• Sonuç bulunamadı

HAYATI VE EDEBÎ GÖRÜŞLERİ

1.1.7. Emekliliği ve Ölümü

TİP’ten ayrıldıktan sonra “iki defa yalnız” kaldığın belirten Cansever, sakin ve sessiz geçen bir on yıldan sonra kendisi için bir “tabut”a dönüşen Kapalıçarşı’daki antikacı dükkânını satar. Bir çeşit “emeklilik” dönemine girer. Okuma ve yazma faaliyetlerini evinde sürdürmeye başlar. Cansever, “Bütün Mutlulukların Toplamı”

başlıklı yazısında emeklilik dönemi yaşantısını şöyle özetler: “Geceleri geç yatar, sabahları erken uyanırım. (...) Yatakta gazete okumak yıllardır süregelen bir alışkanlık olmuştur benim için. Sonra kalkar, boş mideye sigara içmemek için küçük bir kahvaltı (buna kahvaltı denebilirse) yaparım. Kendime kahve pişirir, her zamanki koltuğuma oturur (bu hiç mi hiç değişmez), ilk sigaramla birlikte kahvemi içerim. Bu arada mutlaka müzik dinlerim bir süre. Tıraş olup giyindikten sonra çalışma odama geçmeye hazırımdır.

(...) Şiir çalışmalarım öğleye bazan da geç vakitlere kadar sürebilir. Ama çoğu kez öğle saatlerinde bitirmiş olurum işimi. (...) Öğle yemeğinden sonra biraz uzanırım. Ama kesinlikle uyuyamam. Kalktıktan sonra okurum. (bazen da yatakta). Kitap seçiminde çok titizimdir. Hiçbir zaman okumuş olmak için okumam.

(...) Artık gün bitmiş, güzelim bir akşam üstü başlamıştır. (...) Dışarı çıkar Etiler yokuşunu yürüyerek iner, bir yerde bir iki kadeh içki içerim. (niye saklamalı, içkiyi de, meyhaneyi de çok severim). Daha sonra evde sürdürürüm içmeyi. Bu arada müzik dinlerim, iyi bir program varsa televizyon seyrederim biraz. Bazan da bir dostuma giderim, ya da bir dostum bana uğrar, söyleşiriz. (...) Kendimi düzenli ve sürekli çalışmaya verdiğim zamanlar yukarıda anlattığım geometrik yaşam biçimim aşağı yukarı doğrudur (...)”65.

Kapalıçarşı’dan ayrılışından ölümüne kadar geçen on yıl içinde İstanbul içinde gezintilere çıkar. Bu arada oğlu Ömer’le birlikte bir yurt gezisinde bulunur66. Özellikle yurt içinde yaptığı gezinin izlerini, Şairin Seyir Defteri adlı şiir kitabında kısmen de olsa bulmak mümkündür. Cansever, söz konusu yılların kış mevsimlerinde İstanbul’dadır, evindedir; yazları ise eşiyle birlikte Akdeniz gezilerine çıkar. Hayranlık duyulan Akdeniz, onun için bir yeniden canlanma, yeniden büyülenme mekânıdır. Şair, doğanın kendisindeki olumlu tesirlerini bildiği için Bodrum’da bir yazlık satın alır. 28 Mayıs 1986’da İstanbul’da vefat eder67.

1.1.8. Kişiliği

Ticaretle uğraşan ancak ticaretle daima diyalektik bir ilişki içinde olan Edip Cansever, nasıl bir kişiliğe sahiptir? Onun kişiliğini kuran unsur nedir? Bu kişiliğin belli başlı hususiyetleri nelerdir? Bu sorulara yanıt vermeden önce kişiliğin ne’liğini tasvir eden, insanları kişiliklerine göre tipolojik sınıflandırmalara tabi tutan pek çok kuramın

65 Edip Cansever, “Bütün Mutlulukların Toplamı”, Hürriyet Gösteri, Ağustos 1982, S.22, s.70–71.

66 Doğan Hızlan (Söyleşen), “Edip Cansever’le Konuşma”, Cumhuriyet Gazetesi, 8 Ekim 1977, S.19108, s.7.

67 X, “Şair Edip Cansever’i Yitirdik”, Milliyet, 29 Mayıs 1986, S.13850, s.10; Refik Durbaş, “Kendini Taşıdı Nice Şiirlere ve Ölüme”, Cumhuriyet, 1 Haziran 1986, Gül Dönüyor Avucumda, s.233–235; Mehmet H.

