• Sonuç bulunamadı

2.3. MUHTEVA İNCELEMESİ

2.3.4. Eserde Alıntı Yapılan Kaynaklar

Eserde ismi pek çok yerde zikredilen ve çok sayıda beyti nakledilen İranlı şair Faḫreddîn Es’ad Gürgânî (446/1054’da sağ)’nin meşhur eseri Vîs ü Râmîn, aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” vezninde yazılmış 8905 beyitten (Mînovî neşri) meydana gelir. Ortaçağ İslâm dünyasında bir yasak aşkın bu eserde övülmesi onu bu türde yazılmış mesnevîlerden büyük ölçüde ayırır. Mesnevîde ihtiyar Merv padişahı Mobed Monikan’ın, genç karısı Vîs ile kardeşi Râmîn arasındaki aşkın oyuncağı olması ve onun ölümünden sonra âşıklara mutluluk kapılarının açılması anlatılır.

Gürgânî eserinde sade bir dil kullanmış, edebî sanatlara mümkün olduğu ölçüde az yer vermiş, anlaşılması güç kelime ve deyimler kullanmaktan kaçınmıştır. Eserde özellikle ümit, ümitsizlik, ayrılık gecelerinin acısı ve vuslat günlerinin heyecan ve mutluluğu başarılı bir şekilde anlatılmıştır. Vîs ü Râmîn döneminin örf, âdet ve folkloruyla ilgili bilgileri içermesi bakımından da önemlidir.

Gürgânî’den sonra gelen şairlerin eserlerinde Vîs ü Râmîn’in etkisiyle kaleme alınmış parçalara rastlanılır. Nitekim Vîs’in Râmîn’e yazdığı on mektup Evhadî (ö. 1042/1632-33’ten sonra), İmâd-i Fakīh (ö. 773/1371), Selmân-ı Sâvecî (ö. 778/1376), Kâtibî (ö. 839/1435 [?]), ‘Ârifî ve İbn ‘İmâd (ö. 1089/1679) gibi birçok

şair tarafından taklit edilmiştir. Ancak bu eserin en büyük etkisi Niẓâmî-i Gencevî’nin (ö. 611/1214 [?]) Ḫüsrev ü Şîrîn’inde görülmektedir.116

Ḫüsrevnâme (ﮫﻣﺎﻧوﺮﺴﺧ)

Eserin 42a, 45a, 48b, 51a, 59b, 61b ve 63b sayfalarında kendisinden beyitler nakledilen İranlı meşhur şair ve mutasavvıf Ebû Hâmid Ferîdüddîn Muḥammed b. Ebî Bekr İbrâhîm-i Nîsâbûrî (ö. 618/1221)’nin Gül ü Ḫüsrev veya Gül ü Hürmüz de denen bu eseri, ‘Aṭṭâr’ın tasavvufî olmayan tek mesnevîsidir. Bu mesnevîde Rum kayserinin gayri meşrû oğlu Ḫüsrev ile Hûzistan şahının kızı Gül’ün aşk maceraları anlatılır. Bu aşk hikâyesi, hakkında hiçbir bilgi bulunmayan Bedr-i Ahvâzî adlı bir kimse tarafından mensur olarak yazılmış, daha sonra ‘Aṭṭâr aynı konuyu bu eserden nazma çekmiştir. Aşk macerasının Ahvaz’da geçmesi sebebiyle mesnevîdeki çerçeve hikâye o yöredeki mahallî menkıbeler üzerine kurulmuştur. Bu mesnevînin eski ve yeni olmak üzere iki versiyonu vardır. Eski olanı, ‘Aṭṭâr’ın meşhur tasavvufî mesnevîsi Manṭıḳu’ṭ-ṭayr’ın nazmedilişinden yani 1187’den önce kaleme alınmıştır ve yenisine göre çok daha uzundur. Özet şeklindeki yeni versiyon ise çok daha sonra nazmedilmiştir.117

