• Sonuç bulunamadı

Dini Tecrübe Delili

Belgede BERTRAND RUSSELL VE DİN (sayfa 57-61)

B) RUSSELL’DA TANRI’NIN KANITLARI VE DEĞERİ

4. Dini Tecrübe Delili

Dini tecrübe delili, gerek şekil, gerek muhteva bakımından buraya kadar açıklamaya çalıştığımız öteki delillerden farklıdır. Onlar, özellikle kozmolojik ve teleolojik deliller, dışımızdaki dünya dan hareket ederek Tanrının varlığı fikrine

99 DALKILIÇ, Bayram, a.g.e., s.82.

100 REÇBER, M. Sait, Tanrı’yı Bilmenin İmkanı ve Mahiyeti, s.35, Ank, 2004.

101 A.g.e., s.184.

ulaşmaya çalışmaktadırlar. Oysa bu delil, inanan bir varlık olarak insandan yola çıkmaktadır. Başka bir deyişle o, belli bir inanç derecesinden daha üst seviyedeki bir inanç derecesine gitmektedir. Bu yüzden bazı düşünürler, bu delili “Tanrı’dan yine Tanrı’ya giden bir delil” olarak tarif etmektedirler. İnsan dini bir tecrübe geçirebilmek için daha işin başında iken mü’min olmak zorundadır. Bu durumda dini tecrübe delilinin gerçek anlamda bir delil olup olmadığı hala tartışma konusudur.102

Dini tecrübe hakkında yapılan araştırmalara baktığımızda genellikle şu özellikler üzerinde durduğunu görürüz; Dini tecrübe doğrudan doğruya yaşanan vasıtasız bir tecrübedir; anidir ve uzun süre devam eden bir mahiyet göstermez. Tahlili mümkün olmayan bir bütündür. Bir buluşma söz konusudur. Dini tecrübe başka bir kimseye aktarılamaz; tam olarak anlatılamaz. Kişiye özeldir. Ancak dini tecrübeyi yaşayan bir kimse, mantıkî bir çıkarımla “O halde Allah vardır” demiyor. Yani bir istidlal söz konusu değildir. Burada olsa olsa şu söylenebilir: Zaten iman eden bir kimse dini tecrübe sayesinde yakîn derecesine yükseliyor. Ayrıca denebilir ki, bu tecrübe, doğruluğunu kendi içinde taşımaktadır. Yani onun doğruluğunu delillendirmek için dışarıdan bir şeyin desteğine ihtiyaç yoktur. Buna rağmen tecrübenin geçerliliği konusunda insanın karakteri üzerinde yaptığı olumlu etki vb. gibi deliller de öne sürülmüştür.

Russell bu konuda –bu delile, diğer delillerden daha az değinmekle birlikte- şunları söylemektedir; kendi zihin sorunlarımız yüzünden bizim dışımızda olan bir şeye giden karşılaştırma yönteminin pek nazik bir mesele olduğunu sanıyorum. Hepimiz bunun böyle olduğunu kabullensek de insanlığın bu konudaki bir fikir bütünlüğü içinde olacağı ve böyle davranırken kendimizi haklı bulabileceğimiz bir durum olamıyor. Bir odanın içinde kalabalık varsa, odada da bir saat bulunuyorsa herkes o saati görebilir.

Hepsinin saati görebilmesi onların bir hayal görmediğini düşünmelerine sebep olur.

Oysa bu dinsel yaşantılar hayli kişiye özgü bir niteliktedir.103

Russell, Tanrı’ya bir roman’ın kahramanları seviyesinde bakılmaması gerektiğini, her ikisinin arasında bir ayrılığın söz konusu olduğunu ifade etmektedir.

102 S. AYDIN, Mehmet, a.g.e., s.85.

103 S. AYDIN Mehmet, a.g.e., s.91-92.

Buna ilaveten Russell sözlerine şöyle devam eder, “dogmatik bir şekilde Tanrı’nın olmadığını söylemiyorum. Söylemek istediğim şey, var olduğunu bilmediğimizdir.