Doğan, “Şiirin Kıyılarında Bir Ay”, Broy, Temmuz 1986, S.9, s.10; Füsun Akatlı, “Ahmet Abi, Güzelim Bir Mendil Niye Kanar?”, Hürriyet Gösteri, Temmuz 1986, S.68, s.14–15.

olduğunu belirtmek gerekir68. Ayrıca söz konusu kuramların çoğu, komformist psikolojinin ürünüdür; “sağlıksız” bir sağlıklılığı, bencil bireyci bir uyumluluğu çoğaltır.

Bunun yanında söz konusu kuramlar, insanın bütünlüğünü göz ardı eden, onu sadece izmlere indirgeyen birer hususiyet taşır. Bunun için burada insanın bütünlüğünü zedeleyen psikolojik ve sosyo-psikolojik bir kişilik anlayışını tatbik etmek yerine, insanı bütün olarak kavrayan ontolojik antropolojinin bilimsel sonuçlarından kalkmak;

Cansever’in kişiliğini, kişiliğini somutlayan eylemlerini bu felsefenin ortaya koyduğu varlık şartları, öğe ve ilkeleriyle eşleştirerek ana hatlarıyla belirlemek istiyoruz. Konuyu daha bir aydınlatacağı için burada öncelikle, insanın varlık şartları, öğe ve ilkeleriyle somut bütünlüğü içinde tarif eden ontolojik antropolojiden kısaca bahsetmek gerekiyor.

Ontolojik antropoloji; fiziksel, biyolojik, psişik ve tinsel bir varlık olan insanın fiziksel ve biopsişik yanlarını da içine alan tinsel bir bütün olduğunu söyler. Buna göre insan, somut bir bütündür; fenomenleşen eylemleriyle, varlığının ayrılmaz öğeleriyle, kendisine varolma imkânı veren şartlarıyla ve karşılıklı ilişki içinde olduğu varlık ilke/kategorileri ile ilişkisi bağlamında tanımlanmalıdır. Ülkemizde insanı ontiko-ontolojik bütünlüğünü zedelemeden, onu izmlerin esaretinden kurtararak tanımlamaya çalışan bu felsefenin en önemli temsilcisi, özellikle İnsan Felsefesi ve Felsefeye Giriş adlı kitaplarıyla tanınan Takiyettin Mengüşoğlu’dur69. İnsan Felsefesi yazarına göre insanın varolabilmesi için birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili olan, daima birbirini kapsayan on yedi varlık şartı; insanın varlığıyla birlikte getirdiği dört esas öğesi ve insanı hem belirleyen hem de insan tarafından şekillendirilen on esas varlık ilkesi vardır. Varlık şartları; bilmek, eylemek, değerlerin sesini duymak, tavır takınmak, önceden görmek ve belirlemek, seçmek, sevmek, inanmak, istemek, çalışmak, kendini vermek, eğitmek ve eğitilmek, dili kullanmak, sanat ortaya koymak, biyopsişiklik, disharmoniklik, devlet kurmak vs. olmak üzere on yedi tanedir. Varlık öğeleri; ölüm, yaşam, biyopsişe ve disharmoni olarak sıralanabilir70. Varlık ilkeleri ise zaman, mekân, kalıtımsallık, görenek, eğitim, değerler, oluş, zihniyet, bir millete ait olma, devlet olmak üzere on tanedir71. İnsanı insan kılan;

varlık şartları, öğe ve ilkeleriyle kuracağı diyalogdur. İnsan ancak varlık şartları, öğe ve ilkeleriyle kurduğu ve eylemleriyle somutladığı ilişki ile bütün olarak kavranabilir.