Şâdbihr u ‘Aynü’l-Ḥayât (تﺎﯿﺤﻟا ﻦﯿﻋ و ﺮﮭﺑدﺎﺷ)

Eserin 88b sayfasında ‘Unṣurî ismiyle birlikte zikredilen Şâdbihr u ‘Aynü’l-

Ḥayât, Ebu’l-Ḳâsım Ḥasan b. Aḥmed ‘Unṣurî-yi Belḫî (ö.431/1039-40)’nin Yunan

kaynaklı mesnevîsidir. Esere ait elli dokuz beyit Esedî-i Ṭûsî’nin (ö. 465/1073)

Luġat-ı Fürs’ünde dağınık biçimde yer alır. Bîrûnî (ö. 453/1061 [?]) bu eseri

Ḳasîmü’s-sürûr ve ʿaynü’l-ḥayât adıyla Arapça’ya tercüme etmiştir.118

Ṭûṭînâme (ﮫﻣﺎﻧ ﯽطﻮط)

Eserin 2b sayfasında nakledilen beytin Ṭûṭînâme adlı eserde geçtiği tespit edilmiştir. Naḫşebî’nin (ö. 751/1350 [?]) en tanınmış eseri olup Sanskritçe

116 A. Naci Tokmak, “Gürgânî, Faḫreddin Es‘ad”, DİA, (1996), C.14, s.321, İstanbul 117 M. Nazif Şahinoğlu, “‘Aṭṭâr, Ferîdüddin”, DİA, (1991), C.4, s.95-98, İstanbul 118 Mehmet Atalay, “‘Unṣurî,”, DİA, (2012), C.42, s.162-163, İstanbul

Çukasaptati adlı kitaba dayanmaktadır. Hind kökenli bu edebiyat klasiğinin günümüze ulaşan Ṭûṭînâme adlı Farsça üç farklı versiyonu vardır. Birincisi Çihil Ṭûṭî-yi Âmiyâne, diğeri İmâd b. Muḥammed’ n Ṭûṭînâme’s (Cevâh rü’l-es̱mâr), sonuncusu da Naḫşebî’nin çalışmasıdır. Ṭûṭînâme’nin daha önce ‘İmâd b. Muḥammed tarafından yapılan çevirisinin iyi olmaması sebebiyle Naḫşebî’den bu eseri yeniden tercüme etmesi istenmiş, o da daha anlaşılır bir ifadeyle hikâyeyi her birine “gece” adını verdiği elli iki bölüm halinde çevirmiştir (730/1330). Ayrıca eklediği şiirlerle metne süslü bir anlatım kazandırmış, ancak bu özelliğiyle hikâyenin daha sonraki nesiller için ağır bir metin halini alması kaçınılmaz olmuştur. Bunun üzerine tercüme Ekber Şah’ın (ö. 1014/1605) emriyle Ebu’l-Fażl el-‘Allâmî (ö. 1011/1602) tarafından sadeleştirilmiş, bu metni de XVII. yüzyılda Muḥammed Ḳâdirî otuz beş bölüm halinde tekrar sadeleştirmiştir. Ḳâdirî’nin düzenlediği Ṭûṭînâme, bazı Doğu ve Batı dillerine (Hindî, Bengalî, Tatarca, Almanca) tercümede esas alındığı gibi Sarı Abdullah da (ö. 1071/1660) eseri yine bundan Türkçe’ye çevirmiştir. Keşfü’ẓ-ẓünûn’da (II, 1118) Ṭûṭînâme’nin Kanûnî Sultan Süleyman adına tercüme edildiği kaydedilmektedir. Günümüz Türkçe’siyle sadeleştirilmesini ilk defa Şemsettin Kutlu yapmıştır. 119

Leylâ vü Mecnûn (نﻮﻨﺠﻣ و ﻰﻠﯿﻟ)

