• Sonuç bulunamadı

GEREÇ VE YÖNTEMLER

ELEKTROKARDİYOGRAFİ’DE QT DEĞERLENDİRMESİ

QT Dispersiyonu

Çalışmamızda olguların ölçülen QT dispersiyon değerleri Tablo 11’de gösterilmiştir. Olguların operasyon öncesi, postoperatif 30.dk ve 60.dk’larda QTd değerleri karşılaştırıldıklarında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,731, p=0,568, p=0,560) (p>0,05) (Tablo 11)(Şekil 7).

Grup I’in, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTd değerleri operasyon öncesi değerlerle karşılaştırıldıklarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,061 p=0,052)(Tablo 11).

Grup II’ nin postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk değeri operasyon öncesi değere göre anlamsız bulunurken, postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (p=0,180 ,p=0,046)(Tablo.11)

38

Tablo 11. Grupların QTd değerlerinin karşılaştırılması

QTd Grup I p n=50 Grup II n=50 Operasyon öncesi 43,2±10,96 44,4±13,58 0,731 Postoperatif 30.dk 40,8±5,66 40,4±6,38 0,568 Postoperatif 60.dk 40,00±0,00 41,2±8,49* 0,560

*p<0,05 Postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldığında (p=0,046) QTcd değerleri

Çalışmamızda olguların ölçülen QTcd değerleri Tablo 8’de gösterilmiştir.

Olguların operasyon öncesi, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,388, p=0,735, p=0,804) (p>0,05) (Tablo 12)(Şekil 7).

Grup I, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk değeri operasyon öncesi değere göre anlamsız bulunurken, postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (p=0,415, p=0,011) (Tablo 12).

GrupII’de postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (p=0,036, p=0,003) (Tablo 12).

Tablo 12. Grupların QTcd değelerinin karşılaştırılması.

QTcd p Grup I n=50 Grup II n=50 Operasyon öncesi 57,15±19,26 53,02±16,18 0,388 Postoperatif 30.dk 49,44±12,39 49,93±14,81* 0,735 Postoperatif 60.dk 46,5±7,92** 47,84±12,92*** 0,804

* p<0,05 Postoperatif 30.dk değeri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldığında (p=0,036) ** p<0,05 Postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldığında (p=0,011) ***p<0,05 Postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldığında (p=0,003)

39

40

TARTIŞMA

Hipotansif anestezi, kontrollü hipotansiyon tekniği kullanılarak oluşturulan bir yöntemdir. Hipotansif anestezinin amacı; kanama miktarını azaltarak daha iyi bir cerrahi görüş sağlamak, operasyon süresini kısaltmak, kanama kontrolü için yapılan işlemler azaldığından dokulara olan travmayı azaltmak ve kan transfüzyonunu en aza indirerek buna bağlı olası transfüzyon reaksiyonlarını önlemektir. Hipotansif anestezinin, tüm bu bilinen genel avantajlarının yanı sıra kardiyovasküler sistem üzerine etkileri de bulunmaktadır. Kontrollü hipotansiyon sırasında en büyük sorun miyokarda yeterli oksijen sunumunu sağlamaktır. Hipotansiyon sırasında miyokardiyal iskemi gelişip gelişmemesi miyokardın metabolik ihtiyacındaki eşzamanlı değişikliklere de bağlıdır. Normal koroner dolaşım, basınç- akım ilişkisine dayalı bir otoregülasyona sahiptir (2,3). Ancak sistemik hipotansiyon, otoregülasyona bağlı vazodilatasyonu yavaş yavaş azaltarak, miyokardın oksijen ihtiyacını arttıran strese yanıtı bozar (3,4). Biz bu çalışmamızda, kontrollü hipotansiyonun bilinen genel avantajlarının yanı sıra kardiyovasküler sistem üzerine etkilerini QTc intervali ve QT dispersiyonunu değerlendirerek araştırmayı amaçladık.