Cansever’in kişiliğini ontolojik antropolojinin işaret ettiği varlık şart, öğe ve ilkelerine göre tasvir edecek olursak onun her şeyden önce bilmeye, bilime önem veren bir kişiliği olduğunu söyleyebiliriz. O, bir şair olarak insanın hem kendisini, hem de toplumu tanımasını, farklı bilim dallarından gelen bilgileri özümsemesini, kendisini yenilemesi ve bütünselliğini oluşturması için şart olduğuna inanır. Özellikle içinde bulunduğu çağı, ‘bilinç çağı’ olarak adlandırır. Şairin bilinç çağında gereksiz bir

‘duygululuğa’ kapılmaması gerektiğini söyler. Kendisinin bunun için lirik şiir yazmadığını söyler. Burada dikkat edilmesi gereken husus, onun hiç lirik şiir yazmadığı değil, esas olarak lirik bir şiir yazmadığıdır. Cansever’in bilmeye yaptığı vurgu, diyalektiktir. Birey özneliğini farkına varmış oluşundan destek alır. Birey özne olmak demek, bileşim kurmak; hem biricik varlık, hem de genelin bir parçası olduğunu bilmek demektir. Genç şairlere bu bileşimsel tavrı tasfiye eden Cansever, bunun yanında bilime önem veren bir kişiliktir. Erdal Öz’le yaptığı bir konuşmada bilime çok önem verdiğini, şartlar el verse zamanının büyük bir çoğunluğunu laboratuarda geçireceğini söyler:

“İnsan aklının son serüvenleridir şiir. (...) Biz bilimin en gelişmiş çağındayız şimdi. Yeni fiziğin kuralları eskiyi silip süpürüyor. (...) Ama Ben makine dünyası karşısında

68 Tipolojik tasnifler için bakınız: Ernst Kretschmer, Beden Yapısı ve Karakter, çev. Mümtaz Turhan, Doğan Kardeş Yay., İst. 1949; Carl Gustav Jung, Analitik Psikoloji, çev. Ender Gürol, Payel Yay., İst. 1997.

Özellikle bireyi nevrozun kaynağı olan ‘bozuk’ ve ‘hasta’ bir toplumsal-ekonomik düzene uyuma zorlayan konformist psikolojinin eleştirisi için bakınız: Russell Jacoby, Belleğini Yitiren Toplum.

69 Takiyettin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi, Remzi Ktbv, İst. 1988; Felsefeye Giriş, Remzi Ktbv, İst., 2000.

70 Takiyettin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi, s.65.

71 Takiyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, s.191.

iyimserim. Makinenin insan zekâsını sınırlayacağını, onu güdümlü bir robot haline getireceğine inanmıyorum. Üstelik tüplere, kıl borulara, çeliklere, vidalara tutkunum.

Benim mutluluğumu sağlayacak o cansızları insan insan seviyorum. Elimden gelse boş zamanlarımı laboratuarda geçireceğim”72.

Burada şu hususa dikkat edilmeli: Cansever’in bilime, tekniğe verdiği önem, bilim ve teknik karşısında diyalektik bir tavra sahip olan Marksist düşünceyle örtüşür. O, insan için bilimin çok şey başaracağına inanır, bilim ve tekniğin insanı özgürleştireceğini düşünür. Diğer yandan bilimin, tekniğin sömürü aracına dönüşmesini istemez.

Cansever kişiliğinin diğer bir özelliği ise hem eylemde bulunan, yapıp eden, hem de değerlerin sesini duyan bir kişilik olmasıdır. Bilindiği gibi insan, bir eylem varlığıdır.

