• Sonuç bulunamadı

1931 yılında Emir Hüseyin Dağcı hapisten çıktıktan sonra Akmescit’te bir ev tutar ve burada berberlik icra etmeye başlar. 1932 yılının baharında ise bir mektupla oğlu Cengiz Dağcı’yı Akmescit’e çağırır. Cengiz Dağcı burada babasının kendisini diğer kardeşlerinden daha farklı gördüğünü ve onun eğitimini önemsediğini düşünmüştür. 98

Kızıltaş’tan bu ayrılış Cengiz Dağcı için dönüşü olmayan bir kopuş olmuştur.

İleriki yıllarda hayatın akışıyla Dağcı çocukluğunun Kızıltaş’ını artık sadece hafızasında kalan siluetlerle yaşamak zorunda kalacaktır.

Cengiz Dağcı Akmescit’e taşındığı bu ilk günlerde oturdukları sokağın yukarılarında bir cami minaresini gördüğünde kendini Kızıltaş’tan da hayattan da henüz kopmamış addetmiştir. Bu minare motifi Cengiz Dağcı’nın ilerleyen yıllarda kaleme alacağı romanlarında da bir varlık ve hayatta kalış sembolü olarak işlenmiş, Dağcı minareleri insanların ruhen bağlı kaldıkları bir birlik noktası olarak görmüştür.

96 Dağcı, Hatıralarda, .29.

97 Dağcı, Hatıralarda, 30.

98 Dağcı, Hatıralarda, 37.

Cengiz Dağcı Akmescit’e geldikten bir hafta sonra ilkokulu bitiren öğrencilerin devam ettiği On İkinci Numune Mektebi’ne kaydolur ve 3 yıllık ortaokul eğitimine başlar.99 Bu yıllar Cengiz Dağcı’nın Akmescit’e alışmaya başladığı ve Kırım’ın da giderek çehre değiştirdiği yıllardır. Okulun çevresindeki yerlere ise Dağcı romanlarında Akmescit’i tasvir ederken sıklıkla başvuracaktır.

Dağcı’nın ortaokul yılları Kırım’da sosyal hayatta Rusların asimilasyon baskılarının arttığı yıllardı. Dağcı Türk ve Müslüman toplumuna dayatılan değişim sürecini hatıralarında aktarırken ortaokul yıllarında sınıflarının penceresinden görünen cami minaresi için “On İkinci Numune Mektebi’nin havası o caminin minaresiyle büyülüydü. Minaresiyle diyorum çünkü cami eski işlevini yitirmişti zamanımızda. Dualar okunmuyordu, namazlar kılınmıyordu camide. Mihrabı kaybolmuş, vaazlar işitilmez olmuştu” diyecektir.100 Yine de bu minarenin Dağcı’nın maneviyatına kattığı bütünlük hissi romanlarında dini motif olarak sıklıkla karşımıza çıkmıştır.

1933-34 yılları arasında Kırım ikinci bir kıtlık, açlık zamanı yaşar. Dağcı babasıyla birlikte yaşadığı bu kıtlık yıllarında babasının öfkeli, kendi talihine lanetler okuyan bir adama dönüştüğünü görür. Bu yıllarda yaşanan kıtlık Akmescit’in Ruslarını Türklerden daha kötü etkilemiştir. Ruslar bu dönemde büyük yokluklar ve sıkıntılarla uğraşırken, Kırım Tatarları kendi aralarında yardımlaşmayla, ellerindekileri paylaşmayla kıtlık zamanda daha azametli olabilmişlerdir.

2 yıl süren bu kıtlık yıllarında Cengiz Dağcı insanların açlıktan, yoksulluktan birer birer öldüklerini, şehrin sokaklarının kenarlarında bu cansız bedenlerin yığıldığını nakleder. 1934 yılının yaz aylarında kıtlık sonlanırken ekmek serbest piyasada satışla çıkar. Cengiz Dağcı babasının verdiği 3 ruble ile onlarca insanın yığıldığı bir ekmek kuyruğundan 500 gr ekmek alır. Bu yokluk günlerinin ardından yedikleri o 500 gr ekmek Dağcı’nın onlarca yıl sonra kaleme alacağı hatıralarında kendine yer bulacak kadar değerli olmuştur.101

99 Dağcı, Hatıralarda, 47.

100 Dağcı, Hatıralarda, 48.

101 Dağcı, Hatıralarda, 49-50.

1936’da Cengiz Dağcı’nın kardeşi Midhat askerliği bitirmiş, Akmescit’e gelerek şoförlüğe başlamıştır. Dağcı da bu sırada On İkinci Numune Mektebi’ni tamamlamış On Üçüncü Tam Orta Mektep’de 8. sınıfa devam etmektedir.

