• Sonuç bulunamadı

2.4. Bütçe Açıkları İle Cari Açık Arasındaki Etkileşim

2.5.1. Enflasyon ve Enflasyonla Mücadelede Bütçe Politikası

Enflasyon her şeyden önce iktisadi bir olgudur. Ekonomide bazı dengelerin bozulması anlamına gelmektedir.

Enflasyon toplam talebin toplam arzdan daha fazla olması durumunda fiyatlar genel düzeyinde ortaya çıkan sürekli ve hissedilir artış anlamına gelmektedir. Bir başka ifadeyle, cari fiyat düzeyinde toplam talep ile toplam arz arasındaki ilişkide talebin daha fazla olması durumunda, dengenin fiyatlar genel düzeyindeki artışla sağlanmasıdır (Ulusoy, 2004:172).

Enflasyonun tanımından yola çıkarak iki sonuca varmak mümkündür. Bu sonuçlardan ilki fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen bir defalık artış enflasyon olarak değerlendirilemez. Diğer sonuç ise bir ya da bir kaç malın fiyatında meydana gelen artış durumunda enflasyonun varlığından bahsedilemez. Enflasyon, fiyatlar genel düzeyindeki artıştır.

Enflasyon tarih boyunca var olmasına rağmen özellikle 1970‟li yılların ilk yarısından itibaren özellikle 1973 yılında yaşanan Petrol Krizi‟nin ardından hemen hemen ülkelerin tümünün başlıca ekonomik sorunu haline gelmiştir.

Talep enflasyonu, bir ekonomide tüketim harcamalarındaki artış sonucu toplam talep düzeyinin toplam arzı aşması durumunda fiyatlar genel düzeyinin artması şeklinde tanımlanabilir (Eğilmez ve Kumcu, 2007, 266). Tanımdan da anlaşılacağı üzere talep meydana herhangi bir artış durumunda, mal ve hizmet arzında artış yaşanmaksızın fiyatlar genel düzeyi artmaktadır.

Hem Klasik hem de Keynesyen ekonomistler talep enflasyonun nedeninin toplam talebin toplam arzdan fazla olması konusunda aynı fikre sahiplerdi. Ancak Klasik ve Keynesyen iktisatçılar talep artışının nedeni hususunda farklı görüşleri farklıdır. Ekonominin her zaman tam istihdam denge düzeyinde bulunduğunu savunan Klasik iktisatçılara göre para arzında meydana gelen bir değişiklik faiz oranını ve yatırım harcamalarını etkilemekte ve fiyatlar genel düzeyinin yükselmesine neden olmaktadır (Ataç, 1997, 126). Keynesyen iktisatçılara göre ise toplam talebin toplam arzı aşmasının nedeni gelirin tüketime harcanan

kısmıdır. Keynesyen iktisatçılara göre kişilerin gelirlerinin, firmaların karlarının ve kredi kullanma imkanlarının artması toplam talep düzeyinin artmasına neden olmaktadır.

Maliyet enflasyonu, üretimde girdi olarak kullanılan mal ve hizmet fiyatlarındaki artış sonucu üretim maliyetlerinin artması dolayısıyla fiyatlar genel düzeyinin artması biçiminde tanımlanabilir.

Maliyet enflasyonuna neden olan bazı temel etkenler mevcuttur. Bu temel etkenler, güçlü sendikalaşma sonucunda işçi ve memur ücretlerindeki artışın verimlilik artışını aşması, tekelleşme eğilimleri neticesinde girişimcilerin karlarını artırma çabaları, döviz kurarında meydana gelen artışlar, vergilerin artırılması, sermayenin maliyetini ifade eden faiz oranlarındaki artışlar, özellikle ara ve yatırım malı ithalatına dayalı ekonomilerde döviz kurunda meydana gelen artış ve olumsuz hammadde şokları nedeniyle hammadde fiyatlarındaki artışlar şeklinde sıralanabilir.

Özellikle gelişmekte olan ülkelerde hammadde ve ara mallarına olan yüksek talebin aynı miktarda arz artışıyla karşılanamaması durumunda ortaya çıkan enflasyon yapısal enflasyondur.(Ulusoy, 2004: 183).

Enflasyonun olumsuz etkilerinden genel olarak bahsetmek gerekirse; enflasyon kısa vadede kaynak ve gelir dağılımını bozmakta, uzun vadede ise ekonomik büyüme ve kalkınmayı engellemektedir.