Mekanik yapıp etmelerinin dışındaki bütün eylemleri, araç veya yüksek değerler tarafından yönetilir. Marksist düşüncenin de esasında bir eylem felsefesi olduğu ve o eylemin Marksist hümanizmanın değerleriyle belirlendiği bilinen bir gerçektir. Cansever de Marksist, sosyalist bir aydın olduğuna göre onun eylemlerini diyalektik düşünce ve hümanizmin değerleri şekillendirir. Aynı zamanda Cansever’in hemen bütün eylemleri, bunu somutlar. O hâlde Cansever, benimsediği dünya görüşüne uygun olarak hem eyleyen, hem de değerlerin sesini duyan bir kişidir. Onun için en temel eylem şekli, şiirdir. O şiiriyle hem dünya görüşünden gücünü alan kişiliğini dışlaştırır, hem de dolaylı olarak dünya görüşünü somutlar. Bunun için Cansever, düşünce-yaşam-şiir arasında halis birlikteliğin olmasına ısrarla vurgu yapar. Örneklendirecek olursak şairin zamanının çoğunu dükkânının asmakatında geçirmesi, ayrıca Türkiye İşçi Partisi’ne üye olması, her şiirinde verili olana karşı Antigonist bir tavırla çıkması birer yapıp etmedir; söz konusu dünya görüşünün değerleri tarafından belirlenir. Sayısını çoğaltabileceğimiz bu tür yapıp etmeleri, onun para vs. araç değerlerin belirlemesinde olmadığını gösterir. Bunun yanında insanın sömürülmeden, kardeşçe, eşit bir şekilde yaşaması gerektiğine inanması, bu değerlerin sesini duyan bir kişi olduğunun diğer bir göstergesidir. Hülasa o öncelediği insanî yüksek değerleri, eylemlerinde somutlayan bir kişiliğe sahiptir. Değer bilinci olması, onun bilen kişiliğiyle ve aşağıda sayacağımız kişilik hususiyetleriyle bir örgü oluştur; onlarla derin ilişki içindedir.

Bunun yanında Cansever, insanın özgür bir varlık olduğuna inanan bir kişiliğe sahiptir. Özgürlük, insanın hem kendisini belirlemesini, hem de belirlenmesini içerir;

alternatifler arasından birisini seçmeyi, öncelemeyi, seçimle birlikte gelen sorumluluğu üstlenmeyi kapsar. Cansever, bu bağlamda hem şair olarak kendisini seçmiş bir insandır, hem de özgürce seçmeye, bağlanmaya önem veren bir kişiliğe sahiptir. Bilme, seçme ve eylemeye bu kadar önem veren Cansever, aynı zamanda seçtiğine anlam veren, onu ideleştiren bir kişiliktir. Anlam vermek, bir şeyi yaşam içinde öne almak, onun sorumluluğunu üstlenmektir. Cansever, seçtiği dünya görüşünü ideleştiren bir kişidir kısaca. İdeleştiren bir kişilik olması, onun, ayrıca farklı hayat durumlarına takılıp kalmadan kendisini sürekli yenilemesine olanak sağlamıştır.

Söz konusu kişiliğin bir diğer özelliği ise tavır alması, aldığı tavrı üstlenmesidir.

Cansever, yukarıda da söylediğimiz gibi bir dünya görüşü ekseninde baskı ve meta düzenine, onun estetik planda temsilcisi, onaylayıcısı kabul edilen mimetik sanata karşı tavır almış; nice acıya, bunalıma, anlaşılmamaya ve sıkıntıya rağmen aldığı tavra sadık kalmıştır. Bu onun tavır alan bir kişiliği olduğunu gösterir. Tavır almak, aynı zamanda hem inanmayı, hem sevmeyi içerir. O, özellikle diyalektik materyalist mantığa ve felsefeye, başta insan anlayışı olmak üzere, varolanı değiştirme ve dönüştürme gücü vs.

pek çok noktada inanan bir kişidir. Bunun yanında o, insanın burada iken varolması gerektiğe, burada iken sorumlu olduğuna inanır. Bunun için burada iken öte tarafa yatırım yapmaz; somut insanın ne yaparsa burada yapacağını düşünür.

72 Erdal Öz (Söyleşen), “Edip Cansever’le Konuştum”, A Dergisi, 1 Kasım 1956, s.16, s.3–4.

Cansever, aynı zamanda seven, sevgi dolu bir kişiliğe sahiptir. Söz konusu sevgi, aşkı da kuşatan bileşimsel bir hüviyet arz eder. Ona göre sevginin özel şekli olan aşk ise fiziksel yakınlığı, biopsişik gereksinmeyi de karşılayan, tinsel şefkat ve itinayı da bütünselliği içinde barındıran bir mahiyete sahiptir. Yerçekimli Karanfil şiirini buna örnek göstermek mümkündür. Onun sevgiye yaptığı vurgu, şairin varlık mücadelesi verirken karısındakinin de insan olduğunu unutmaması gerektiğini ifade eden şu sözlerinde de açıkça somutlaşır: “(...) Şairin davranışı da Yunanlıların davranışından farklı değil. O da düşüncelerinin, varmak istediği güzelliğin savaşını yapıyor. Bu arada insanlığından en ufak bir şey yitirmiyor; acılarını, mutsuzluklarını, korkularını, kısacası insansı zayıflıklarını saklamadan yürüyor yolunda. Karşısındaki düşman bellemeyerekten savaşmanın erdemini bir düşünün! Öyle sanıyorum ki, bizi savaşsızlığa, gerçek güzelliğe götürecek tek yol da budur”73

