• Sonuç bulunamadı

Eserin Üslubu ve Yazarın Üslupla İlgili Görüşleri

3. İNCELEME

3.3. Eserin Üslubu ve Yazarın Üslupla İlgili Görüşleri

Esrâr-ı Belâgat Mukaddimesi’nin üslubuna geçmeden evvel Bereketzade’nin üslup ve imla hakkındaki görüşlerine yer vermekte yarar vardır. Önceden bahsedildiği gibi kendisi dil ve imla üzerine müstakil eserler vermiştir. İsmail Hakkı, dilin kurallarına uygun kullanılması konusunda hassastır. Üslup konusu o dönemde, dilin ıslahı için yeni atılımların yapılması bakımından önem arz etmektedir. Biz konuyu fazla dağıtmadan İsmail Hakkı ve Esrâr-ı Belâgat üzerinden kısaca açıklayarak genel çerçeveyi vermeye çalışacağız.

Yazarın dil konusunda büyük ölçüde Namık Kemal’in etkisinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kendisinin Yâd-ı Mâzî’de Namık Kemal için kullandığı ifadelerden onun fikirlerine ve bilgisine hayranlık duyduğunu anlıyoruz.

Ey ruh-u Kemâl! Şad ol, bulup yaygınlaştırdığın kelime ve deyimler ile dilimizi genişlettik ve süsledik. Bugün bütün kalem erbabı o kelime ve tabirleri kullanıyor. Kemâl’in namı, halk arasında ta’zim ve muhabbetle yâd olunuyor. Her kalemden her zaman sana fatihalar gönderiliyor. (1997: 41)

Namık Kemal dil konusuna oldukça önem vermiştir. Öncelikle Namık Kemal’in ardından İsmail Hakkı Bey’in dilin yenileşme hareketleriyle düzenlenmesi ve imlanın oluşturulmasına yönelik görüş ve önerilerine yer verelim. Bu görüşleri arasında büyük ölçüde paralellik bulunmaktadır.

Namık Kemal yeni bir edebiyatın meydana getirilmesi ve onun teorisinin oluşturulması gerektiğini söyler ve yeni bir estetik arayışına girer. “Lisân-ı Osmânî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazatı Şamildir” makalesinde bu noktada bazı prensipler ortaya koyar ve bu edebiyatın dilinin ıslahı için tekliflerde bulunur.

56 Bunlar mana ile ifadenin birbirine uygun ve aynı şekilde güzel olması, birinin diğerine tercih edilmemesi, aşırı mübalağalardan sakınma; söylenenin açık, hakikat ve tabiata uygun olması, anlamın sanat, lafız sanatlarına feda edilmemesi, edebiyatın

“tabiât-ı beşeriyye”yi tahlil etmesidir… Ayrıca Namık Kemal’in mektuplarından bir belâgat kitabı yazmak istediği anlaşılıyor. (Yetiş, 2007: 270-271)

Yine Namık Kemal’in dil konusundaki tekliflerini Mustafa Kutlu’nun (1986:

515), tespitiyle dört maddede özetleyebiliriz. Bunlar:

1. Türkçe bir gramerin hazırlanması (Dile gerekli olan Arapça ve Farsça kaideler bulunmak şartı ile).

2. Dile dışarıdan girecek kelimelere bir sınır getirilerek bir sözlüğün yazılması.

3. Dile yabancı dillerden giren sözcüklerin Türkçede kullanıldıkları mana ve imla özelliklerinin tespit edilmesi.

4. Dilimizin öğretimini dikkate alan bir belâgat kitabının yazılarak okullarda okutulmasıdır.

İsmail Hakkı da dil konusuyla ilgilenmeye öğrencilik yıllarında başlamıştır.