Enflasyon ve Tasarruf Düzeyi: Bir ekonomideki iç tasarruf hacmi, zorunlu ve gönüllü

tasarrufların toplamına eşittir. Enflasyon fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artışları ifade ettiğinden zorunlu bir tasarruf özelliği taşımaktadır. Bunun nedeni tüketiciler aynı gelirle daha az mal ve hizmet satın alabilmeleridir. Özellikle yüksek enflasyonun yaşandığı dönemlerde toplam tasarrufların içinde zorunlu tasarrufların paydaki artış, gönüllü tasarrufların payındaki azalışın gerisinde kalmaktadır (Türk, 1999, 87). Bu nedenle de toplam tasarruf hacminde azalma meydana gelmektedir. Sonuç olarak enflasyonist dönemlerde yaşanan tasarruf miktarındaki azalış yatırımların azalmasına neden olmaktadır. Sonuç itibarıyla yüksek düzeyde enflasyonun yaşandığı bir ekonomide yatırımların ve ekonomik büyüme seviyesinin düşük olmasının yanı sıra yüksek oranlı işsizlikle karşı karşıya kalınmaktadır.

Enflasyon ve Gelir Dağılımı: Enflasyonist dönemlerde gelir dağılımı gelirleri fiyat

artış hızının gerisinde kalan kişilerin belirli bir miktardaki para ile satın alabilecekleri mal ve hizmet miktarını ifade eden reel satın alma güçlerinin azalmasına yol açarak, bu kişilerin aleyhine bir durum yaratmaktadır. Bu dönemlerde sabit ücretlilerin gelirleri enflasyonun

etkilerini daha da derinleştirmemek için artırılmaz. Bu nedenle yüksek enflasyonun var olduğu dönemlerde özellikle sabit gelirli kişilerin kazancında azalma meydana gelmektedir. Bu nedenle ekonomide enflasyonist eğilimlerin yaşandığı dönemlerde milli gelirden yüksek gelir grubunun aldığı pay artarken, sabit gelirli kimselerin aldığı pay azalmaktadır. Diğer bir ifadeyle enflasyon zengini daha zengin yaparken fakirin daha fakir hale gelmesine neden olduğu yönünde genel bir kanı mevcuttur. Bu durum sosyal açıdan derin sorunların yaşanmasına ve sosyal dengenin bozulmasına neden olmaktadır.

Enflasyon ve İstihdam Hacmi: Enflasyon, maliyetlerin ve belirsizliklerin artması

sonucu doğrudan yatırımların azalmasıyla istihdam düzeyinin düşmesine neden olmaktadır. Buna ek olarak ara mallar ve yatırım mallarının ithalatında da güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Ayrıca enflasyonun var olduğu ekonomilerde ulusal paranın satın alma gücü düştüğünden üretilen mal ve hizmetlerin diğer ülkelere oranla rekabet gücü azalmakta ve bu durum ihracat miktarının gerilemesine neden olmaktadır (Ulusoy, 2004: 178).

Sonuç olarak üretim kapasitesinde meydana gelen azalış nedeniyle istidam düzeyinde bir azalış yaşanması kaçınılmazdır.

Enflasyon ve Kaynak Kullanımı: Enflasyonun yatırımları iki kanaldan etkilediği

söylenebilir. Bu kanallardan ilki, yüksek enflasyonun var olduğu dönemlerde faiz oranlarında da bir artıştan söz edilebilir. Enflasyonun faiz oranlarını yükseltmesi yatırımların azalmasına neden olmaktadır. Diğer kanal ise, enflasyonist beklentilerin artması ekonomideki belirsizliklerin artmasına ve girişimci kesimi doğrudan yatırım yapma isteğinden uzaklaştırarak reel yatırımların azalmasına, spekülatif amaçlı yatırımların daha cazip hale gelmesine yol açacaktır. Spekültif yatırımların artması kaynak kullanımında etkinsizliğe neden olmaktadır.

Yüksek oranlı enflasyonun yaşandığı dönemlerde piyasa ekonomi fiyat mekanizması yoluyla kaynakların sektörler arasında etkin kullanımını sağlayamamaktadır (Özbilen, 1999, 250).

Post Keynesyen Yaklaşım: Post Keynesyen yaklaşıma göre, enflasyonun nedeni kamu

harcamalarındaki ve gelirlerdeki artış dolayısıyla toplam talep düzeyinin fiyatlar genel seviyesini artırmasıdır.