Bu kişiliğin bir diğer özelliği, kendisini eylemlerine vermesidir. Cansever, şairin nasıl olması gerektiğinden bahsederken şairi, sahici ve kendisini düşün-yaşam-şiir birlikteliğine halis veren insan olarak tanımlar. Kendisinin böyle yaptığını belirtir. Bunun için onun kişiliğinin bir özelliği, kendisini halis verebilmesidir. Şiirindeki ölüme yaslanmış ve ilk bakışta umutsuz gibi görünen durum, umuduna halis bağlı olduğunun bir işaretidir. Şiiriyle bugün yaşamakta oluşu, zamanı aşıp nesillere ulaşması, açıkça kendisini seçtiği ve üstlendiği işe vermiş olduğunun göstergesidir.

Cansever kişiliğinin bir diğer açılımı ise tarihselliğinin bilincinde olmasıdır. Bir insan olarak o insanın devraldığını ve devrettiğini bilir. Zaten benimsediği dünya görüşü olan tarihsel materyalizm, bu varlık şartının bizzat kendisini ifade ettiği için Cansever, tarihsel bir kişiliğe sahiptir. Şair anlayışında göreceğimiz gibi o, insanın bileşimsel bir devamlılık olduğunu, hiçbir neslin, hiçbir sözün son olmadığı düşünen bir kişiliği dışlaştırır.

Cansever, insanın ancak dili kullanarak, duyduğunu, düşündüğünü dille somutlayarak insan olduğunu bilen, buna göre de dili kullanmaya, dili hem de billur bir şekilde kullanmaya önem veren bir kişiliktir. O, bunun için derinliği dilde arayan, dilde yetkinleşmek, dilde somutlaşmak ve öylece zamana kalmak isteyen bir kişiliktir. Aldığı şiir ödülleri, bunu gösterdiği gibi özellikle TDK şiir ödülünü alması, bu inancının bir sunucudur.

Cansever, ayrıca insanın sanatın yaratıcısı olduğunu bilir, sanatın da insan için neleri başardığının farkındadır. Bu durumda o hem kendisini yaratır, yeniler, kişiliğini somutlar; hem de insana, sorumlu bir sanat anlayışıyla ufuk olmak ister. Çok açıktır ki Cansever hem sanatı, hem kendisini yapan bir kişiliktir. Cansever, sanat yapan bir kişidir, sanatçıdır.

Cansever kişiliğinin bir diğer özelliği ise insanın disharmonik yani uyumsuz şeylerin çekirdeklerini içinde taşıdığını bilmesidir. Bu, zaten diyalektik aklın çelişki ve bileşim kanunudur. Cansever, uyumsuz şeylerin birbiriyle içkin ve aşkın bir ilişki içinde olduğunu bilen ve bunu sanatında somutlayan bir kişiliktir. Yani tohumun hem kendi olumlamasını, hem kendi olumsuzlamasını içinde taşıdığını bilen bir insandır.

Yine o, insanın devlet kuran bir varlık, devlet ile bireyin karşılıklı ilişkisi olduğunun farkında bir insandır. Bunun için o yöneticilerin “bilimsel” tavırdan sapmadan, zorbalaşmadan, insanın devletle bütünsellik ilişkisi olduğunu bilerek devleti yönetmesi gerektiğini söyler. Aksi durumda bireyin dramatik ve trajedik bir durumda kalacağını düşünür.

