• Sonuç bulunamadı

Cinsiyet kimliği, bireylerin kendilerini erkeksi veya feminen olarak gördükleri boyut olarak tanımlanmıştır (Bem, 1974). Erkeklik, liderlik, atletizm ve bağımsızlık gösterme gibi özelliklere sahip olarak gösterilebilirken, kadınlık merhamet, duyarlılık ve neşe gibi etkileyici özelliklerle tanımlanabilir (Holt ve Ellis, 1998).Son zamanlarda araştırmacılar, cinsiyet kimliğinin çok boyutlu tanımlarından faydalanmaktadırlar. Örnek olarak, Egan ve Perry (2001) cinsiyet kimliğini, bireyin toplumsal cinsiyet grubuyla (toplumsal cinsiyet tipikliği duyguları ve bireyin toplumsal cinsiyete uygunluğu da dâhil olmak üzere) algılanan, bireyin cinsiyet rolüne uygun algılanan baskı ve algılarına yönelik tutumlar da dâhil olmak üzere birçok unsuru içerdiği şeklinde yorumlamıştır. Ergenlik döneminde ortaya çıkan biyolojik, bilişsel, duygusal ve sosyal değişimlerle ergenlik dönemini toplumsal cinsiyete dayalı davranışların canlandırılabileceği, sorgulanabileceği, değiştirilebileceği veya çözülebileceği bir ilk geçiş noktası olarak görmesi mantıklıdır. Hill ve Lynch (1983), ergenlik döneminin başlangıcında erkek ve kız çocuklarının cinsiyetle ilgili beklentilerin yoğunlaştığını öne sürmüştür. Bu cinsiyet yoğunluğu hipotezinde, ergenlik çağındaki erkek ve kız çocukları arasındaki davranışsal ve psikolojik farklılıkların yaşla birlikte arttığı ve geleneksel erkeksi ve kadınsı cinsiyet rollerine uyum sağlamak için artan sosyalleşme baskılarının bir sonucudur.

2.6.1. Medya

Bireyin cinsiyetine ilişkin norm ve beklentilerini belirleyebilmek için ergenlik döneminde ki sosyalleşme sürecinin anlamlandırılması gerekmektedir. Çalışmalar, ergenlerin cinsiyet konusunda sahip oldukları inançların, birçok alanda etkili olabileceğini ve akademik yeteneklerini (Kurtz-Costes, Rowley, Harris-Britt, ve Woods, 2008) psikolojik iyi oluşlarını etkileyebileceğini göstermektedir. Gençlerin üzerindeki cinsiyet rolünün önemi göz önünde bulundurulduğunda, araştırmaların gençlerin bu inanç sistemlerini nasıl geliştirdikleri üzerine odaklandığı gözlemlenmektedir. Ebeveynler ve öğretmenler gibi yaşamları boyunca öne çıkan yetişkinlerden aldıkları sosyalleşmeye ek olarak, ergenler ana akım medyaya

katılımları yoluyla toplumsal cinsiyet inançları geliştirebilirler. Ergenlerin, medyada yer alan baskın mesajlardan (Gerbner, Gross, Morgan, Signorielli, ve Shanahan, 2002) bazı toplumsal cinsiyet inançlarını geliştirdikleri ve seçici medya kullanımı yoluyla kendi kendilerine sosyalleştikleri düşünülmektedir (Arnett, 1995). Daha özele indirgenmesi gerekirse, ergenlerin gelişmekte olan kimlikleri ile bağlantıya sahip medyayı seçtikleri ve medya mesajlarını dünya görüşlerinin gelişimini bilgilendirmek için kullandıkları ileri sürülmektedir (Steele ve Brown, 1995).

Filmler, televizyonlar ve dergiler de dâhil olmak üzere kitle iletişim araçları, genç kızların cinselliği, şiddetin tasviri ve toplumsal cinsiyet klişelerinin sürdürülmesi ve vücut ağırlığı ve görünümüne dair gerçekçi olmayan beklentilerin oluşmasına sebep olduğu bilinmektedir. Kitle iletişim araçları arasında en yaygını olması nedeniyle televizyon, toplumsal cinsiyet stereotipilerini içeren mesajların bir tedarikçisi olarak özel ilgi görmektedir (Signorielli ve Morgan, 2001).

Televizyon programlarının içeriği üzerine yapılan araştırmalar, televizyonun, kadınların ve erkeklerin bedenlerinin gerçekçi olmayan ve kalıplaşmış görüntülerini sunduğunu ve kadın ve erkeklerin basmakalıp roller ve mesleklerde resmedildiğini göstermektedir. Dahası, bu görüntüler durum komedileri, çocuk programları, müzik videoları ve reklamlarda da mevcuttur. Bu konunun sahip olduğu olumsuz tanıtımlara rağmen, toplumsal cinsiyet klişeleşmesine ilişkin içerik son 30-50 yılda oldukça istikrarlı kalmıştır (Signorielli, 2001)

Televizyonda 28 durum komedisinin ilginç bir içerik analizinde (Fouts ve Burggraf, 1999) vücut ağırlıklarını, diyet davranışlarını ve şovların merkezindeki 52 kadın karakterin vücut veya ağırlıklarına yönelik sözel davranışları kodlamıştır. Genel olarak literatürle (Signorielli, 2001) paralel olarak, düşük kilolu kadınlar fazla temsil edilmemiştir (karakterlerin %33'ü) ve aşırı kilolu kadınlar (%7) ABD nüfusa göre yeterince temsil edilmemiştir.

