• Sonuç bulunamadı

2.2. Kemal Tahir’de Doğu-Batı Farklılığı ve Devlet

2.2.3. Birinci Dönem Osmanlı Ekonomi-Politiğini Değerlendirme Biçiminin

2.2.3.2. Talan Ekonomisi

Kemal Tahir’in Osmanlılığı Marks’ın öne sürdüğü beşli üretim biçimlerinden hiçbirine yerleştirememesinden ötürü temel farklılığı açıklamak için kullandığı temel kavramlardan birisi de talandır. Burada kavram, ileri toplumların temelini belirleyen sermayenin karşıtı olarak düşünülmüş ve devletin ekonomik geliri olmasının yanında kendisine memur devlet karakteri kazandıran bir açıklama aracı olarak kullanılmıştır. Kısacası Kemal Tahir’in burada talanı bir ekonomik sistem olarak düşünmesi, geri kalmışlığın, üretim ekonomisine geçemeyişin, mülkiyet anlayışına varamayışın dolayısıyla sınıf devleti olamayışın gerekçesini açıklayacak bir varsayıma duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.

Buna göre Kemal Tahir, talanın Osmanlıda bir ekonomik sistem olmasını, bu yapının toprak düzeni ile ilişkilendirmiş ve Batı toplumlarındaki siyasal güce ulaşan ekonomik sistemin (burjuva iktisat düzeninin) ortaya çıkmama nedeni olarak düşünmüştür. Kemal Tahir’e göre talanın salt artık ürüne el koyarak elde edilen bir gelir olmasının yanında, bu gelirin toplumda birikime dönüşmesinin devlet tarafından engellenmesi, Türkiye’nin yaşadığı temel sorunlardan biridir. Dolayısıyla Batılaşma politikası çerçevesinde devlet tarafından yetiştirilen zenginler (yaratılmaya çalışılan burjuva sınıfı) bu soruna çözüm olamayacaktır. Çünkü Kemal Tahir’e göre salt zenginlik kendi başına toplumlara kalıcı bir refah sağlamamakta bu zenginliği yeniden üretecek olgunlukta bir ekonomik ve siyasal sistem de (yani kapitalist sistem) gerekmektedir. Bu nedenle burjuva ile zenginliği birbirinden ayıran yazar, burjuva insan tipinin oluşumundaki tarihsel birikime, dikkat çekmiştir (K, Tahir, 1992c: 15-16). Burada yalnız zenginlik değil, bu zenginliği yeniden üretecek bir “iş kabiliyeti”, bunu meşrulaştıracak bir “siyasal olgunluk” gerekmektedir ki getirilen sistemin ayakta kalmasını sağlayacak temel unsur bunlardır (K, Tahir, 1992c: 15-16). İşte Osmanlı’da bu temel unsurların varlığı başından beri oluşmamış, devlet varlığını

bu unsurların yokluğu üzerinden koruma altına almıştır.10 Kemal Tahir bu durumu

“sömürünün sistemleşmemesi” şeklinde formüle edecektir (K, Tahir, 1962: 17). Kemal Tahir’in Osmanlılığı Batıdan ayırdığını düşündüğü temel özelliklerinden biri olan “sömürünün sistemleşmemesi”11, en kaba anlamıyla,

toplumda sınıfları meydana getirecek biçimde bir sömürünün ortaya çıkmaması demektir. Kemal Tahir bu dönem, Osmanlı’da bir sömürünün varlığını kabul etmekle birlikte, bunun sınıfları ortaya çıkaracak bir noktaya varamayıp daha çok “açık yağma” biçiminde sürdürüldüğünü öne sürer (K, Tahir, 1962: 17). Yani devlet salt üretilen artı değere el koymakla kalmayıp ele geçirilen zenginliğin herhangi bir sermayeye dönüşmesini de engellediğinden, artı ürüne el koyma, sermaye biçimine değil açık yağma biçimine dönüşmektedir. Dolayısıyla burada açık yağma, halkı birikime götürecek araçlardan yoksun bırakma böylelikle daha beter fakirleştirme ve “fakir kalmaya da mahkûm etme” aracı olmaktadır (K, Tahir, 1992a: 35). Bu yüzden Kemal Tahir, toplumda sömürünün sermaye birikimine doğru olan varlığını olumlamakta12, buna giden yolu engellemeyi ise geri kalmışlığın temel nedeni olarak görmektedir (K, Tahir, 1992a: 162-163) ki yazara göre Osmanlıyı Osmanlı yapan da budur.