Anestezi pratiğinde kullanılan pek çok ilacın QT intervaline etki edebileceği gösterilmiş ve anestezi uygulaması sırasında hayatı tehdit eden aritmiler ve ölüm vakalarının uzamış QT intervali ile birlikte olabileceği konusu gündeme gelmiştir (105). Bunun sonucunda pek çok anestezik ilacın kullanımı sırasında QT intervalindeki değişiklikler araştırılmaya başlanmıştır. Sempatik aktivasyon QT interval süresini belirleyen önemli etkenlerden biridir. Anestezi uygulaması sırasında indüksiyon dönemi, laringoskopi uygulaması, trakeal entübasyon ve yetersiz anestezinin sempatoadrenal aktivite artışına ve

41

bunun sonucunda kardiyak problemi olmayan hastalarda bile QT intervalinde uzamaya neden olduğu bildirilmektedir (106).

Artmış sempatik ve/veya azalmış vagal tonus artmış otomatisite ile aritmogenezisi arttırabilir (47). Anormal QT aralığı, potansiyel olarak ölümcül ventriküler taşiaritmilere ve spesifik olarak TdP’e sebep olabilir. QT aralığının uzaması; kalıtımsal olabildiği gibi ilaçlardan veya elektrolit bozukluğu gibi birçok faktörden edinilmiş olabilir (91,107). QTd ise farklı uyaranların elektrofizyolojik etkileri hakkında bize yeni bilgiler sağlayabilir (108).

Elektrolit anormallikleri özellikle hipokalemi, hipokalsemi, hipomagnezemi sıklıkla QT uzaması ile birlikte gözlenmektedir (109). Bu çalışmada seçilen hastalarda elektrolit bozukluğu, QT intervali uzamasına neden olan ilaç kullanımı ve UQTS bulgusunun olmamasına dikkat edildi. Hipotansif anestezi grubunda remifentanil ve esmolol kullanılan hastalar grup içi karşılaştırıldığında homojenize olduğu bulundu.

Yaş ve cinsiyetin QT ve QTc intervalini etkilediği saptanmış ve kadınlarda özellikle QTc intervalinin daha uzun olduğu gösterilmiştir (110). Biz de çalışmamızda yaş ve cinsiyetlerin ortak dağılımına dikkat ederek bu faktörleri standardize ettik.

QT intervalinin ölçülmesi güç bir hesaplamadır. Manuel ve otomatik ölçüm yöntemlerinin hiçbiri tam olarak doğru sonuç veren yöntemler değillerdir. Charbit ve ark. (42) QT ölçümü ile ilgili yaptıkları bir çalışmada manuel ölçüm yöntemini daha güvenilir bulmuşlardır ve manuel ölçüm yöntemi ile karşılaştırıldığında otomatik ölçüm sırasında %50 hastada yanlış sonuç bulunduğunu bildirmişlerdir. Çalışmamızda manuel ölçüm uygulandı ve her ölçüm aynı kişi tarafından gerçekleştirildi.

Çalışmaların çoğunda 12 derivasyonlu EKG ölçümü yapılmasına rağmen daha az sayıda derivasyon ile yapılan araştırmalar da mevcuttur (47,111-113). Fakat QT intervali ölçümü ventriküler depolarizasyonu da içermesi nedeni ile ventriküler repolarizasyon için bir ölçüm metodu olarak sınırlı değere sahiptir. Ölçüm sırasında U dalgasından T dalgasının son kısmının ayırt edilmesi zor olabilir. Bu nedenle değerlendirilen EKG derivasyonu sayısı arttıkça QT değerlendirilmesinin güvenilirliği artacaktır (62,73). Biz de çalışmamızın güvenilirliğini arttırmak için 12 derivasyonlu EKG ölçümü yaptık.

Anestezi uygulaması sırasında sempatik deşarjın fazla olduğu dönemlerde hemodinamik parametrelerin daha çok etkilendiği bildirilmiştir (6). Bizim çalışmamızda intraoperatif ve postoperatif dönemlerde hemodinamik parametreleri incelediğimizde; hipotansif anestezi uygulanan olgularda kalp atım hızı, sistolik arter basıncı, diastolik arter basıncı ve ortalama arter basıncı değerleri, normotansif anestezi uygulanan olgulara göre

42

klinik olarak anlamsız olmasına rağmen, anlamlı derecede düşük bulundu. Hipotansif anestezi uyguladığımız grupta intraoperatif dönemde hemodinamik parametrelerdeki bu azalmanın sempatik deşarjın azalmış olmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz.