Benzer bir çalışmada, (Fouts ve Burggraf, 2000) kadın karakterlerinin vücut ağırlıkları ile erkek karakterlerin negatif yorumları arasında pozitif bir ilişki buldu. Genel olarak, araştırma, televizyon izleme ile yaşamın tüm kesimlerinin cinsiyete dayalı görüş ve tutumları arasında bir ilişki olduğunu göstermiştir (Signorielli, 2001)

Başka bir çalışmada, nispeten yüksek miktarda televizyon izlemiyle birlikte dış kontrol odağı olan 10-17 yaşındaki kız çocukların en çok yeme bozukluğu belirtilerini bildirme riski olduğu bulunmuştur (Fouts ve Vaughan, 2002). Ergenlik çağındaki kız ve erkeklerde daha yüksek eğlence televizyon izleme düzeylerinin daha zayıf vücut imajlarıyla bağlantılı olduğunu belirlenmiştir (Anderson Vd., 2001).

2.6.2. Kültür

Kültür, insanların emekleme döneminde edinmeye başladıkları ve kendileri ve başkaları hakkında nasıl düşündüklerini kalıpladıkları referans çerçevesi olarak anlaşılabilir. Kişinin öğrendiği dilde, birinin samimi ilişkileri ve günlük aktiviteleri, dinin öğretildiği ve kişinin ne zaman, nerede ve nasıl farklı duyguları deneyimlediği gibi diğer varoluşsal temelleri içerdiği anlaşılır. Her kültür, “gerçek, güzel, iyi ve normal” olanın yanı sıra gelişimsel görevler ve ilkeleri içeren kendi yerli psikolojisini de içerir (Shweder Vd., 1998; Walsh, 2005).

Çocukluk ve yetişkinlik arasındaki geçiş aşaması olarak kabul edilen ergenlik, dünyanın birçok toplumunda artık belirginleşmiştir. (Schlegel ve Barry Iii, 1991), sanayileşmemiş toplumlarda genellikle ergenlik döneminin kısa olduğunu iddia etmişlerdir. Bununla birlikte, günümüzde toplumlar içinde yeni ergenler, daha uzun ve daha farklı bir geçiş dönemi yaşadığı ve bu durumun küreselleşmeyle ilişkili olduğunu bildirmişlerdir. Daha uzun okullaşma, daha erken ergenlik, daha sonra evlilik gibi faktörler ergenlik döneminin daha uzun sürmesinde etkili olmaktadır (Larson ve Wilson, 2004).

Dünyadaki ergenlerde devam eden değişimleri anlamak için, bu değişiklikleri yönlendiren yapısal süreçleri (ekonomik, toplumsal ve kültürel) anlamalıyız. Her biri toplumlarda meydana gelen yapısal değişimlere dair büyük teoriler sunan, küreselleşme ve modernleşme kavramlarının iyi anlaşılması gerekmektedir ( Davis ve Pearce, 2007).

Demografinin kader olduğu söylenir ve bu kesinlikle ergenlik deneyiminin şekillenmesinde de geçerlidir. Bir nüfus içindeki gençlerin oranı, özellikle eğitim ve

meslekler için en hayati olan kaynaklara erişimini etkiler. Birçok yoksul ülke, yüksek doğum oranlarına sahip olmaya devam ediyor ve bu sayede giderek artan sayıdaki gençliği yakalayabilecek kadar okul kurmayı zorlaştırıyor; Dünya çapında 1,9 milyar yeni işin, önümüzdeki 50 yıl içinde mevcut sıkıntılı istihdam seviyelerini sürdürebilmesi için yaratılması gerekecektir (Brown ve Gardner, 1999).

Bu demografik gerçekler, bu ülkelerdeki ergenler için yaşam olanaklarını önemli ölçüde daraltmaktadır. Buna karşılık, birçok gelişmiş ülkede doğum oranları, kadın başına 2,1’lik oranın çok altındadır ve bu nedenle bu nüfuslardaki gençlerin oranı küçüktür ve küçülmektedir. Sonuç olarak, Avrupa, Japonya ve Rusya'daki ergenler, eğitime ve daha zengin iş fırsatlarına daha fazla erişim yaşayacaktır; bununla birlikte, aynı zamanda büyük, büyüyen ve politik olarak güçlü bir yaşlı nüfusun desteklenmesinin yüküyle de karşı karşıyadırlar (Mortimer ve Larson, 2002).

En kişisel kültürde bile, ergenlerin seçimleri ebeveynler, öğretmenler, işverenler ve arkadaşlar tarafından belirlenir; okullar ve dini örgütler gibi yerel kurumlar kararlar alır, kaynakları tahsis eder ve gençlere sunulan yolları şekillendiren politikalar belirler.

Bu yerel kurumlar da küreselleşmeyle değişiyor, bu da onların gençleri nasıl etkilediklerini etkiliyor. Örneğin, pek çok ülkede annelerin ev dışında istihdamları artmakta, aile büyüklüğü küçülmektedir ve evlilik erteleme oranları artmakta, bu durumun hepsi anne-babaların ergenlerle nasıl ilişki kurduklarını ve onlara nasıl rehberlik ettiklerini etkilemektedir (Larson, Wilson, Brown, Furstenberg, ve Verma, 2002).