu ve edebiyat var oldukça zihniyetler ve nesiller arasında bir geçimsizliğin hep var olacağını söyler ve ardından bir Doğu cemiyeti olan eski Osmanlı cemiyetinde edebiyat alanında yenileşmenin niçin kolay olmadığını izah eder. Buna göre Osmanlı cemiyeti bir İslam cemiyetidir. Toplumsal hayatı mecelle hukuku ve medrese eğitimiyle sımsıkı kalıplar içinde dondurulmuştur. Böyle bir cemiyette yerleşik şiir kurallarına karşı çıkan fütürist bir şiir anlayışı ortaya çıkamayacağı gibi hayata, insana ve realiteye uzak soyut ve dekoratif sanat anlayışının canlı ve hareketli bir hayata sahip Batı cemiyetinde hakim bir rol oynaması da o derece uzak bir ihtimaldir. Fuzûlî’yle Nedim arasında yaklaşık iki asır olmasına rağmen şive ve mizaç farkları dışında aralarında bir fark yok gibidir. Her şeyden öte aralarında iki yüzyıl bulunan bu şairlerin şiirlerinin tabi olduğu kurallarda hiçbir değişiklik yoktur.

Nayır’a göre Şeyh Galip’in Türk şiirine getirdiği yüzeysel yenilik bir kenara bırakılacak olursa Türk edebiyatında yenilik hareketi Tanzimat’la başlamıştır. Çünkü Tanzimat’la beraber Osmanlı cemiyetinin hayatında değişmeler başlamış ve memlekete Batı medeniyetinin kapıları açılmıştır. İlk edebi anlaşmazlık da Batı’nın

172

hem maddi hem manevi taraflarının kabulünü isteyenlerle maddi ile manevi arasında set çekmek isteyenler arasında çıkmıştır. Tanzimat edebiyatı yarı Batılı bir edebiyattır. Tamamen Batılı olmak iddiasındaki Servet-i Fünun edebiyatı da şeklen Doğu estetiğinin tesiri altında kalmıştır. Milli edebiyat cereyanı ise dil ve zihniyeti Türkleştirmiş ancak halis sanat bakımından Türk edebiyatını biraz yavanlığa itmiştir.

Bu nedenle de bu cereyana karşı çıkan edebiyatçılar olmuştur. Bütün bu cereyanlar Batı’yı yalnız kendilerinin temsil ettiğini iddia etmişlerdir. Bu arada Doğu geleneğine sımsıkı bağlı kalanların inatçı ve sabırlı direnişleri nesil kavgalarını büsbütün alevlendirmiştir.

Nayır’a göre yenileşme devri Türk edebiyatı Batı’dan birtakım sanat ekolleri ithal ederken bu ekollerin yerine esasen ithal edildikleri memleketlerde çok başka sanat ekolleri yerleşmiştir. Batı’dan geç kalmış bir romantizm getirilirken Batı’da realizm hüküm sürmektedir. Bu yeni ekoller Türk edebiyatında henüz hazmedilemeden Dünya Savaşı Batı’nın sanat iklimini de altüst etmiş ve orada yepyeni sanat anlayışları ortaya çıkarmıştır.

Nayır, Cumhuriyet inkılâbıyla birlikte ülkede ortaya çıkan anlayış, görüş, hüküm ve kanaat bolluğunun da edebiyatta nesil kavgalarını şiddetlendirdiği görüşündedir. Sanat ve dil inkılâplarıyla eski kıymet hükümleri sarsılmış bunların yerine yerleşmek iddiasındaki yeni hükümlere ayak uydurmakta güçlüklerle karşılaşılmış ve bu bir hercümerç manzarası doğurmuştur. Edebiyat sahasında şahit olunan nesil kavgaları bir bakıma bu hercümercin doğal bir sonucudur. Nayır’a göre Türk edebiyatındaki nesil kavgaları mazideki edebiyat-ı cedide taraftarları ve Muallim Naci kavgalarını andırmaktadır ve o kavganın zamana ve mekâna uymuş bir devamı gibidir:

İki ayrı medeniyet ve kültür dünyasına mensup oldukları için Edebiyat-ı Cedideciler’ le Muallim Naci ve taraftarları arasında açılmış olan derin aşılmaz uçurumun bugün hep aynı kültür dünyasına mensup olan edebi zümreler arasında daha derin ve daha aşılmaz bir halde yeniden ortaya çıktığını görüyoruz. Otorite sahibi büyük münekkitlerimizin mevcut olmayışı bu kavgaları hakemsiz bırakıyor. Efkâr-ı umumiye denen hakemin ise her zaman en doğrunun ve en güzelin yanında yer aldığı iddia edilemez (Nayır, 1940: 547).