Cansever’in kişiliğini açıklayan hususlardan birisi de ölüm karşısında almış olduğu bileşimsel tavırdır. Bir vakıa olan ölüm, onun için yaşamın içinde ve onunla

73 Edip Cansever, “Yalnızlık, Yenilik ve Katılaşanlar Üzerine”, Yeditepe, 16–31 Mayıs 1960, S.25, s.11.

diyalektik ilişki içindedir. Bir konuşmasında ölümün yaşamı beslediğini, anlamlı kıldığını söyler74. Varoluşçu düşünür Irvın Yalom, Varoluşçu Psikoterapi başlıklı kitabında ölüme karşı geliştirilen bilincin, yaşamı daha anlamlı kıldığını söylerken şairin sözünü ettiğimiz farkındalığını, bir psikiyatr olarak teyit eder75. Cansever, insanın ölmek ve doğaya katılarak devam etmek zorunda olduğunu bilen bir kişi olarak insanın ölse bile şiiriyle yaşayacağını düşünür. Şiiriyle diyalektik sürece katılmak ister. En temel eylem şekli olan şiirle kendisini yaşama taşır, ölüme hem karşı çıkar, hem de ona hazırlanır. İnsanın doğa ile diyalektik bir ilişki içinde olduğuna inanır, bir doğa vatandaşı olmak ister.

Cansever, kişiliğinin bir diğer hususiyeti ise insanın hem kendini belirlediğini, hem de ilkelerce belirlendiğinin farkında olmasıdır. O, özellikle diyalektik materyalist bir aydın ve kişilik olduğu için alt yapı ile üst yapı arasında karşılıklı belirlemelerin olduğunun, özellikle alt yapının üst yapı kurumlarını şekillendirdiğinin farkındadır.

Bunun için o alt yapısını kapitalizm ve ‘sahip olmak’ ilkesinin oluşturduğu bir düzende, bir üst yapı unsuru olan insanın nasıl ekonomik bir tine dönüştüğünü; sahip olmak ve mülkiyet ilişkisinin insan yaşamında ne çok olumsuzluğu doğurduğunu bilir. Aynı zamanda üst yapıda ekonomikleşen veya şeyleşen insanın kendisine uygun olanı nasıl koruduğunun farkındadır. Bunun için onun bütün şiiri, diyalektik düşünceye uygun olarak olumsuzu olumsuzlayan, dolayısıyla da olumluyu olumlayan bir hususiyete sahiptir.

Kişiliğinin sanata aksi budur. Mesela gerek kısa ve gerekse dramatik uzun şiirlerinde, kapitalizmin belirlemesindeki modern yaşamın ve sahip olmak kültürünün somut insandaki olumsuz sonuçlarını teşhir ederken, verili düzen içinde insanın trajik bir dramı yaşamakta olduğunu somutlarken dolaylı olarak kişiliğini de ifade etmiş olur.

Cansever, bunun yanında insanın zaman ve mekân tarafından da belirlediğini bilen bir kişidir. Poetikasında da göreceğimiz gibi içinde yaşanan zaman (devir, çağ, asır) ve mekânın insanı hangi dramatik ve trajik konuma getirdiğini, buna karşı insanın nasıl tavır alınması gerektiğini izah ederken zaman ve mekân belirleyicilerine karşı bir farkındalığının olduğunu göstermiş olur. Ayrıca Cansever, insanın bir değer varlığı olduğunu, bütünüyle değerlerce yönetildiğinin farkındadır. Bunun için şair ve şiir tanımlamasında ısrarla şairin kişiliği ile dünya görüşünün değerleri ilişkisine temas eder.

Dünya görüşünün özerk yansıması olduğunu düşündüğü kişiliğe, sık sık vurgu yapar. O, bunun yanında insanın ayrıca oluş ilkesince belirlendiğinin farkındadır. Oluş ilkesi, aynı zamanda şairin benimsediği mantığın da nitel değişim ilkesi olduğu için Cansever, oluşun ne’liğini bilen bir kişilik sahibidir. Bu çerçevede sözü çok uzatmadan hülasa edecek olursak Cansever, hem insanın varlık şartlarına, hem öğe ve ilkelerine dair farkındalığı olan bir kişiliğe sahiptir, diyebiliriz. Bu kişiliğin en toplayıcı ifadesi ise bilinçlilik, sahihlik ve halisliktir.

1.2. EDEBÎ KİŞİLİĞİ