• Sonuç bulunamadı

1. İNCE MEMED I

1.5. ŞAHIS KADROSU

1.6.6. Erk Sorunu ve Güven Yitimi

Abdi Ağa ve Ali Safa Bey’in hüküm sürdüğü topraklarda –maalesef- devletin varlığını hissedilmez. Güçlü olanlar, istedikleri zaman güçsüzlere yiyecek ekmeği bile çok görürler. Onlar bir çeşit acımasız devlet olmuşlardır. Öyle ki yasama, yürütme ve yargı tek kişinin elindedir. Onlar insanlığın utanç abideleri olarak ellerinden gelen hiçbir kötülüğü, acımasızlığı arkalarında bırakmazlar.

Devletin temsilcisi olarak bir gölge misali gözümüzün önünden geçen savcı, suçsuz olan Hatçe’yi hapse yollar. Abdi Ağa’ya konuk olur. Köylülerin bin bir zorlukla kazandıklarını Abdi Ağa onlara kuzu keserek ikram eder.

Jandarmalar -her nasılsa- ağalarla hiç ters düşmezler. Hatta bazen başka eşkıyalarla uğraşmayı bırakıp yalnızca İnce Memed’in peşine düşerler. Asım Çavuş, bireysel olsa da bir insanlık örneği göstererek İnce Memed’i teslim almaz, ondan yana tavır alır. Bu durum, İnce Memed’in yaptıklarını meşrulaştırdığı gibi Asım Çavuş’a da sıcaklık duymamızı sağlar.

Doğuda kalan bölgeler için Aydemir; “Osmanlı padişahları zamanında da buraları tamamen hâkimiyet altına alınmış değildi. Osmanlı kanunnamelerinin toprak mülkiyeti sistemi doğuda uygulanamıyordu. Buralarda Timar, Zeamet, Has yoktu. Beylikler, ‘Mefruz-ül-kalem’ yani itibari hükümetler sayılıyordu. Beylikler boyna birleşti ve parçalandı. Fakat çok kötü bir toprak beyliği, ilkel ve zalim bir Ağalık-Şeyhlik sistemi, bugüne kadar sürdü, gitti. Bu neden böyle oldu? Bunun ilk sebebi, Doğuda, Osmanlı İmparatorluğunun hiç bir zaman yerleşememesi, yani fütuhatını tamamlayamamasıdır. Eğer bu yerleşme tamamlanmış olsaydı, aslında ve batı manasıyle Feodal olmayan Osmanlı toprak mülkiyeti sistemi, Doğuda, mahalli hâkimiyetleri tasviye ederdi” (Aydemir 1980: 310) der. Osmanlının Anadolu’da bir türlü devlet hâkimiyetini kuramamış ve sosyal düzene yasaları hâkim kılamamış olmasından ötürü süregelen

güçlü-güçsüz ilişkisi “yeni doğan cumhuriyet” in ilk yıllarında da kendi içinde bozuk düzeni devam ettirmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Devrim, şehir şehir dolaşıyor, kasabalara sıra gelmiyordu. (…) Kasabalara, büyük toprak zenginleri, köylere büyüklü- küçüklü ağalar egemen” (Toprak 1968: 35) olduğu için halk yeni doğmuş Cumhuriyet’in nimetlerini görmek bir yana, eski düzene boyun eğer ve yaşamlarını sürdürmek için didinir. Bu düzene isyan eden halk veya İnce Memed gibi “birey”ler öncelikle ağaların “silahlı kuvvetleri” tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılır; eğer bu unsur yeterli olmazsa halkın vergileriyle maaşlarını alan “devletin askeri, savcısı” devreye dâhil edilir. İnce Memed-1’de Hatçe’nin işlemediği suçun işlenmiş gibi gösterilerek hapse yollanması ve “devletin savcısı”nın buna duyarsızlıkla maşa olup izin vermesi, güven yitimi için geçerli bir nedenlerdir. Köylü her şeyin ağanın elinde olduğunu bu gibi olaylarla kabul eder. Köyde erk ağa olur. İnce Memed, aslında ağaya başkaldırmıştır; ancak bozuk olan sistemi kullanmayı çok iyi bilen ağa İnce Memed’e karşı güç olarak jandarmayı çıkarır. Sonunda ağayı ortadan kaldıran Memed, köylüyü toprağın sahibi yapar. Yani Memed “devlet” gibi davranır. “Sıkışan insan, bundan hiçbir biçimde kurtulamazsa kendisini bir düş dünyasına atarak, bir mitos yaratıp o mitosa sığınarak kurtarmaya çalışır” (Kemal 1995: 188) sonuçta köylü kendine bir erk aramış ve bulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlının yozlaşmış/köhnemiş toplum ve devlet düzeninin üzerine kurulmuştur. “Bir kere Cumhuriyet’i kuranlar; Osmanlı paşaları, Osmanlı erkân- ı harbiyesidir” (Ortaylı 2007: 38). Bunlar Osmanlının en eğitimli ve aydın kişileridir. Cumhuriyet’in vatandaşları da Osmanlı padişahlarının düzenindeki “kullar”dır. Yüzyıllarca süregelen bir yapıyı modern çağa uydurmak çok güç olur. Zaten imparatorluğun son dönemleri kaybedilen savaşlarla geçmiştir. Ülke çapında değişimi/modernleşmeyi sağlayabilecek yeterli aydın/okumuş bir kadro da yoktur. Aydemir devlet içinde devletin olduğu, bozuk düzene dikkatleri çektiği yazısında “(…) Ağa ve Beyler, 1925 İsyanından sonra da mukavemetlerini yürütebilmişlerdir. Hükümetten ciddi bir yakınlık ve yardım görmeyen toprak kölelerini de, ister istemez peşlerinden sürükleyebilmişlerdir. O zaman da, kan ve tethiş yıllar yılı sürmüştür. Bu arada mesela ‘Yasak bölgeler’ tesisi, bunların tamamen boşaltılması gibi, tedbirler de, devamlı dönüşlerle, tesirlerini kaybetmiştir. Kaldı ki koca bir bölgeyi boşaltmak, zaten istikrarlı bir tedbir olamazdı. Bölgeyi boşaltmak değil, bölgenin taçsız hükümdarlarını