Başka yazılı olan şeyler gibi sadece yazılı olan şeyleri elime alabilirim. Bu durumda birçok şeyin söylenmiş olduğunu görüyorum. Cinler, şeytanlar filan hakkındaki şeyleri kabul etmeyeceğinizden eminim. (Mistiklerin Tanrı’yı var diye iddia ettikleri gibi, şeytanın kalplerine fısıldadığını duyduğuna inanan bir sürü insan da var.) Bunlar da aynı ses ve kanı havası içinde anlatılmaktadır. Vizyonu gerçekse, mistiğin cinler, periler olduğunu bilmesi gerekir. Ama ben olduklarını bilmiyorum.”104 Yani Russell, bu delile inanması için mistiklerin iddia ettikleri şeyleri kendisinin de müşahede etmesi gerektiğini ifade ediyor.

Russell kendisini ve kendisi gibi düşünenleri, mistiklerin tanıklığını dinleyen, kabul etmeli mi etmemeli mi konusunda bir karara varmaya çalışan bir yargı kurulu olarak tasarladığını belirterek şu değerlendirmeleri yapar; Mistikler bütün güçleriyle şu üç nokta üzerinde yoğunlaşmaktadırlar: Evrenin bütünlüğü, kötülüğün bir kuruntu oluşu, zamanın gerçek dışılığı. Dışarıdan, hiçbir yan tutmaksızın, onların ortak kanıtlarının doğruluğunu nasıl sınayabiliriz?105

Russell’a göre, mistikler “gerçek” ile “görünüş”ü karşıt sayarken “gerçek”e mantıksal değil, duygusal bir anlam yüklemektedirler. Bu yorum benimsenirse, mistisizm bir gerçeği değil bir duyguyu dile getirmektedir; ileri sürdüğü bir şey yoktur, bundan dolayı bilim yoluyla ne kanıtlanabilir, ne de çürütülebilir. Mistiklerin bir takım düşünceler ileri sürmeleri, duygunun önemini, bilimsel doğruluktan ayrılabilmelerinden doğar, Tabii bu görüşü kabul edecekleri şüphelidir. Ama hem onların kimi savlarını benimseyen hem de bilimsel düşünceye aykırı düşmeyen tek görüştür bu. Mistiklerin anlattığı özellikler gerçeğin yönlerini verebilirler; ama genel bilgilerimizin kaynakları sayılamazlar.106

Russell, bu delilin kişiye özel olma gibi bir sakıncasının bulunduğunu da şu şekilde dile getirir: Rousseau tarafından öne sürülen “Yürek Delili”ne bakacak olursak;

104 RUSSELL, Bertrand, Neden Hıristiyan Değilim, s.149-150.

105 RUSSELL Bertrand, Din ile Bilim, s.129.

106 RUSSELL, Bertrand, a.g.e., s.133.

o, aristokrat bir bayana şunları yazmıştır: “Madam! Kimi kez çalışma odamda tek başıma kalıp ellerimle gözlerimi sıkı sıkıya kapadığımda ve gece karanlığında Tanrı’nın olmadığını sanıyorum. Fakat bakınız! Güneşin, yeri kaplayan pusları yararak ve tabiatın şaşırtıcı parlak görüntüsünü açığa vurarak doğuşu aynı anda ruhumdaki bütün bulutları dağıtıyor. İnancımı, Tanrı’mı ve O’na olan imanımı yeniden buluyorum. O’na hayran olup tapıyor ve secdeye kapanıyorum… Tanrı’ya başka bir doğruluğa inandığım ölçüde kuvvetle inanıyorum. İnanıp inanmamak dünya da bana bağlı olan en son şey” Russell, başka birinin aynı şeye inanması için bir vasıta olamayabileceğini, eğer Tanrı, kendisini sadece belirli insanlara göstermişse, bunun sadece insanların tanıklığıyla bilinebileceğini ve böyle bir tanıklığın da doğru olmayabileceğini öne sürmektedir.