Musahhihlik (redaktörlük) yaptığı matbaada yazıların imlası ile ilgilenir. Daha sonra tanıştığı Namık Kemal’in onun dil sorunlarıyla bu kadar ilgilenmesinde büyük bir payı vardır. Bu etkinin dışında kendisi de sağlam bir idrake sahip olduğu için konunun öneminin farkındadır. Bu görüşlerini eserlerinde şu şekilde ifade eder:

Bir dili kurallara bağlamak görünüşte yalnız o dilin edebiyatına hizmet etmek gibi anlaşılmaktadır. Aslında kaidelere bağlanmış bir dil, o dili kullananların her yönü ile ilerlemesini sağlar. Çünkü bir milletin dâhilen ve haricen güç ve kuvvetini ortaya koyan sebeplerin başında o milletin lisanı üzere kıymetli ilimlerde yazılmış eserler akla gelir.

Hâlbuki akılca, tarihçe ve tecrübece sabittir ki kurallarla süslenmeyen bir dilde maârif (ilim ve kültür) bulunmaz. Bir milletin diğerine verdiği önem ne kadar çok olursa güç ve kuvveti o kadar artacağından yeryüzünde cihangirlik iddiasında bulunan kavimlerin hepsi bu konuya özen gösterdiler. Lisanımız ıslah olunmazsa her cihetçe terakkiden mahrum oluruz. Çünkü terakki maârifle olur, maârifse kitapla olur; kitap da muntazam bir lisanla anlaşılır. (Bereketzade 1292: 2-3; 1291: 2)

57 İsmail Hakkı, Türkçenin imla kurallarını oluşturma fikrini ortaya atmış ve bu doğrultuda birçok fikir ve öneri sunmuştur. Meşveret adlı eserinde yabancı dilden yazı diline yerleşmiş olan kelimeleri bir kurala bağlamayı denemiş, bu kelimeleri dilin ses, aheng ve söyleyiş özelliklerine göre değişmesinin ve yazı dilinin konuşma diline tabi olması gerektiğini savunmuştur. Biz Mukaddime’de bu önerisini uyguladığını görüyoruz. Hakkı Bey, Esrâr-ı Belâgat’ın Cüz-i Evvel kısmında da üslup hakkında ayrıntılı değerlendirmeler yaparak kelime ve kelime gruplarının imlası için kurallar belirlemiştir. Bizim esaslı konumuz olmadığı için burada eserlerin içeriğine çok fazla girmeden yazarın görüşlerini özetlemeye çalışacağız.

İsmail Hakkı, Türkçedeki yabancı kelimelerin telaffuzu konusunun yanında bu kelimelerin varlığının meşruluğuna da değinir ve bizde karşılığı olmayan kelimelerin kullanılabileceğini, karşılıkları bulunanların kullanılmasının ise milli zevke aykırı olduğunu söyler. Onun dilin ıslahı için sunduğu önerileri şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Bu işle ilgilenmesi için bir komisyonun (meşveret) kurulması.

2. Öncelikle müfredatın belirlenmesi ve sağlam kurallara bağlanması.

3. Müfredatı belirlemek için kapsamlı bir Osmanlı lügatinin oluşturulması.

İsmail Hakkı, bu komisyonda çalışmaların hangi aralıklarla kontrol edileceğinden, gelişmelerin yayınlanacağı yayın organlarına ve lügat hazırlanırken takip edilecek yöntemlerin en ince ayrıntısına kadar belirlemiştir. Yalnız, Bereketzâde bu konudaki fikirlerini mutlak doğru kabul etmeyerek eleştiri zemini oluşturmak için tartışmaya açmıştır.

Görüldüğü gibi Namık Kemal ve İsmail Hakkı’nın dil sorunu için sundukları çözümler bile büyük benzerlik arz etmektedir. O dil konsundaki görüşleri bakımından Namık Kemal ve diğer Tanzimat aydınlarıyla aynı çizgidedir.

İsmail Hakkı, dilin kurallarının belirlenmesinin yanında bir dilin ve ilmin tam olarak öğrenilmesi için onun kurallarının tatbik edilmesini şart koşar. Yâd-ı Mâzî adlı eserinde bu konuya medreselerin eskisi kadar faziletli alimler yetiştiremeyişinden bahisle teorilerin uygulanmasına yönelik eğitimlere ağırlık verilmesinin gereğini şöyle ifade etmiştir:

58

…Medreselerimizde Arapça yazma ve konuşma usulü konu olmadığından lisan kaidelerini öğrenmekten maksatlanan fayda tamamıyla zuhur etmiyor. Bu kadar müddet Arapça sarf, nahiv ve meânî gibi alet ilimleri okunduğu halde medreselerimizden yetişmiş faziletliler içinde bazı müstesnalardan ötede fesahat ve belâgat üzere yazma ve konuşmada muktedir kimseler yok. Yalnız anlamak yeter mi? (1997: 29)

Bereketzâde dilin ıslahıyla birlikte milli bir belâgatın oluşturulmasını ve belâgat unsurlarının milli zevke dayandırılmasını savunmuştur.

