• Sonuç bulunamadı

Temelleri matbaaya dayanan düşünsel bir birikimin ve ekonomik olarak sanayi devriminin gelişimine ivme kazandırdığı radyo, televizyon, telgraf, telefon, telsiz-telgraf gibi iletişim teknolojileri 20.yüzyılda insanoğlunun tüm iletişim deneyimlerini kökten değiştirmişlerdir.

Elektronik medya kültürünü oluşturan bu teknolojiler, önceki dönemi tanımlayan ‘yazılı kültür’ çağından, ses, görüntü ve sembolün bir arada olduğu ‘elektronik sözlü kültür’ çağına geçişi gerçekleştirmişlerdir. Daha ileriki bölümlerde detaylı olarak işlenecek olan elektrik-elektronik medya kültürünü oluşturan iletişim teknolojilerinin toplumsal dönüşümle olan ilişkisine kısaca değinmekte fayda vardır.

1850’den itibaren makine endüstrisi gelişmiş, artık makineler makine üretmeye başlamıştır. 19 yüzyıl iletişim devrimleri açısından önemli buluşlara sahne olmuştur: “Fotoğraf ve telgraf (1830’lar), rotatif (1840’lar), daktilo (1860’lar), transatlantik kablo (1866), telefon (1876) film ve telsiz telgraf (1895)” (Postman, 2006: 55). Duyarlılığı yüksek ekonomi, “gazete kağıdıyla bağlantılı olarak yapılanırken, bu ekonominin reklamcılıkla bağlantılı tekelci konumu da yeni bir aracın, özellikle radyonun öne çıkışını hızlandırmıştır” (Đnnis, 2006: 242). Ardından James Clerk Maxwell 1860’da başlayan ve 1864’de biten araştırmasında elektromanyetik dalgaların varlığını ve bu dalgalarla sesin aktarılabileceğini tespit etmiştir (Aziz, 2002: 6). Bu tespitten sonra insan sesinin aktarıldığı ilk bağlantı ise 1908’de Eiffel Kulesi ile Villejuif arasında gerçekleştirilmiştir. Amerika'da, yine Lee De Forest, Caruso'nun şarkısını New York'taki Metropolitan Operası'nın binasından yirmi kilometre uzağa aktarmıştır (Jeanneney, 2009: 144). Đlk düzenli radyo yayınları ise 1920 yılında ABD’de ve Hollanda’da yapılmaya başlanmıştır (Baldini, 2000: 90).

Elektronik kültürün başlangıcı olarak kabul edilen telgraf ve ardından elektromanyetik dalgaların bulunmasını 1950'li yıllardan itibaren kullanımı yaygınlaşmaya başlayan televizyon izlemiş ve enformasyon tekeli için mücadeleleri beraberinde getirmiştir. “Avrupa'da matbaanın bulunması sonrasında 16. yüzyılda tipografik kültürün elde ettiği toplumu şekillendirme gücüne elektronik kültürü güçlendiren televizyon sahip olmuş ve tipografik kültürün ürünü olan kitap ile elektronik kültürün ürünü televizyon arasında mücadele başlamıştır” (Alver, 2004: 136).

Đkinci dünya savaşı sonrasında televizyon, önceki modellerin doğrudan mirasçısı olarak ortaya çıkmıştır (Barbier ve Lavenir, 2001: 16). Televizyon, hem açık bir biçimde siyaset programlarında, hem de kurgu ve eğlence programlarında giderek Jürgen Habermas’ın verdiği anlamla, referansın kamusal alanı gibi işlev görerek dünyanın, toplumun, bireyin, ahlaki değerlerin, tavırların, temsillerinin karşılaşıp yeniden bir araya geldikleri ayrıcalıklı bir yer olmuştur. Çünkü “kitle iletişim araçlarıyla yayılan kültür bir entegrasyon kültürüdür: sadece bilgi ile akıl yürütmeyi, yayıncılık biçimleri ile psikolojik edebiyatın biçimlerini humarı interest'çe belirlenen bir eğlenceye ve "yaşam yardımına entegre etmekle kalmaz;

aynı zamanda reklamcılığın unsurlarını asimile edecek kadar, hatta bir tür süper slogan işlevi görecek kadar da esnektir” (Habermas, 2007: 301).

Elektronik medya kültürü aynı zamanda, anlamın üretimi ve dönüştürümü modern toplumlardaki kültürel ilişkilerin bir parçası ve bölümüdür: “sağduyunun ve toplumsal dünyaya ilişkin gündelik ‘bilgi’nin nasıl yapılanacağını ve alan boyunca süreklilik gösteren iktidar oyununun –tahakküm kurma ve tabi olma oyunun- düzenler. Yapı, anlam ve iktidar oyunu dışında işleyen güçsüz ve sınırsız iletişim şebekesi modeli artık terk edilmelidir” (Đrvan, 2002: 93).