Russell eleştirilerine şu şekilde devam eder: “Ben ya da bütün insanlık, hararetle bir şeyi arzu edebiliriz. Bu şey, insan mutluluğu için ne derece zorunlu olursa olsun, bu zorunluluk, onun varlığını düşünmenin nedeni değildir. İnsanlığın mutlu olmasını güvenceye alan hiçbir tabiat kanunu yoktur. Herkes, yaşantımız dikkate alındığında, bunun doğru olduğunu görebilir. Fakat acayip bir şekilde bu dünya daki acılarımız, varsayılan başka bir dünyadaki yaşantımızın kanıtı sayılmıştır.”107

Russell’a göre, mistik duygular, dayanıksız inançlardan temizlenir, kişiyi yaşama işinden iyice koparmak aşırılığından da vazgeçerlerse çok değerli bir sonuç sağlayabilirler; aynı sonuç, daha geniş ölçüde olmakla birlikte, derin bir düşünce yaşamıyla da sağlanabilir. Bütün bencil isteklerin ölü olduğu, zihnin evreni bütün sonsuzluğuyla yansıtabilecek bir ayna durumuna eriştiği mistik duygulanım anları, genişliğin, sessizliğin, derinliğin kaynağı olabilirler. Bu yaşantıyı geçiren, bunun kaçınılmazlıkla evrenin doğası konusundaki savlara bağlı bulunduğuna inanan kimseler, bu savlara sıkı sıkıya sarılırlar şüphesiz. Ben kendi yapıma, bu savların temelsizliğine, bunları benimsememizi gerektirecek hiçbir nedenin bulunmadığına inanıyorum. Ben (yani Russell), gerçeğe ulaşma konusunda bilimden başka hiçbir yönteme inanmıyorum, ama duygular alanında dinin ortaya çıkmasına önayak olmuş yaşantıların değerini de tanımıyor değilim. Yanlış inançlarla birleşerek bu yaşantılar, birçok iyi sonuç yanında

107 DALKILIÇ, Bayram, a.g.e., s.

birçok kötülüklere de yol açmışlardır; bu birleşmeden kurtulabilecekleri an geriye yalnız iyi sonuçların kalacağını umabiliriz.108

Russell’ın eleştirilerini dikkate aldığımızda dini tecrübe delillinin, Tanrı’nın varlığı konusunda bir kanıt oluşturmadığı ve bilimsellik taşımadığı, geçersizliğini ispat edecek bir eleştiriye de açık olmadığı noktalarında yoğunlaştığını görmekteyiz. Ancak hemen belirtmeliyiz ki mistikler –Russell’ın kastettiği anlamda zaten Tanrı’nın varlığını kanıtlama iddiasında değildirler.İnanan insanın derecesinin yükseldiği iddiasındadırlar.

Geçersizliğini ispat konusunda eleştiriye açık olmamasını belirterek haklı bir tutum sergilemektedir. Çünkü ne olduğu tam olarak kesin bir şekilde ortaya konulmayan bir durumun eleştirilmesi bir o kadar zor ve bilimsellikten uzak olur. Ayrıca Russell, bazılarının tecrübelerinin yanıltıcı olabilmesi, kişiye özel olması, evrensel olmaması, hararetle arzu edilen şeylerin kesinlikle doğru olmasının gerekmediği konularında isabetli görüş belirtmiştir. Diğer taraftan delillerin aklileştirilmesi konusundaki tutarlılığını da devam ettirmektedir. Ancak bir şeyi, Russell’ın kendisinin bilmemesi ya da inanmamasının o şeyin olmadığı anlamına gelmeyeceğini de belirtmemiz gerekir ki zaten Russell da bu noktayı reddetmez aksine kendisi inanmamakla beraber dini tecrübeyi, olumsuzlukların giderildiğinde iyi sonuçlar verebilecek bir durum olarak tanımaktadır. Russell’ın bu farklı dini tecrübe yaklaşımını değerlendirdikten sonra onun Ahlak Delili konusundaki yaklaşımlarını değerlendirebiliriz.

Belgede BERTRAND RUSSELL VE DİN (sayfa 57-61)