Bu yıllarda Kırım değişmeye çalışan Rus ekonomik düzeniyle biraz olsun toparlanmaya başlamıştı. Şehirde halkın çalışabileceği yeni fabrikalar açılmış, kıtlık zamanının zor günleri geride kalmıştı. Dağcı ve ailesi de bu yıllarda kendi aile ekonomilerini toparlayabilmiş, Akmescit’teki eve çeşitli tadilatlar yapılmış ve Emir Hüseyin Dağcı o yıl en münevver berber ödülünü kazanmıştır.

Dağcı ailesinin geri kalan bireylerinin de Akmescit’e taşınmaları 1936 yılının yaz ayında gerçekleşecektir. Kızıltaş’taki evlerinin eşyalarının bir kısmını da yanlarına alarak gelen annesi Fatma Dağcı, Malo-Fontannaya’daki bu ufacık eve girdiğinde yaşlı gözlerini tutamamış ama eşine bu konuyla ilgili tek bir sitem etmemiştir. 102

Cengiz Dağcı ortaokulu bitirdikten sonra 1937 yılında Akmescit Pedagoji Enstitüsü’nde Tarih Fakültesinde eğitimine devam eder.103 Dağcı Hatıralarda eserinde neden tarih bölümü okumak istediğiyle ilgili kendisinin de çok net sebeplerinin olmadığını, ancak geçmişte kalmış şeyleri görüp anlamanın kendisini mutlu ettiğini söyler.104

Cengiz Dağcı için Pedagoji Enstitüsü’nün en kıymetli yanı kütüphanesidir.

Burada çok çeşitli yazarları okuma fırsatı bulan Dağcı aynı zamanda Kırım tarihiyle ilgili de araştırmalar yapar. Ancak Enstitü’nün kütüphanesindeki tarihi kaynaklarda Kırım’ın tarihinden bahseden eserlerde Kırım Yunanca ismi olan Tavrida olarak geçmekte ve bu eserler 19.yy öncesi Hanlık döneminden söz etmemektedir. Dağcı Sovyetler’in tarih kitaplarında Bahçesaray’ın haydutlar yuvası olarak anıldığını nakleder. Bu durum muhakkak Rusların Kırım halkını kimliksizleştirme politikalarıyla ilgilidir. Dağcı bu yıllarda tarihle ilgili merakını Rusya’nın ortaçağını konu alan, Moğol-Tatar istilasını ve Altın Orda yıllarını anlatan eserleri okuyarak

102 Dağcı, Hatıralarda, 51-52.

103 Dağcı, Yansılar-3, 86.

104 Dağcı, Hatıralarda, 59.

dindirmeye çalışır. Bu yıllarda okuduğu tarihi eserler ileride Cengiz Dağcı’nın Genç Timuçin105 romanını yazmasına zemin oluşturmuştur. 106

Cengiz Dağcı’nın fakültede tarih eğitimi devam ederken babası rahatsızlanır ve Dağcı ailesine destek olmak için haftanın üç günü Akmescit’te çıkan Komsomolets (Genç Komünistler Birliği) gazetesinde çalışmaya başlar.107 Dağcı burada Rusça haberleri Tatarca’ya çevirerek ve bazı ufak röportaj işlerinde görev alarak babasının berberlikten kazandığından daha fazla para kazanabilmiştir.108 Bu gazetecilik işi sayesinde Dağcı Akmescit’in edebi şahsiyetleriyle tanışma fırsatı bulmuş ve kendi edebi hayatının temellerini atmıştır.

Gazetecilik yıllarında Dağcı Kırım çevresinde bazı seyahatler etmiş ve bunlardan çok etkilenmiştir. 1939 yılının yazında ilk kez Bahçesaray’a gitmiş ve orada ziyaret ettiği Hansaray’dan etkilenerek hanlık tarihine özlem hisleri içeren Söyleyin Duvarlar isimli şiirini yazmıştır.109 Ayrıca bir halk şairiyle röportaj yapmak için Kefe’ye ve Eylül 1939’da son kez Kızıltaş’a gitmiştir. Bu Dağcı’nın ölmeden önce Kızıltaş’ı son görüşüdür.110