Sınırsız iletişim şebekesi modeli Baudrillard’e göre mesafeyi ortadan kaldırmış ve her şeyin üzerine karar verilemez bir duruma getirmiştir.

“Ne sanatta, ne ahlakta, ne de politikada. Mesafenin ortadan kaldırılmasıyla, ‘mesafe pathos’unun ortadan kaldırılmasıyla her şey, üzerine karar verilemez bir duruma bürünüyor. Fiziğin alanına kadar uzanıyor bu: Alıcının ve yayın kaynağının fazlasıyla birbirine yakınlığı, dalgaları birbirine karıştıran bir Larsen etkisi yaratıyor. Olayın ve bu olayın gerçek zamanlı yayınının fazlasıyla birbirine yakınlığı, bir karar verememezlik yaratıyor, olayın tarihsel boyutunu alıp götüren ve onun belleğini çalan olayın sanallığını yaratıyor. Sanal teknolojilerin karar verilemez şeyler üretmesi ya da geri dönüşümlü bu teknolojileri yaratan evrenimizin karar veremez bir evren olması bile bir karar verilememezlik durumudur ”(2001: 129).

Ernst Cassier’in belirttiği gibi: “Fiziksel gerçekçilik, insanın sembolik faaliyetlerindeki gelişmelerle orantılı olarak geri çekiliyor gibidir. Đnsan şeylerin kendileriyle ilgilenmenin yerine, bir bakıma durmadan kendi kendisiyle konuşmaktadır. Đnsan, dilsel biçimler, sanatsal imgeler, mitsel semboller ya da dinsel ayinlerle kendi etrafına öyle bir zar örmüştür ki, yapay bir aracın dolayımı olmadan hiçbir şey göremez ya da bilemez” (Postman, 1994: 19).

Ulusal sınırların ötesinde ve ‘aynı andalık’ üzerine kurulu bir kitle iletişim aracı olarak televizyonun dünyayı algılayış biçimini ‘global köy’ kavramıyla ifade eden McLuhan’a göre (2001: 11) günümüzde işitsel olan ile görsel olan, ışığın patlayıcı hızıyla birbirine çarpmaktadırlar. Elektrik akımı, birbirinden farklı olan toplumları bütün yerkürede, sık sık dünyada değer çatışmalarına ve doğası gergin kültürel rahatsızlıklara yol açan aşındırıcı bir temas noktasına getirmiş ve böylelikle, örneğin Beyrut’ta bir rehine alındığında dünyanın öteki tarafında bulunan tüm bir ulusun tehlikeyle yüz yüze kalması olmuştur. Ancak McLuhan’ın global köyünü

Williams eleştirmektedir; “Đletişim yollarının bütün etkinlikleri sonuçta, sosyallikten yoksun, soyutlanmış bir sinir sistemindeki fizik olaylardır ve bunlar, yalnızca değişken duyum oranlarınca birbirlerinden ayrılırlar. Ancak bu tümüyle tarihsel ve sosyal olmayan tabandan, toplumun belirli imajlarını, ‘elektronik çağ’ ve ‘global köy’ tarafından belirlenen ‘yeniden kabileleştirme’yi yansıtır” (2003: 107).

Ong’a göre (1991: 160) elektronik medya kültürü, hem kelimenin yazıyla başlayıp matbaayla pekiştirilen mekân bağlarını dönüştürmüş, hem de bilincimizi ikincil sözlü kültür çağına sokmuştur. Baldini’ye göre ise (2000: 92) “elektrik ve elektronik teknolojisinin ürünleri olan radyodan uyduya kadar sözü geçen tüm araçlar, aynı mesajı aynı anda birbirlerinden çok uzakta olan birçok kişiye ulaştırabilecek güçtedirler.” Kitle iletişim araçları, okuma yazma kurallarını, eğlenmenin zaman ve özelliklerini değiştirmiş, duyuları yeniden biçimlendirmiştir. Modernliği engellenemez bir ‘juggernaut’∗ olarak gören Giddens’ın da ifade ettiği üzere anında “elektronik iletişim sadece haberlerin yada bilgilerin daha çabuk aktarılmasını sağlayan bir yol değil. Anında elektronik iletişimin varlığı, ister zengin olsun ister yoksul olalım, yaşamlarımızın tüm dokusunun değişmesine neden olmaktadır” (2000: 24).