Tab‘ında isti‘dâd-ı me‘âli olanlar reviş-i me’lûf-i millîyi tarz-ı bigâne ile tebdîle savaşmazlar, bi’l-‘akis meksûbât-ı cedîdeleriyle sîmâ-yı millî hüsn ü melâhat katarlar da bir cilve-i nevîn, bir feyz-i mübîn ile o sîmâ-yı melâhat nurlar içinde yüzer, bir ma‘nâ-yı tekemmül leme‘ân eder. (Bereketzade, 1317: 71)

Ayrıca yazar, ilim ve sanatda durmadan sürekli ilerleyip, kültür ve güzel ahlâkin da her daim korunması gerektiğini öngörür.

Bu açıklamadan sonra Mukaddime’nin üslubuna değinecek olursak, İsmail Hakkı eserinde uzun ve terkipli cümleler tercih etse de bu cümlelerin yapısı sağlam ve anlatımı akıcıdır. Cümle yapısında eski geleneğe bağlı olmakla birlikte imlada yenileşme hareketlerine uyarak noktalama işaretlerini kullanmıştır. Tabi bu kullanımlar günümüzdeki gibi oturmamıştır. Yine de yazar bu konuda dönemine göre oldukça başarılıdır. İsmail Hakkı Bey, şuan dikkat çekmek için tırnak içerisinde gösterilen terimleri parantez içinde yazmıştır.

Eserde Bereketzâde’nin dil hakkındaki görüşlerine uygun olarak yabancı kelimeleri telaffuz edildiği şekliyle yazıya geçirdiğine şahit oluruz.

Kitapta bilimsel konulardan bahsedildiği için dil sanatlı değildir. İfadede fikrin önemine değinir. Söylem şekliyle birlikte anlamın da kuvvetli olması gerektiği düşüncesine sahiptir ve eserin üslubu da bu düşünceyle örtüşür. Onun Mukaddime içerisindeki kendisine ait nazım parçalarından da fikri sanata feda etmediğini ikisini eşit tuttuğunu hatta mananın söylemden bir adım önde olduğunu görürüz.

İsmail Hakkı, dönemde yazılan birçok kitapta olduğu gibi eserini okullar için ders kitabı mahiyetinde hazırlamadığı için üslubunda bu amaçlı bir sadeleşme görülmemektedir. Onun hedef kitlesi bu ilimle ilgilenen aydınlardır. Yine de sık sık

59 Arapça terimleri açıkladığını görüyoruz ve ifadelerini daha anlaşılır kılmaya çalıştığına şahit oluyoruz.

Bunların yanında, eserin genelinde kendinden emin bir edayla karşılaşırız. İsmail Hakkı bilgisine ve bilginin kaynağına güvenir. Zannımızca bu, çeşitli alanlardaki birikiminin yanında Arapça, Farsça, Türkçe ve Fransızca dillerine hakimiyetinden ileri gelmektedir. Zaman zaman fikirlerinden yararlandığı şahsiyetlerle görüş ayrılığına düştüğünü belirtmiş, onları eleştirmiş ve yanlış bulduğu fikirlerini düzeltmiştir.

Sonuç olarak bu devirde üç grupta toplanan belâgat merkezli dil çalışmaları içerisinde İsmail Hakkı bu eseriyle “Batı retoriği ile Doğu belâgatını birleştiren” üçüncü gruba dahil edilir. Diğer iki gruptan birincisi “Arap merkezli eğitimin yapılmasını isteyenler”, ikincisi ise “eski belâgatın Türkçe devamını isteyenler”dir.

Benzer Belgeler