• Sonuç bulunamadı

EBÛ HANÎFE’NİN HAYATI

Çalışmamızın asıl gayesi Ebû Hanîfe’nin kelâmî görüşleri ekseninde mürciî olup olmadığına biraz daha açıklık kazandırmaktır. Fakat görüşlerini anlamaya ve değerlendirmeye çalışacağımız büyük imamın hayatından, yaşadığı çevreden, ilmî üstünlüğünden, zekâsından ve ibadet hayatından bahsetmeden geçmek bir eksiklik olurdu. Bunun için öncelikle İmam-ı Azâm hakkındaki bu genel bilgileri nakletmeyi ve değerlendirmeyi uygun gördük.

a. Çocukluğu, Ailesi ve Yetiştiği İlmî Çevre:

Tarihî bilgilere göre Ebû Hanîfe’nin asıl adı Numan b. Sâbit b. Zûtâ et-Teymî olup Kûfeli ve Irak fakîhidir. Hicrî 80 yılında dünyaya gelmiştir.138

Dedesi Zûtâ, Kâbil ehlinden Teymullah b. Sâlebe’nin kölesi iken onu âzad etmişlerdir. 139 Zûtâ’nın oğlu Sâbit ise, Müslüman olarak dünyaya gelmiştir.140

Doğum yerinin neresi olduğu hakkında kesin bilgi yoktur. Rivayetlerde Nese, Tirmîz, Bâbil ve Enbâr ehlinden olduğu geçmektedir.141

Rivayetlerin birleştiği ortak nokta Ebû Hanîfe’nin Arap olmadığıdır. Doğum yeri de dikkate alındığında Türk olduğu hakkındaki iddialar güçlü görünmektedir.

Muhammed Ebû Zehrâ, Ebû Hanîfe’nin daha çocuk yaşta iken ilme iştiyakını şu ifadelerle nakleder: “Ebû Hanîfe, Kûfe’de doğup büyüdü ve ömrünün çoğunu orada geçirdi. Çok küçük yaşta iken o çağdaki dindar insanların çocukları gibi o da Kur’an-ı Kerim’i hıfzetti. Hıfzını bitirdikten sonra unutmamak için Kur’an-ı Kerim’i

138 Ebû’l-Hasen Ahmed b. Abdillah b. Sâlih el-İclî el-Kûfî (v.261/874), Târîhu’s-Sikât, s.450;

Şemsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, (748/1347), Tezkiratu’l-Huffâz, I,126.

139

İbn S’ad, Tabakât, VII,233; Cemâluddin Ebu’l-Haccâc Yusuf el-Mizzî (742/1341), Tehzîbu’l-Kemal

fî Esmâi’r-Rical, XXIX, 418;

140 Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sâbit b. Ahmed b. Mehdî el-Hatîb Bağdâdî. (v.463/1071). Târîhu Bağdâd

ve Zeyluhû, XIII,326.

141 Ebu’l-Abbas Şemsuddîn Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekir İbn Hallikân, (681/1282), Vefeyâtü’l

A’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zaman; Şemsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî (748/1347), Siyeru Alami’n-Nubelâ, V,405.

en çok okuyan insanlardan biri olmuştur. Ramazanda bir kaç defa Kur’an-ı Kerim’i hatmettiği rivayet edilir. Birçok rivayete göre o, kıraat ilmini Yedi Kurrâ’dan biri olan İmam Âsım’dan öğrenmiştir. Kur’an’ın hıfz ve kıraatini tamamladıktan sonra genç yaşında hadis tahsil etti ve dinî bilgisini artırdı.”142

Ebû Hanîfe’nin ailesinin ticaretle uğraşması sebebiyle ticaretten elde edilen kazancın çekiciliği ve ilme olan azmi arasında bazen tereddüt yaşadığı nakledilir. Yalnız o her şeye rağmen ilmi daima geçici heveslerden ve kazançlardan üstün tutmuştur. Dünyayı sadece ilim için araç olarak kullanmıştır. Nitekim hayatı bu konuda eşsiz örneklerle doludur. Ebû Zehrâ, Ebû Hanîfe’nin ilim yolundaki sıkıntılarını şöyle anlatır:

Ebû Hanîfe, ailesinden gelen ticarî temayülüne rağmen dikkatini Irak’ın ilmine, oradaki sahâbîlerin eserlerine çevirmiş, aklî ve ilmî çalışmalara yönelmiş ve bu sayede düşünce pınarları fışkırmaya başlamıştır. Birçok cedelciyle karşılaşmış ve sağduyusunun verdiği ilhamla bazı farklı görüşe sahip kimselerle tartışmalarda bulunmuştur. Bunlar, onun gençliğinin baharında veya çocukluğunun sonlarına doğru olmuştur. Bunların yanında o, genel olarak ailesinin mesleği ve geçim yolu olan ticarete yönelmişti. Öyle anlaşılıyor ki, boş vakitlerinde ilim meclislerine pek az gelip gidebiliyordu. Hayatı, babası gibi ticaretle geçiyordu. Malın çekici yönleri olmakla beraber, ilmin de nuru ve cezbesi vardır. İşte bu yüzden, ticarî hayatının verdiği imkân nispetinde Ebû Hanîfe’nin aklî ve zihnî susuzluğunu ancak ilim giderebiliyordu.143

b. Ticaretten İlme Yönelmesi

Ebû Hanîfe, Şa’bî ile arasında geçen bir konuşmanın ilme tam manasıyla yönelmesine sebep olduğunu ifade eder ve şöyle anlatır: “Bir gün Şa’bî’ye rastladım. Beni çağırdı ve ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sordu. ‘Çarşıya gidiyorum.’ dedim. Şa’bî de; ‘Çarşıya gitmeni değil, âlimlerin yanına gitmeni isterim’ dedi. Ben de ‘Âlimlerin yanına çok az uğruyorum.’ diye cevap verdim. Bunun üzerine o, bana; ‘Öyle yapma, senin ilimle uğraşman ve bilginlerin yanından ayrılmaman gerekir; çünkü ben, sende dinamik bir zekâ ve uyanıklık görüyorum.’ dedi. Ebû Hanîfe, sözünü şöyle bitirmektedir: “Şa’bî’nin bu sözleri kalbimde son derecede büyük bir yer etti. Çarşı,

142

Ebû Zehrâ, İslam’da Fıkhî Mezhepler Tarihi, II,208-209.

pazara gitmeyi bıraktım, ilim tahsiline koyuldum. Allah, Şa’bî’nin bu sözleriyle beni çok faydalandırdı.”144

Bundan sonraki hayatında ticareti tamamen bırakmayan İmam-ı Azam, işlerini tayin ettiği vekili ile yürütmüştür. Ebû Hanîfe’nin, ilk olarak Kelâm ilmiyle meşgul olduğu şeklinde meşhur rivayet ve yaygın bir görüş vardır. Bunun sebepleri arasında onun akıllara durgunluk veren zekâsı ve yetiştiği coğrafyanın şartları sayılmaktadır. Nitekim ticaretten tamamen ilme yöneldiği ilk döneminde onu ancak Kelam ilmi tamin ediyordu. Bulunduğu coğrafyada fikir hareketlerinin ve mezheplerin yoğunluğu aynı zamanda karmaşıklığı onu bu yola sevk etmiştir. İmam-ı Azam’ın, Mûtezile ve Hâricîlerle de pek çok münazaraları olmuştur.145

Irak, eski medeniyetlerin beşiği olduğu için hem İslâm’dan önce, hem de İslâm’dan sonra din ve mezheplerin de beşiği olmuştur. Süryanîler, oraya dağılmışlar ve İslâm’dan önce orada Yunan ve İran felsefesinin okunduğu ekolleri meydana getirmişlerdir. Irak, İslâm’dan sonra çeşitli ırkların birleştiği, siyasî ve itikadi fikirlerin çarpıştığı bir yer olmuştur. Orada Şiîler, Hâriciler ve Mutezilîler yan yana idiler. Ebû Hanîfe’nin çağında birçok Tabiî vardı. O, bunlarla görüştü. Tabiîlerden Kûfe’de Hz. Ömer’in, fıkıh öğretmek ve halkı irşat etmek için gönderdiği Abdullah b. Mesud’dan başka İmam Ali (r.a.) gibi birçok büyük sahabî vardı.146

Ebû Hanîfe’nin şu sözleri de bu duruma işaret etmektedir: “Mekke’de Atâ ile karşılaştım ve ona bazı sorular sordum.” Bana “Sen nerelisin?” dedi ben de “Kûfeliyim” dedim. “Dinde ayrılıkların ve Şia’nın çıktığı şehir mi?” dedi. “Evet” dedim. “Sen hangi sınıftansın?” dedi. “Selefe sövmeyen, kadere iman eden, hiçbir günahtan dolayı hiçbir kimseye kâfir demeyenim.” dedim. Bunun üzerine Atâ, bana bu düşünce üzere devam etmemi söyledi.147