Medya ve kitle iletişim teknolojileri gelişen endüstriyel ve kapitalist ilişkiler temelinde, teknolojik ilerlemenin de etkisiyle, toplumsal evrimin gelişme aşamaları içinde ulusal ve uluslar arası ilişkileri düzenleme aracı olma işlevini sürdürmüştür. “Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sermayenin yer değiştirme hareketlerinin ve dünya güç ilişkilerinin dengelenmesinde bu araçlar yeni işlevler kazanmışlardır” (Önür, 2002: 101).

Televizyonun ekonomik yapılanmasına bakacak olursak 20.yüzyıl kapitalist üretim anlayışıyla paralel olarak yapılandığını gözlemleyebiliriz. Entegre bir sanayi haline gelmeye başlayan medya ve bu sanayinin önemli kolu televizyon, uluslararası büyüyen pazarlarda aynı malla daha fazla tüketiciye ulaşmanın yollarını aramakta ve bunun koşullarını oluşturmaya çalışmaktadır. “Kamu televizyon tekellerinin

Juggernaut: Đnsanlar olarak ortaklaşa bir dereceye kadar yöneldirebildiğimiz; ancak, denetimizden

çıkıp parça parça olabilme tehlikesini de taşıyan çok büyük bir güce sahip, başıboş bir araç. (Giddens, 2000:138)

yıkılmasıyla ticari televizyon yayıncılığı anlayışı ve onun yeni çokuluslu yatırımcıları televizyon yayıncılığını uluslararası bir boyuta taşınmıştır” (Pekman, 1999: 89). Bu noktada kültürün, insanların birbirleri ve doğa ile olan etkileşim ve uyum çabalarının ürünü olma özelliğini “kitle iletişim araçlarının ortaya çıkışıyla yitirdiğini ve endüstri toplumunun pazar ortamında tüketilen bir meta haline geldiğini söylemek mümkündür” (Mete, 1999: 50). Dolayısıyla, “kitle iletişim araçlarının yaratılışı, yapısı ve kullanılışının kapitalin hareketine uyumludur” (Erdoğan, 1997: 307). George Ritzer, ‘Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek’ isimli kitabında, yeni tüketim olanakları yaratan kitle iletişim araçları ile geleneksel tüketim arasındaki ilişkiyi şu şekilde irdelemiştir:

“Yeni tüketim araçları büyüleme yeteneğine sahiptir ve birçok açıdan hayli seyirliktir, ama her şeyin ötesinde de hayli etkili satış makineleridir, bu kadar etkili olan günümüzün tüketim araçları, ‘yaratıcı yıkma’ süreci aracılığıyla yerlerini, sonunda, satış makineleri olarak sonsuz derecede daha büyüleyici, seyirlik ve etkili daha da yeni tüketim araçlarına bırakacaktır. Postmodern yeniden büyüleme süreçleri Bu( sayfalarda genellikle yeni tüketim araçlarının kurtuluşu olarak, büyünün bozulmasının getirdiği sorunların üstesinden gelmelerine ve daha da fazla tüketicinin gözünde çekici olmalarına olanak sağlama anlamında yorumlandı. Bununla birlikte, yeni tüketim araçlarının evle iç içe geçmesi, birçok başka tüketim aracının varlığını tehdit etmektedir. Tıpkı sinemaların televizyon ve daha sonra video ve video kiralama dükkânlarının ortaya çıkışıyla tehdit edilmesi gibi, çağdaş alışveriş merkezleri, zincir mağazalar, süper mağazalar vb. de evden alışveriş kanalları, siber alışveriş merkezleri ve her yerde hazır ve nazır postayla sipariş kataloglarıyla giderek artan alışveriş olanağının tehdidi altındadır” (Ritzer, 2000.257).

‘Yakının uzak, uzağın yakın’ kılınmasının en etkin yolunun bulunması demek olan kitle iletişim araçları tüketim ideolojisini yaşam felsefesine dönüştürmüştür.

Elektrik-elektronik medya kültürünün başlangıcını oluşturan telgrafın bulunmasından önce bilginin ulaşımı, buharlı gemilerin, trenin yada nehirlerin akışına bağlıyken, elektronik çağla birlikte iletişim terimi; hem bilgiyi içerecek şekilde hem de ‘aynı andalığa’ odaklanan bir yapıyla yeni bir anlam kazanmıştır. Bu yeni kültürle birlikte insanoğlunun, zaman ve mekanla olan algısı ve ilişkisi geri dönülemeyecek bir biçimde değişmiştir.