Nayır’a göre edebiyatta yeni ve eski mücadelesi her yerde var olmuştur ancak hiçbir yerde, Türk edebiyatında olduğu kadar şiddetli olmamıştır. Edebiyatta yeni ve

173

eski mücadelesi zannedildiği kadar basit bir yaş kavgası olmaktan çok uzaktır. Bu mücadelenin çok muğlâk ve sosyal bünyenin derinliklerinde aranması gereken çeşitli kaynakları vardır. Ve mazi göstermektedir ki nesiller arasındaki kavgalarda zafer daima yeninin olmuştur.

Servet-i Fünun Uyanış dergisinin 2285.sayısında Hüsamettin Bozok “Şiirimiz Bir Buhran mı Geçiriyor” başlıklı yazısında genç neslin aleyhinde bulunanları yeni nesli havsalaları almayan eskiler veya yeni nesil tarafından tatmin edilmeyen müşkülpesentler şeklinde kategorize etmiştir(Bozok,1940: 36). Ona göre şiirde eskiyen değerleri inatla ayakta tutmaya çalışanlar kaale alınmamalıdır Servet-i Fünun Uyanış dergisinin 2285.sayısında Hüsamettin Bozok “Şiirimiz Bir Buhran mı Geçiriyor” başlıklı yazısında genç neslin aleyhinde bulunanları yeni nesli havsalaları almayan eskiler veya yeni nesil tarafından tatmin edilmeyen müşkülpesentler şeklinde kategorize etmiştir. Ona göre şiirde eskiyen değerleri inatla ayakta tutmaya çalışanlar kaale alınmamalıdır. Çünkü yeni şiiri hazmedemeyen devrini tamamlamışlara söylenecek söz yoktur. En bariz hususiyeti, bütün zaafları ve mükemmellikleri ile Türk edebiyatına “insanı” getirmek arzusu taşımak olan genç nesil eski zevklerde büyük bir tasfiye yapmakta, bunları yıkmaktadır ve yıktığı zevklerin yerine kendininkileri kurmaktadır. Genç nesil edebiyatı hayatın, ondan da ileri yerli hayatın renklerinin ve kokularının bulunabileceği bir edebiyattır.

Çünkü yeni şiiri hazmedemeyen devrini tamamlamışlara söylenecek söz yoktur. En bariz hususiyeti, bütün zaafları ve mükemmellikleri ile Türk edebiyatına

“insanı” getirmek arzusu taşımak olan genç nesil eski zevklerde büyük bir tasfiye yapmakta, bunları yıkmaktadır ve yıktığı zevklerin yerine kendininkileri kurmaktadır. Genç nesil edebiyatı hayatın, ondan da ileri yerli hayatın renklerinin ve kokularının bulunabileceği bir edebiyattır.

Servet-i Fünun Uyanış dergisinin 2432. Sayısında kaleme aldığı “Bugünkü Nesli Kimler Temsil Ediyor” başlıklı yazısında Turgut Pamirli, genç neslin şiirde eski kıymetlerin değerden düşürmekle kalmadığını, onun bütün mücerret kavramlarıyla tasfiye ettiği görüşünün savunur(Bozok,1940: 36). Yeni şiir yenidünyanın şiiridir. Şiir eskinin mahdut imkânlarının elinden kurtulmuştur.

Turgut Pamirli eskiden ayrılışı Ahmet Hamdi’yle başlatır. Ancak ona göre genç nesil mücerretten uzak olması ve realiteyi kucaklaması bakımından Ahmet

174

Hamdi’den farklıdır. Ona göre yeni şiiri Orhan Veli ve arkadaşları, İlhan Berk, Salâh Birsel, Hasan İzzettin Dinamo, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi şairler temsil eder.

Servet-i Fünun Uyanış dergisinin 2440.sayısında İlhan Berk “Manifest”

başlığıyla bir edebiyat manifestosu yayımlamıştır(Berk,1943: 14-24). Derginin aynı sayısında birtakım edip ve düşünürler de İlhan Berk’in bu manifestosu çerçevesinde yeni edebiyata dair görüşlerini açıklamışlardır.

İlhan Berk manifestosunda insanın her devirde sanat için değişmez bir mevzu olduğuna işaret ederek sanatçılar arasındaki farkın da temelde bu konuya yaklaşım farkı olduğunu söyler. Berk’e göre Fransız edebiyatı Goryo Baba ve Harpagon, Rus edebiyatı Karamazov Kardeşler, Alman edebiyatı Faust, İngiliz edebiyatı Hamlet ve Othello gibi sanatçıların insana duyduğu büyük ilginin meyvesi olan unutulmaz kurgu şahsiyetler yaratmıştır. Ancak Türk edebiyatı evrensele ve tarihe mal olmuş böyle bir karakter yaratamamıştır. Çünkü Türk edebiyatı geleneksel olarak insana ilgi göstermez. İnsan Türk edebiyatının tanımadığı ve sevmediği bir varlıktır.