Daha önce yapılan çalışmalarda, QT’de uzamaya neden olabilecek kalp hastalığı, ilaç kullanımı, elektrolit bozukluğu gibi herhangi bir tetikleyici olmaksızın genel anestezi alan ASA I ve II hastalarda oldukça yüksek aritmi insidansı gözlenmiştir (114,115). Bu çalışmalar, kullanılan anestezik ilaçlara bağlı aritmi gelişebileceği konusu üzerinde yoğunlaşmaya neden olmuştur. Ayrıca aritmi insidansı farklı ilaçlarda farklı şekildebulunmuş ve bu durum yapısal kalp hastalığı ve/veya geçici elektrolit dengesizliği ile açıklanmıştır (116,117). Fakat hiçbir problemi olmayan hastalarda perioperatif aritmi gelişiminin nedeni tam açıklanamadığı için özellikle genel anestezikler suçlanmıştır. Bu sebeple anestezinin QT, QTc mesafesi üzerine etkisi araştırılmaya başlanmıştır (118). Biz de çalışmamızı ASA I ve II hastalarda postoperatif anestezinin QTd ve QT intervali üzerine etkisini araştırdık.

İnhalasyon anestezikleri anestezi pratiğinde en çok kullanılan ajanlardandır. Birçok çalışmada özellikle halotan, sevofluran ve izofluranın QT ve QTc üzerine etkileri araştırılmıştır. İnhalasyon anestezisinin QT ve QTc’yi uzattığını gösteren çalışmalar bulunmaktadır (112). QT intervaline etkisi yönünden en çok araştırılan ajan sevofluran olmasına rağmen sonuçlar oldukça çelişkilidir. QT ve QTc’yi uzattığı yönünde görüşler olmakla birlikte değiştirmediği yönünde de çalışmalar da vardır. Aynı çelişki diğer inhalasyon anesteziklerinde de devam etmektedir (36,70,95,99,105,113,119). Kuenzberg ve ark. (107) yaptıkları çalışmada, anestezi indüksiyonunda sevofluran konsantrasyonunu %6 ya kadar çıkarmışlar ve sevofluran ile anestezi indüksiyonu ve idamesinde QTc aralığının ilerleyici bir şekilde uzadığını göstermişlerdir. Karagöz ve ark. (91) %0,8 halotan, %1 izofluran ve %2 sevofluranın QTc intervali üzerinde uzama yapıcı etkisi olmadığını göstermislerdir. Bu çalısmanın bir özelliği de çoğu çalısmada hava-oksijen karışımı kullanılırken bu çalışmada azot protoksit (N2O) - oksijen karışımı ile birlikte inhalasyon ajanlarının kullanılmış

olmasıdır. N2O kullanılmasının minimal alveoler konsantrasyon (MAC) değerinde azalma

yaptığını fakat QTc intervali üzerine inhalasyon ajanlarının etkisini değiştirmediğini göstermişlerdir. Bizim çalışmamızda da hastaların klinik özelliklerine göre sevofluran veya desfluran inhalasyon ajanı seçilerek normal konsantrasyonlarda kullanıldı. Hipotansif ve normotansif anestezi grupları arasında postoperatif QTc intervali ve QT dispersiyonu açısından fark saptanmadı.

43

Desfluran ile yapılan çalışmalarda vurgulanan önemli bir nokta QT intervalini etkileyen en önemli etkenlerden bir tanesinin sempatik aktivasyon olduğudur. Desfluranın solunum yolları mukozasına irritan etkisinin adrenerjik stimülasyona neden olduğu bunun da QT aralığında uzamayı tetikleyebileceği gösterilmiştir (120,121). Desfluran verilerek yapılan çalışmalarda sempatik aktivite ile KAH ve OAB değerlerindeki değişiklikler saptanmış, fakat QT’deki uzama ile bunlar arasında paralellik bulunamamıştır. Bununla birlikte hayvan çalışmalarında sempatik stimülasyon ve vagal blokajdan bağımsız olarak desfluranın kardiyak fonksiyonları etkilediği ve QT’yi uzattığı gösterilmiştir. Bu sonuç desfluranın direkt kardiyak etkisine bağlanmıştır (122). Bizim çalışmamızda ise desfluran kullandığımız hastalarda KAH ve OAB’da belirgin değişiklik saptanmadı. Bunun nedeni desfluranın yüksek minimal alveoler konsantrasyon (MAC) değerlerinde kullanılmamış olması ile açıklanabilir. Desfluran kullandığımız hastalarda postoperatif QTc intervali ve QT dispersiyonu açısından fark saptanmadı.

