• Sonuç bulunamadı

Erken çocukluk dönemi olarak adlandırılan sıfır-sekiz yaş (Cotton and Conklin 1989) gelişimin temellerinin atıldığı, temel bilgi ve becerilerin kazanıldığı yıllar olması nedeniyle büyük önem taşımaktadır. Bu dönemde bilişsel, dil, sosyal- duygusal, psiko-motor gelişim alanları yönünden çocuğun hızlı bir gelişim göstermesi ve özbakım becerilerini kazanması nedeniyle eğitime doğum ile başlanmaktadır (Berrueta-Clement, Schweinhart, and Barnet, 1984; Schweinhart and Weikart, 1980). Bu yıllar, diğer yaşam dönemleri ile kıyaslandığında gelişim alanlarının birbiriyle ilişkisinin en fazla olduğu dönem olması nedeniyle kritik yıllar olarak da adlandırılmaktadır (Aral vd, 2002; Oktay, 1999; Yavuzer, 1999).

Erken çocukluk dönemi, yaşama (çocuğun ölmemesi, doğumdan itibaren fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan sağlıklı olması), büyüme (çocuğun kilo ve boyunun artması), gelişim (çocuğun sosyal, duygusal, zihinsel ve fiziksel gelişim alanlarındaki karmaşıklık düzeyinde ve işlevindeki değişim) ve bakım (çocuğun güven içinde olması) gibi ardışık ve eşzamanlı olarak zaman içinde meydana gelen farklı süreçleri içermektedir (Bekman ve Gürlesel, 2005).

Erken yaşlarda edinilen deneyimlerin beyin gelişiminde de önemli etkileri olduğu vurgulanmaktadır (Aydagül, 2007). Beyindeki sinaptik yoğunluk ve sinir hücreleri arasındaki bağlantı hayatın ilk üç yılında olağanüstü bir hızla gerçekleşmekte, ilk yıllarındaki uyarım ve pekiştirmeler beyin bağlantılarını, kalıcı hale getirmektedir. Böylece erken çocukluk dönemindeki olumlu ve olumsuz deneyimler, beyin bağlantılarının nasıl olacağına çok büyük katkı sağlamaktadır (Summak ve Summak, 2006). Dolayısıyla, erken çocukluk döneminde çocuğa gösterilecek özen ve ona verilecek eğitim geleceğin sağlıklı, yaratıcı, üretken ve başarılı bireylerinin altyapısını hazırlamaktadır (Aydagül, 2007). Bu yıllarda, çocukların sürekli öğrenme hâlinde olduğu bilinmekte ve bu dönemdeki olumsuz

11

yaşantılar sürekli alışkanlık hâline gelmektedir. Bu nedenle yüksek kalitedeki erken müdahale programları ve erken çocukluk eğitimine ulaşımı yaygınlaştırma, hayat boyu öğrenmenin özünü ve alt yapısını oluşturmaktadır (MEB, 2009). Erken çocukluk eğitimi ve insan gelişimi birbiriyle çok yakından ilişkili kavramlar olup erken çocukluk eğitimi çocukların gelişim alanlarını desteklemekte ve ailelerin ihtiyaç duyduğu desteği vermektedir. Bu sayede toplumun eğitim, sağlık ve sosyal kalkınma ve büyümesine katkıda bulunmaktadır (Myers 1992; Young 1997). Erken çocukluk eğitimi sadece çocuğun sağlıklı ve başarılı bir yetişkin olmasına katkıda bulunmakta, aynı zamanda orta ve uzun vadede sosyal ve ekonomik açıdan tüm toplumu etkileyecek katkılar sağlamaktadır (Aydagül, 2007).

Erken çocukluk eğitim ve bakım hizmetlerine olan talebin son yıllarda artmasında, değişen yaşam şartlarının etkili olduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte erken yıllardaki desteğin önemi konusundaki farkındalığın artması ve yaşamın ilk yıllarındaki deneyimlerin yaşamsal öneminin anlaşılmasında erken çocukluk eğitim ve bakımına talebin artmasında etkili olmuştur. Aynı zamanda bu dönemde eğitim programları küçük çocuğa sahip ailelerin problemlerini iyileştirmede, önlemede, ileriki yıllarda olabilecek risk faktörlerinden çocukları korumada önemli katkılar sağlamaktadır (Dahlberg, et.al., 2007; Güneysu, 2005).

Erken çocukluk eğitimi alanı, eğitimcilerin uzun yıllardır çalıştığı bir konu olmasına rağmen gelişmiş ülkelerde son otuz yılda büyük gelişim göstermiştir (Güneysu, 2005), Türkiye'de ise erken çocukluk eğitimine erişimin çok sınırlı olduğu görülmektedir. Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı bu alandaki eğitim faaliyetlerini; resmî ve özel anaokulları, her türlü örgün ve yaygın eğitim kurumlarının bünyesindeki ana sınıfları ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 191. maddesi kapsamında açılan çocuk bakımevleri, gezici sınıflar ve yaz eğitiminde uygulanan eğitim programı ile sürdürmektedir. Örgün eğitimin ilk basamağı olan okul öncesi eğitim yasal olmamasına karşın, okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması amacıyla 2009-2010 eğitim-öğretim yılında zorunlu eğitim kapsamına alınmıştır. Zorunlu eğitimin pilot uygulamasında belirlenen hedefe ulaşılabilmesi için alınacak tedbirleri içeren 2011/44 sayılı genelgede Milli Eğitim Bakanlığı, beş yaş (60-72 ay) çocukların tamamının okul öncesi eğitime alınması amacıyla 2009-2010 eğitim- öğretim yılında 32 ilde başlatılan zorunlu eğitim pilot uygulamasının başarıyla