Burada konunun daha iyi anlaşılabilmesi için yazarın Osmanlı toprak düzenine hangi yönden dikkat çektiğinin ortaya konulması gerekmektedir. Buna göre Osmanlı mülkiyet sistemi toplumda devlet gücünü tehdit edebilecek herhangi bir birikimin oluşmaması üzerine kuruludur. Sistem kendisini “toprağın sahipsizliği (devlet mülkiyeti) ve tek ellerde toplanmaması” üzerinden var eder ve üretir (K, Tahir, 1992a: 56). Devlet en önemli üretim aracının sahibi olarak bu araç üzerinden üretilen değerin miktarını kontrol altında tutmaktadır. Bunun için toprağı “gündelik ihtiyaçlardan fazlasına uzanmayacak çizgide tut(acak)” küçük işletmelere bölerek köylüye kira karşılığında vermektedir. Böylelikle toplumda üretilen değer büyük

10 Bu nedenle Kemal Tahir ”Türkiye’de biricik mütegallibe Osmanlı kapıkulu (memur) devletidir” demektedir (Tahir, 1992c: 70).

11 Kemal Tahir bir notunda bu meseleyi “halkın sermaye birikimi amacıyla hiçbir zaman sömürülmemesi” şeklinde açacaktır (Tahir, 1992a: 125) . Ve bundan dolayı Osmanlıda her türlü zenginliğin talanı artırmaktan başka bir işe yaramadığını düşünmektedir (Tahir, 1992d: 133).

12 Sömürüyü olumlama konusunda bu dönem çok çarpıcı notları bulunmaktadır. Örneğin; “Türkiye’nin bahtsızlığı, yalnız burjuvalaşmamasında değil, belli başlı sömürgelerin herhangi biri gibi Batı burjuvaları ve emperyalistlerince sömürülmemiş olmasından geliyor” (Tahir, 1992c: 63).

zenginlik farkları oluşturmamakta ve devlet varlığını garanti altına almaktadır. Burada toprak özel şahısların mülkiyeti olmadığından üretici “toprağa bağlı mal haline” (K, Tahir, 1992a: 270) gelmemekte ve toprakla bir serbest çiftçi olarak ilişkide bulunmaktadır. Bu nedenle mülkiyet idrakine var(a)mayan üretici, kişisel mülkiyetiymiş gibi ilişkiye girdiği toprağın devlet kontrolünde olmasını yadırgamamakta ve böylelikle herhangi bir mücadele içine girmemektedir. Kemal Tahir, bu sistemin, düzeni yok edecek sınıflar yerine “korkunç (bir) reaya garabeti” ürettiğini düşünür (K, Tahir, 1992a: 32). Böylelikle toplumda sermayeye dönüşecek sömürü gerçekleşmediğinden sahip olduğu birikimi pazara yatırarak ekonomiyi güçlendirecek ve düzenin devamlılığını sağlayan siyasal araçları ele geçirecek sınıflar ortaya çıkmamaktadır. Özet olarak buradaki üretim ilişkileri halkı mevcut düzeni değiştirmekten uzak hatta merkezdeki siyasal değişimler karşısında bile pasif ve umursamaz hale getirecek biçimde kendisini üretmektedir. Kemal Tahir’e göre bu sistemin sonucu olarak “Anadolu Türk reayası” Osmanlılıkta yabancı unsur haline gelebilmiştir (K, Tahir, 1992a: 270).

Osmanlılıkta devlet, varlığını tabanda bu güce hiçbir unsuru ortak etmeme üzerinden garanti altına almaktadır. Bu nedenle Batıdaki gibi tabandan yukarı doğru bir yönetim yerine yukarıdan tabana doğru bir yönetim söz konusudur. Kemal Tahir, bu ilişki çerçevesinde Osmanlılığın vatan ve millet anlayışının da Batıdakilere benzemediğini düşünür. Devletin toplumdaki herhangi bir tabakaya dayanmaması, sermayeye doğru gelişecek her türlü birikimi önlemesi varlığının zamanla tabana doğru yayılıp genişlemesini önlediğinden, hâkimiyeti altındaki topraklar vatan yerine mülk olmaktan, halk da millet yerine reaya olmaktan öteye geçmemektedir (K, Tahir, 1992a: 73). Bu nedenle yazara göre Osmanlılık aynı zamanda tarihte vatana ve millete dayanmayan bir devlet kurmayı başarabilmenin adıdır (K, Tahir, 1992a:164).