Propofol ile yapılan çalısmalarda T dalgasının sonu ile T dalgasının en yüksek seviyesi arasındaki sürenin uzadığı bulunmuş, fakat ilginç olarak propofol aritmojenik etkisi gösterilememiştir (123). Whyte ve ark. (123) propofol ile yaptıkları bir çalışmada bu ilacın UQTS’lu çocuklarda bile güvenle kullanılabileceğini bildirmişlerdir. İnhalasyon anestezikleri ve propofol ile yapılan çalışmalarda özellikle propofolün 0,2-5 mg/kg tek doz şeklinde indüksiyonda kullanımı ile QT süresi arasındaki ilişki araştırılmış. Bu doz aralığının QT’yi uzatmadığı gösterilmiş ve propofolün QT uzaması olan hastalarda çok güvenli olduğu vurgulanmıştır (123,124). Bizim çalışmamızda tüm hastaların anestezi indüksiyonunda 2-3 mg/kg propofol kullanıldı fakat gruplar arasında postoperatif QTc intervali ve QT dispersiyonu açısından fark saptanmadı.

Kullanımdaki nöromusküler bloker ajanlardan sadece süksinilkolinin QTc aralığını uzattığı, vekuronyumun ise etkisinin olmadığı bilinmektedir (125). Bizim çalışmamızda da kas gevşetici olarak süksinilkolin kullanılmadı, vekuronyum gibi non depolarizan kas gevşeticiler tercih edildi.

Anestezi uygulamasında kontrollü hipotansiyon oluşturmak amacıyla çeşitli yöntemler ve ilaçlar kullanılabilir. Kullanılacak ideal ilacın yönetimi kolay olmalıdır. Hızlı etki göstermeli ve eliminasyonu hızlı olmalı, toksik metabolitleri oluşmamalı ve vital organlara olan kan akımını minimal etkilemelidir. Bu amaçlarla biz de kısa etkili bir opioid olan remifentanil ile yine kısa etkili selektif β1 adrenerjik antagonist olan esmololü hipotansif anestezi sağlamak için kullandık.

44

Opioidlerin QT intervali üzerine etkileri ile ilgili fazla çalışma olmamakla birlikte etkisinin olmadığı hatta sempatik deşarjı önleyerek QT aralığını uzatan ilaçların bu etkisini engelleyebileceği öne sürülmektedir. Plazma katekolamin konsantrasyonundaki artış QTc uzaması ve kardiyak aritmiye neden olmaktadır. Opioidlerin özellikle laringoskopi ve entübasyon sırasında kalp hızı, kan basıncı ve plazma katekolamin konsantrasyonundaki artışı engellediği gösterilmiştir (106). Biz de çalışmamızda benzer olarak 0.25 µgr/kg/dk infüzyon hızında remifentanil ile hipotansif anestezi uyguladığımız grupta, laringoskopi ve entübasyon sonrasında kalp hızı, kan basıncı artışının azaldığını tespit ettik.

Alfentanilin QT uzamasını engellediği kabul edilmekle birlikte fentanil ve sufentanilin QT üzerine olan etkileri tam olarak araştırılmamıştır. Uzun QT sendromlu hastalarda fentanilin QT intervalini kısalttığı gösterilirken diğer bazı çalışmalarda koroner arter hastalarında fentanil ve sufentanilin QT üzerine etkili olmadığı bildirilmiştir (101,103,126). 0,5–1 μg/kg remifentanil ile yapılan çalışmada QT intervalinde değişiklik olmadığı gösterilmiştir (127). Kweon ve ark. (127) anestezi indüksiyonu sırasında trakeal entübasyon ile birlikte oluşan QT uzamasının remifentanil ile önlenebildiğini bildirmişlerdir. Bizim çalışmamızda farklı olarak remifentanil ile oluşturulan hipotansif anestezinin QT uzaması üzerine etkisi postoperatif olarak değerlendirildi ve QT intervalinde değişiklik saptanmadı.