Berk’e göre büyük sanatçıların insandan başka mevzuu yoktur. Antik dünyanın şairleri olan Homeros, Virgilius ve Horace insanı realist bir algılayışla eserlerine koymazlar ama yine de insandan üstün tuttukları bir mevzuları yoktur.

Eski Yunan bütünüyle insani ve dünyevi bir medeniyettir. Bu medeniyetin Tanrılar’ ı bile mübalağa edilmiş insani vasıflar taşırlar. Üstün güçleri olan insanlar gibi tasavvur edilirler. Tragedya şairi Sophocles “insan her şeyin ölçüsüdür” diyerek antik dünyanın hayat ve sanat görüşünü özetlemiş olur. Antik devrin büyük destanlarından sonra XIII-XIV. yüzyıllarda Fransız edebiyatının büyük destanı olan “Chanson de Roland”7 kahramanları her haliyle insan olan, savaş meydanlarında cereyan eder.

XVI. yüzyılda Torquato Tosso’ nun yazdığı “Kurtulmuş Kudüs” tarihi bir realiteyi üç yüz bin insanın dramı şeklinde ve din-toplum ilişkisi ekseninde gösteren büyük bir eserdir. Epopelerden, trajedilerden sonra roman türünün öncülerinden Boccaccio

“Decameron”unda devrin dinsel havasından ayrı bir hayat algısı vardır. Boccaccio insana verdiği itibar ve değerle kendinden sonraki şair ve yazarlara örnek olmuştur.

Berk’e göre Rönesans’la birlikte insan dünyayı manastırın dışında seyretmeye başlamıştır. Bu devir insan hakkında daha kapsamlı ve derin kavramlarla düşünme

7 XI.Yüzyılda ortaya çıkmış Fransız milli destanı. Turold isimli Normandiyalı bir şair tarafından yazıldığı düşünülen bu destanda 778 yılında Fransız imparatoru Şarlman’ın ordusu ile Bask kuvvetleri arasında cereyan eden Roncevaux Savaşı anlatılır.

175

devridir. Corneille ve Racine gibi büyük klasik sanatçılar yarattıkları eserlerde insanın aşklarını, ihtiraslarını ve kinlerini bütün insanlığı temsil eder bir surette göstermişlerdir. Rönesans ve onu takip eden yüzyıllarda insanın din kavramından tecrit edilerek keşfine çıkılmıştır. Ancak özellikle romantizm akımıyla edebiyatta insanı realitesi içinde görmekten uzaklaşılmıştır. Victor Hugo, Lamartine ve Musset gibi Fransız şairler insan tasavvurlarında Antik Yunan görüşünden uzaklaşmışlardır.

Şiir hayattan, realiteden ve insandan uzaklaştığı ölçüde muteber kabul edilir olmuştur. XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etmiş olan bu hal şiirde bir yozlaşma halidir. Şiiri bu yozlaşma halinden Walt Whitman, Baudelaire, Rimbaud, Lautreamont, Apollinaire gibi şairler uyandırmıştır. Bu şairler sanat eserinin mevzuunun her şeyden önce insan olduğunu dünyaya hatırlatan şairlerdir.

Berk’e göre bir Türk edebiyatı yoktur. Çünkü divan edebiyatından 1930’lara kadar insan gerçeğine bir satır yer vermiş Türkçe bir eser yoktur. Asıl Türk edebiyatı divan şiiridir ama bu şiir mücerret, hayattan ve realiteden kaçmaya çalışan insansız bir şiirdir. Bu şiirde insan soyut idrakin ve mistiğin dışına çıkamaz. İmge ve hayal bakımından Mallarmé ve Valery’yi kıskandıracak kadar zengin bir şiirdir ama bu

Berk’e göre bir Türk edebiyatı yoktur. Çünkü divan edebiyatından 1930’lara kadar insan gerçeğine bir satır yer vermiş Türkçe bir eser yoktur. Asıl Türk edebiyatı divan şiiridir ama bu şiir mücerret, hayattan ve realiteden kaçmaya çalışan insansız bir şiirdir. Bu şiirde insan soyut idrakin ve mistiğin dışına çıkamaz. İmge ve hayal bakımından Mallarmé ve Valery’yi kıskandıracak kadar zengin bir şiirdir ama bu