Eserin 14a sayfasında müellif metin içerisinde Leylâ ve Mecnûn isimlerini zikretmektedir. Özellikle Arap, Türk, Fars ve Urdu edebiyatlarında ele alınmış bu aşk hikâyesinin iki kahramanından biri olan Mecnûn, 70 (689) yılı civarında öldüğü ve adının Ḳays b. Mülevvah el-‘Âmirî (ö. 70/690 [?]) olduğu kabul edilen şairin lakabıdır. Leylâ’ya duyduğu aşk yüzünden aklını kaybetmesi sebebiyle kendisine takılan bu lakap sonraları isminin yerini almıştır. Leylâ ise aynı kabileye mensup ve bir rivayete göre Mecnûn’un amcasının kızı olan Leylâ bint Mehdî el-‘Âmiriyye’dir. Leylâ ve Mecnûn’un başından geçmiş gibi anlatılan hikâyelerin hemen hepsi, Mecnûn el-Âmirî’ye ait olan ya da ona nisbet edilen şiirlerde geçen küçük vak‘aların birtakım yorum ve ilâvelerle bir dereceye kadar birbirine bağlanarak büyük bir hikâye haline getirilmesi sonucunda meydana çıkmış izlenimi vermektedir. Bununla

birlikte nesep âlimi İbnü’l-Kelbî (ö. 204/819 [?]) ile Ebu’l-Ferec el-İṣfahânî’ye (ö. 356/967) göre bu hikâye amcasının kızını seven, fakat bunu açıklamak istemeyen Emevî ailesine mensup bir genç tarafından uydurulmuş olan kıssa ve şiirlerin Mecnûn adı altında ortaya konulmasıyla meydana gelmiştir.

İbnü’n-Nedîm’in, (ö. 385/995 [?]) halk hikâyeleri arasında Kitâbü Mecnûn ve

Leylâ adında anonim bir eserden söz etmesi (el-Fihrist, s. 425), bunun IV. (X.)

yüzyılda Arap dili ve edebiyatı âlimlerinin türlü şekilleriyle naklettikleri bir halk hikâyesi haline dönüştüğünü göstermektedir.120

Vâmıḳ u ʿAẕrâ (ارﺬﻋو ﻖﻣاو)

Eserin 14a sayfasında müellif metin içerisinde Vâmıḳ ve ʿAẕrâ isimlerini zikretmektedir. Hikâyenin aslı Helenistik dönemde yazılmış (I. yüzyıl) Mètiokhos kai Parthenopè adlı Yunanca mensur bir aşk romanına dayanır. Çeşitli kaynaklarda eserin Yunanca’dan Süryânîce ve Pehlevîce’ye yahut Süryânîce’den Pehlevîce ve Arapça’ya çevrildiğine dair rivayetler varsa da eserin bu dillerden biriyle yazılmış bir nüshasına günümüze kadar rastlanmamıştır. Bugün elde bulunan Vâmıḳ u ʿAẕrâ nüshası, Gazneli Mahmud’un meliküşşuarâsı ‘Unṣurî’nin (ö. 431/1039-40) “feûlün feûlün feûlün feûl” vezninde yazdığı Farsça bir eserdir. Arap ve Fars edebiyatlarında

Vâmıḳ u ʿAẕrâ’nın çoğu günümüze ulaşan ve bir kısmı yayımlanan versiyonları

mevcut olup bu eserlerde Vâmık ve Azrâ çok değişik ülke padişahlarının çocukları olarak gösterilmiştir. Ayrıca hikâyede olayların gelişmesi, hikâyede geçen diğer kahramanlar, zaman, mekân ve hikâyenin sonu birbirinden farklıdır. Eserlerin bazılarında mutlu sona erişilirken bazılarında âşıklar birbirine kavuşamamıştır. 121

Tâcü’l-Meâs̱ir (ﺮﺛﺂﻤﻟا جﺎﺗ)

Eserin 158b sayfasında yer alan beytin Tâcü’l-Meâs̱ir adlı eserde geçtiği tespit edilmiştir. Ṣadrüddîn Ḥasan b. Niẓâmî-yi ‘Arûżî (ö. 626/1229 [?])’nin 602 (1206) yılında, saraydaki dostlarının teşvikiyle Sultan Muizzüddin Muḥammed (ö.