Çeşitli çalışmalarda kullanılan sodyum nitroprussid, nicardipin, nitrogliserin periferik vazodilatatör ilaçlardır ve venöz konjesyonu artırıcı etki gösterirler. Bizim çalışmamızda kullandığımız esmolol ve remifentanil ise direkt vazodilatatör ajanlar değildirler. Esmolol, beta bloker etkisiyle kalbin kontraktilitesini, atış hızını, atış hacmini, kalp debisini ve kalp indeksini azaltarak hipotansiyon oluştururken, remifentanil de sempatik refleksi baskılayarak venodilatasyon, hipotansiyon ve bradikardi yapar (126).

Magnano ve ark. (128) 0,25 mg/kg bolus ve 0,05 mg/kg esmolol infüzyonunda kalp hızındaki minimal düşüşün QT aralığında küçük fakat anlamlı düşüşe sebep olduğunu belirtmişlerdir. QT aralığındaki bu azalış sadece kalp hızındaki minimal düşme varlığında olmamakla birlikte, β adrenerjik blokajın kardiyak repolarizasyon zamanını kısalttığını gösterir. Biz de çalışmamızda remifentanili ve esmololü hipotansif anestezi sağlamak amacıyla kullandık ve hipotansif ile normotansif anestezinin kardiyovasküler sistem üzerine etkilerini diğer çalışmalardan farklı olarak intraoperatif yerine postoperatif dönemde QTc intervali ve QTd ile değerlendirdik. Sonuç olarak; QTc intervali ve QTd değerleri açısından gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Postoperatif QTd değerleri, grup içinde operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında hipotansif grupta postoperatif 60.dk’da

45

anlamlı derecede düşme saptanmasına rağmen klinik olarak anlamsız olarak değerlendirildi. QTcd değerleri grup içinde operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında ise hipotansif grupta postoperatif 30.dk ve 60.dk’larda, normotansif grupta ise postoperatif 60.dk’da anlamlı derecede düşme saptanmasına rağmen klinik olarak anlamsızdı.

Balcells ve ark. (129) uzun QT sendromunun indüklediği ventriküler taşikardide esmolol kullanımıyla ilgili sundukları olguda esmololün kritik hastalarda yararlı ve güvenli olduğunu, β blokajın hızlı uygulanması ve titrasyonunun güvenli kullanım açısından önem taşıdığını belirtmişlerdir.

Korpinen ve ark. (130) esmololün anestezi indüksiyonu, laringoskopi ve endotrakeal entübasyona hemodinamik yanıt ve QT aralığı üzerine etkisini karşılaştırdıkları çalışmada 2 mg/kg ve 3 mg/kg iv bolus dozunda esmolol kullanmışlar, kısa etkili selektif β1 bloker olan esmololün QT aralığı uzamasını önlediği ve tiyopental anestezisi sırasında hemodinamik cevapları yavaşlattığını bildirmişlerdir. Biz de çalışmamızda esmolol ile hipotansif anestezi uyguladığımız grupda intraoperatif dönemdeki hemodinamik yanıtın azaldığını tesbit ettik. Korpinen ve ark. (131) yapmış oldukları diğer bir çalışmada da 2 mg/kg esmololün QTc aralığının uzamasını önlediğini göstermişlerdir. Aynı araştırmacılar propofol anestezisi sırasında esmolol 1 mg/kg bolus ve 200 μg/kg/dk infüzyon sonrası QTc aralığında kısalma rapor etmişlerdir (131). Çalışmamızda propofol ile anestezi indüksiyonundan sonra esmolol ile bolus ve hemen sonrası infüzyonu, normotansif anestezi uygulanan hastalarla karşılaştırdığımızda postoperatif hemodinamik yanıtın kısmen baskılandığını ancak QTcd ve QTd’ nin etkilenmediğini saptadık.

Çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlara göre, olguların klinik özelliklerine uygun anestezik ilaçlar seçildiğinde, hipotansif ve normotansif anestezinin postoperatif QTc intervali ve QTd üzerinde klinik olarak önemsiz, tedavi gerektirmeyen kısa süreli geçici değişiklikler meydana getirebileceği saptanmıştır.

46

SONUÇLAR

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda yaptığımız çalışmamızda, hipotansif ve normotansif anestezinin QTc intervali ve QTd üzerine etkilerini araştırmayı amaçladık ve aşağıdaki sonuçları elde ettik;

1- Gruplar arasında demografik veriler ile operasyon süreleri arasında fark saptanmamıştır.

2- Olguların KAH değerleri entübasyon sonrası 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk’larda Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşük bulundu.

3- Olguların SAB değerleri İndüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk, ekstübasyon sonrası 60.dk’larda Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşük bulundu.

4- Olguların DAB değerleri İndüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk, ekstübasyon sonrası 15.dk, 60.dk’larda Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşük bulundu.

5- Olguların OAB değerleri İndüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk, ekstübasyon sonrası 15.dk, 45.dk, 60.dk’larda Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşük bulundu.

6-Olguların SpO2 değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında

47

7- Olguların operasyon öncesi, postoperatif 30.dk ve 60.dk’larda QTd değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Grup I’in, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTd değerleri operasyon öncesi değerlerle karşılaştırıldıklarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Grup II’ in postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk değeri operasyon öncesi değere göre anlamsız bulunurken, postoperatif 60. dk değeri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmasına rağmen klinik olarak anlamsız bulundu.

8- Olguların operasyon öncesi, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Grup I, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk değeri operasyon öncesi değere göre anlamsız bulunurken, postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmasına rağmen klinik olarak anlamsız bulundu. GrupII’de postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmasına rağmen klinik olarak anlamsız bulundu.

Çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlara göre, olguların klinik özelliklerine uygun hipotansif veya normotansif anestezi seçildiğinde QTc intervali ve QTd’de klinik olarak önemsiz, tedavi gerektirmeyen kısa süreli geçici değişiklikler meydana gelmektedir.

48

ÖZET

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda yaptığımız çalışmamızda hipotansif ve normotansif anestezinin QTc intervali ve QT dispersiyonu üzerine etkileri araştırılmıştır.

Etik kurul onayı ve olguların onamları alındıktan sonra 3 saatten kısa normotansif veya hipotansif anestezi uygulanarak, kulak burun boğaz, plastik ve rekonstriktif cerrahi ameliyatı yapılacak, 18-65 yaş arası, “American Society of Anesthesiologists” risk sınıflaması I-II grubunda olan 100 olgu çalışma kapsamına alınmıştır. Operasyon sırasında normotansif düzeylerde hemodinami sağlanan Grup I (n=50)’ e ortalama arter basıncı 70-90 mmHg arasında olacak şekilde anestezi idamesi sağlandı. Cerrahi prosedür gereği kontrollü hipotansiyon uygulanan Grup II (n=50)’de kontrollü hipotansiyon oluşturularak ortalama arter basıncı 55–65 mmHg düzeyinde tutuldu. Tüm olguların intraoperatif ve postoperatif 60. dakikaya kadar hemodinami takipleri yapıldı. 30. ve 60. dakikalarda elektrokardiyografi monitörizasyonu yapılarak kaydedildi. Olguların elektrokardiyografi kaydı okunarak değerlendirildi. QT aralığının hıza göre düzeltilmesinde Bazzette formülü kullanıldı.

Hastaların anestezi indüksiyonu öncesi ve sonrası, entübasyon sonrası ve ekstübasyon sonrası ölçülen kalp atım hızı, sistolik arter basıcı, diastolik arter basıncı, ortalama arter basıncı ortalamaları gruplar arasında karşılaştırıldıklarında, özellikle hipotansif anestezi uygulanan grupta azalma gözlenmesine rağmen klinik olarak normal sınırlarda saptandı.

Benzer Belgeler