12

sürüdürüldüğünü, 2010-2011 eğitim-öğretim yılında 57 ile ulaşan uygulama sonucunda beş yaş grubunda % 67 okullaşma sağlandığı açıklanmaktadır (MEB, 2011). Genelgede ayrıca, beş yaş grubunun (60-72 ay) 2011-2012 eğitim-öğretim

yılında 14 ilde, 2012-2013 eğitim-öğretim yılında 10 ilde pilot uygulama kapsamına alınması ve bu sayede 2012-2013 eğitim-öğretim yılında beş yaş grubunun tamamının Türkiye genelinde kademeli olarak zorunlu eğitime başlamasının sağlanmış olacağı belirtilmektedir (MEB, 2011a). Türkiye’de okul öncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamına alınması ile birlikte 48-60 ay ve 36-48 ay yaş grupları okullaşma oranı uluslararası ortalamaların çok altında yer almakta (MEB, 2011b), 36 ay ve öncesi çocuklar için erken çocukluk eğitimi hizmetlerinin ise yok denecek kadar az olduğu görülmektedir (Bertan vd., 2009). Bununla birlikte Avrupa’da sıfır- üç yaş grubu çocuklara yönelik kurumsal bakım hizmetlerinin en gelişmiş olduğu ülkeler (Danimarka, İsveç, Hollanda, Finlandiya ve Fransa) dışında Orta ve Güney Avrupa ülkelerinde de oranların çok düşük olduğu görülmektedir (EC, 2008; EU, 2008).

Çocuk yoksulluk oranının yüksek olduğu Türkiye’de (% 25 ) erken dönemde çocuk bakım ve eğitim hizmetlerinin yetersizliği, çocukların bilişsel ve sosyal gelişimini olumsuz etkilemekte, ekonomik ve sosyo-kültürel yoksunluk bu hizmetlere erişimin önünde önemli bir engel olmaktadır (ATV, 2009). Güçlü ve dinamik bir toplum için önemli olan çocukların elverişsiz ortamlarda büyümesi çocuklarda davranış problemleri, başarısızlık gibi pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir (Ramey and Ramey, 1998; Meisels and Shonkoff, 2000). Bu sorunların çözümlenebilmesi için sosyo kültürel dezavantajlı çocukların özelliklerinin ve ikamet bölgelerinin değerlendirilmesi ve bu gruplara erken çocukluk eğitim hizmetlerinin ulaştırılması gerekmektedir (Chau, et.al., 2006).

Bir ailenin sosyo kültürel durumu o ailenin toplumdaki ekonomik, kültürel ve sosyal açıdan durumunu belirtmekte, sosyo kültürel dezavantajlı ailelerden gelen çocukların sosyo-kültürel düzeyi yüksek ailelerden gelen çocuklara göre olumsuz birçok engelle karşılaştıkları görülmektedir (Ramey and Ramey, 1994). Ailenin sosyo kültürel düzeyi hem toplum içerisindeki ilişkilere, hem de anne babanın eğitim düzeyi ve sosyal statüsü, ailenin gelir düzeyi gibi pek çok etkene dayanmaktadır (Demarst, et al., 1993). Sosyo-kültürel dezavantajlı aileler çocukları için en uygun

13

bakım ve eğitim verme konusunda önemli sorunlarla karşı karşıya kalmakta (Ramey and Ramey, 1994); bu aileler sosyo-kültürel yoksunluk nedeni ile çocuklarının gelişimlerini, onların okula hazırlık ve ileriki yaşamındaki başarılarını destekleyecek kaynaklara ve eğitim desteklerine ulaşmakta zorlanmaktadır (Crnic and Lamberty, 1994). Sosyo kültürel dezavantaj çocukların sadece okul olgunluğu için değil, aynı zamanda da zihinsel becerilerin yetersiz olmasında da etkili olmaktadır (Boyle, Decoufle and Yeargen-Allsopp, 1994) Sosyo kültürel düzeyi ne olursa olsun ailelerin tümünde çocuklarına en uygun bakım ve eğitimi sağlama konusunda çeşitli güçlükler yaşanmasına karşın, sosyo-kültürel dezavantajlı ailelerde bu durum çok daha büyük ve zorlu sorunlara neden olmaktadır (Ramey and Ramey, 1994). Sosyo kültürel yoksunluktan ilk üç yaştaki çocukların daha fazla etkilendikleri vurgulanmakta, bu sorunun çözümü için erken müdahele programlarının etkili olabileceği belirtilmektedir. Yapılan çalışmalar erken çocukluk müdahele programlarının düşük sosyo kültürel düzeye sahip çocuklar üzerinde olumlu sonuçlar doğurduğunu ortaya koymuştur (Garber, 1988; Wasik, et.al., 1990; Campbell and Ramey, 1995). Erken müdahele programları çocuklara hem erken öğrenme fırsatları sağlamakta hem de onları okula hazırlayarak başarılı olmalarına yardımcı olmaktadır (Ramey and Ramey, 1998). Bu nedenle doğumdan üç yaşa kadar olan dönemde uygulanan erken müdahele progragramları araştırmacıların dikkatlerini yönelttikleri bir alan olmuştur (McConnell, 2000). Bu zaman dilimi gelişimsel olarak toplumdaki en fazla riskli olan çocuklara müdahele edilebilecek ve onların gelişimlerini olumlu yönde etkileyebilecek en kritik dönemdir (Ramey and Ramey, 1998). Erken müdahele programları birçok çocuğa ve ailelerine akademik ve yaşam alanında başarılı olacak kaynakları sunmakta, ayrıca çocukların genel bilişsel potansiyellerine önemli katkılar sağlamaktadır.