120 İsmail Durmuş, “Leylâ ve Mecnûn”, DİA, (2003), C.27, s.159-160, Ankara 121 A. Naci Tokmak, “Vâmıḳ ve ‘Aẕrâ”, DİA, (2012), C.42, s.503-504, İstanbul

602/1206) ve Kutbüddin Aybeg’in (1206-1210) başarılarını anlatmak üzere yazmaya başladığı Tâcü’l-meʾâs̱ir fi’t-târîḫ (Tâcü’l-meʾâs̱ir fî aḥvâli mülûki’l-Hind) adlı Farsça eseridir. Eser Delhi Sultanlığı’nın ilk resmî tarihidir.Tâcü’l-meʾâs̱ r, dönemin

sosyal ve kültürel hayatı üzerinde durmakta, bilhassa günlük hayatta kullanılan her çeşit malzeme ve aletle ilgili olarak verdiği bilgiler XIII. yüzyılda Hindistan’ın içinde bulunduğu şartları ortaya koymaktadır. Eser bir bütün olarak ele alındığı takdirde bir tarih kitabı değil askerî seferleri ihtiva eden bir “Fetihnâme” olarak değerlendirilebilir. Ḥasan Niẓâmî olayları yazarken objektif kalamamışsa da eseri Hindistan ve Afganistan tarihi açısından önemli bir kaynaktır.”122

Bahtiyârnâme (ﮫﻣﺎﻧرﺎﯿﺘﺨﺑ )

Eserde 181a da yer alan beytin Baḫtiyârnâme adlı eserde geçtiği tespit edilmiştir. Günümüze ancak Arapça tercümesiyle Arapça’dan Farsça’ya yapılan tercümelerinden bazıları gelebilen Baḫtiyârnâme’nin bilinen en eski Arapça çevirisi,

ʿAcâʾibü’l-baḫt fî ḳıṣṣati’l-iḥdâ ve’l-ʿaşer vezîran mâ cerâ lehüm maʿa İbni’l- Mülki’l-Âzâdbaḫt (Kahire 1886; Tahran 1347 hş.) adını taşımaktadır. En eski Farsça

çevirisi ise, VI. (XII.) yüzyıl sonlarının âlim, şair ve vâizlerinden Şemseddîn Muḥammed b. ‘Alî Deḳâyiḳ-i Mervezî’ye nisbet edilen Lümʿatü’s-sirâc lihażreti’t-

tâc adlı eserdir. Tercümenin mukaddimesinde mütercim bir gece Baḫtiyârnâme

okuduğunu, ibareleri anlaşılmadığı için devrin insanlarının ona rağbet etmediklerini, bu yüzden kaleme sarılıp eseri tercüme ettiğini, aslındaki Baḫtiyârnâme adını değiştirip esere Lümʿatü’s-sirâc li-hażreti’t-tâc adını verdiğini ifade etmektedir.

Baḫtiyârnâme’nin Pehlevî diliyle yazılan aslı günümüze kadar gelmediğinden Lümʿatü’s-sirâc’daki hikâyelerin Baḫtiyârnâme’nin asıl metninde bulunan

hikâyelerle ne ölçüde ilişkili olduğunu tesbit etmek mümkün değildir. Şimdilik bilinen, Baḫtiyârnâme’nin, ‘Avfî’nin (ö. 629/1232 [?]) Cevâmiʿu’l-Ḥikâyât’ının 36- 44. hikâyeleriyle muhteva bakımından benzerliğinden ibarettir.

Bir mukaddime, on bab ve bir hâtimeden oluşan, yer yer Arapça ve Farsça şiirlerle süslenen Lümʿatü’s-sirâc, on vezirin hikâyesini içine aldığı için Ḳıṣṣa-i Deh

Vezîr adıyla da tanınmıştır.123

Benzer Belgeler