bertaraf ederek, bölgeyi halk adına ve halkla beraber fethetmek, halka mal etmek yolları bulunabilirdi. (…) Kaza mahkemeleri onlara (ağalara ve beylere) iki şahitle, istediği kadar toprak kapatmak ve oraları kendi silahşörleri ile sahiplenmek imkânını verdikçe, bu daima böyle gidecekti. Nitekim öyle gitmektedir.” (Aydemir 1980: 313-314) der. Yüzyılların getirdiği alışkanlıklar maalesef cumhuriyetin ilk yıllarında bir kerede yıkılamamıştır. Ağa ve beyler kendi çıkarlarına devleti temsil eden kişileri maşa olarak kullanmaktan, halkı bu yolla sömürmekten vazgeç(e)memişlerdir. Halk da devletin gücünün, yasaların üstünlüğünün “hak ve halk”ı korumak için var olduğunu bilmemektedir. Bütün bunlar devlet erkini “yok” gibi göstermekte ve halk devlete karşı güvenini yitirmektedir. İnce Memed’i yaratan gerekçelerin temeli bunlardır. Halk, adı “eşkıya” olan İnce Memed’i “devletin jandarması”ndan bu nedenle korumaktadır. Memed, ölür veya tutuklanırsa Abdi’nin taçsız hükümdarlığı yeniden yaşam hakkı bulacaktır. Bu yine eziyet, yine açlık, yine yokluk, yine kölelik, yine dayak anlamına gelmektedir. Abdi Ağa, yaptığı kötü işleri kitabına uydurmayı bilen gerçek bir “zalim eşkıya”dır. Romanda toplum için en tehlikeli tipler, dağdaki eşkıyalar değil -Deli Durdu da dâhil olmak kaydıyla- düzdeki mütegallibe sınıfıdır. Bu iddianın gerekçesi şudur: Dağdaki eşkıyalar insan öldürürler, onların mallarını alırlar, çırılçıplak bırakıp rezil ederler. Ama sonuçta onlar eşkıyadır. Devlet, dilerse bir biçimde onları dağdan indirebilir. Ama ağalar/beyler için durum çok daha farklıdır. Onlar, halkı iliklerine kadar emer. Emeklerinin karşılığını vermez bunun üzerine onların namusuna, özgürlüklerine ve hayatlarına göz dikerler. Tehlikeli olmalarının nedeni eşkıyayı, onların gücü yetmeyince devletin gücünü isteklerine maşa olarak kullanabilmeleridir. Savcı, jandarma köye geldiğinde ağanın evine gidip onun yönlendirmesiyle suçluyu tespit eder. Bütün bunlar halkla devlet arasına zalim ve ahlaksız “ağaları/beyleri” set olarak çeken nedenlerdir.

1900’lülerin başlarında insanımızın durumunu göstermesi bakımından şu sahne önemlidir; “Karaman ovalarında hantal köylülerin toprağı karasabanla sürdüğü görülüyordu. Ulaşımda da, ilk çağdan kalma kağnıyı kullanıyorlardı.” (Imbert 1981: 34). Avrupa petrol ve elektriği makinelerde kullanıp “daha insan/rahat” bir biçimde yaşarken bizim halimiz içler acısıdır. İlber Ortaylı; “İzleme ve değişimin hiçbir şekilde geciktirme ve oyalanmaya tahammülü yoktur” (Ortaylı 2007:135) tespitinde bulunurken Korkmaz’ın “Matbaayı bile kuruluşundan 290 yıl sonra alan bir zihniyetin dünyaya intibak

edebilmesi, dünyadaki yerini koruyabilmesi bir yana, yaşayabilmesi dahi mucize idi” (Korkmaz, vd. 2011: 19) ifadeleri duruma tercüman olur. Bu durum Anadolu’nun dünyanın değişimlerini takip edemeyen, zamanın gerisinde kalan halkının hakkına da ulaşamayacağının göstergesidir. Dünya ulus devlete geçmiş, kanunun üstünlüğünü kabul etmişken Dikenlidüzü, Abdi Ağa’nın olmayan merhametine terk edilmiştir.

Benzer Belgeler