Monaterist (Parasalcı) Yaklaşım: Parasalcı yaklaşıma göre, yanlış uygulanan

politikalar sonucu meydana gelen sürekli para arzı artışları fiyatlar genel seviyesi artırmasına, diğer bir ifadeyle enflasyona neden olmaktadır. Parasalcı yaklaşımın öncülerinden biri olan

Nobel İktisat ödüllü ekonomist Milton Friedman‟a göre “enflasyon, her zaman ve her yerde parasal bir olgudur”. Çünkü Parasalcı yaklaşımı savunan iktisatçılar, para arzında meydana gelen artışların doğrudan toplam talebe ve fiyatlara yansıyacağını savunmuşlardır (Ataç, 1997: 127). Enflasyonun parasal bir olgu olduğunu vurgulayan Monetaristlere göre, parasal olmayan nedenlerden dolayı fiyatlar genel seviyesi artsa bile sürekli para arzı artışıyla desteklenmeyen fiyat artışı enflasyon olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.

Enflasyonla mücadelede kullanılan bütçe politikaları şunlardır:

i- Kamu Harcama Politikası

Enflasyonla mücadelede, toplam talep ile toplam arz arasındaki dengenin kurulması amaçlanmaktadır. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için uzun ve kısa vadeli hedefler mevcuttur. Kısa vadede arz- talep dengesini sağlayacak şekilde toplam talebin toplam arz düzeyine indirilmesi, uzun vadede ise toplam arzın toplam düzeyine çıkabilmesi için üretken kapasitenin artırılması sağlanabilmektedir.

Enflasyonla mücadele edebilmek için, bütçe gelirleri ile bütçe giderleri arasındaki dengenin kurulması gerekmektedir. Enflasyonla mücadelede bütçe politikasının amacı, bütçe fazlası oluşturmaktır. Enflasyonla mücadelede bütçe politikasının üç şekilde uygulanması mümkündür. Bu politika uygulamalarından ilki, kısa vadede ekonomide istikrar sağlamak amacıyla kamu harcama politikası yardımıyla kamu gelirleri sabit tutularak kamu harcamalarında bir azalmaya gidilmesi sonucu bütçenin fazla vermesinin sağlanması şeklinde ifade edilebilir. Bütçe politikası araçlarından ikincisi, uzun vadede efektif talep düzeyinin düşürülmesi amacıyla düzenleyici bir vergi politikası kullanılarak kamu harcamalarında herhangi bir değişiklik yapmaksızın kamu gelirlerinin artırılmasıdır. Kamu gelirlerinin artırılması, yeni vergiler kabul edilerek ya da uygulamada olan vergilerin oranlarının artırılması suretiyle mümkündür. Sonuncu bütçe politikası aracı ise, hem kamu gelirlerinin hem de kamu giderlerinin azaltılması sonucu daha küçük bir bütçenin oluşturulması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Enflasyonla mücadelede başarılı bir bütçe politikasından bahsedebilmek için politika araçlarının tamamının ekonomik istikrarı sağlamak amacıyla birbiriyle uyumlu bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Örneğin; daraltıcı bir bütçe politikası uygulanarak toplam talep azaltılmaya çalışılırken, genişletici bir para politikasının benimsenmesi sonucu para arzının artırılması maliye politikasının etkisinin azalmasına neden olmaktadır (Ulusoy, 2004: 202).

ii- Vergi Politikası

Enflasyonla mücadelede vergi politikası bir taraftan toplam talebin azaltılmasını, diğer taraftan teşvik edici vergi uygulamaları ile toplam arzı toplam talep düzeyine yükseltmeyi amaçlamaktadır. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için yeni vergilerin uygulamaya konulması veya mevcut vergilerin oranlarında bir artış yapılması yoluna gidilmektedir.

Enflasyonla mücadelede vergi politikası uygulamasında dolaylı ve dolaysız vergiler farklı işlevlere sahiptir. Dolaylı vergiler gelirin kullanımı esnasında yani harcamalar üzerinden alındıkları için ekonomide likidite fazlasını kısa sürede ortadan kaldırmaları daha kolayken, dolaysız vergiler doğrudan gelir ve servet üzerinden alındıklarından likiditeyi gecikmeli olarak piyasadan kaldırabilirler. Enflasyonla kısa sürede mücadele edilmek isteniyorsa, vergilemede adalet prensibine ters düşse bile dolaylı vergilere ağırlık vermek gerekmektedir.