• Sonuç bulunamadı

2.1. Dil ve Dil Öğretimi

2.1.2. Dil - Toplum Bağıntısı

Dil, toplumsal bir olgudur ve toplum içinde hayat bulur. Vendryes (2001, s. 14) bu durumu “Dil, insanın gereksinimlerine göre kurduğu ve geliştirdiği toplumsal bir kurumdur” şeklinde ifade eder. Dil, bireyin isteği dışında oluşur ve dilde toplum baskısı vardır. Bu iki özellik dildeki toplumsallığın kanıtı olarak da gösterilebilir (Vendryes, 2001, s. 14).

Whorf, dil ve toplum bağıntısını inceleyen önemli isimlerden biridir. Whorf‟a göre toplumlar kendi koşullarına göre sözcük türetirler. Ona göre çocuk, anadilini öğrenirken dünyayı belli açılardan görmeye başlar. Ayrıca Whorf, insanların sadece bir doğal dil konuşabileceği yargısına da karşı çıkmıştır (Whorf, 2004, s. 7).

Whorf, hipotezinde dil ve gerçeklik ilişkisi üzerinde durmuş ve bazı dil yanılgılarının toplumsal tehlikelere yol açabileceğini belirtmiştir (Whorf, 2004, s. 12).

Ona göre toplumları birbirinden ayıran özellikler dil göstergeleri ve bu göstergelerden kaynaklanan toplumların kendine özgü dünyayı algılama biçimleridir (Kıran, 2000, s.

274).

Dilin insanlar arasında iletişim sağlaması şüphesiz onun önemli işlevlerinden biridir. Uygur (1984, s. 16) dilin iletişim açısından önemini “Gerçekten de dilin önemli yanı, insan dünyasında aracılık etmek, insanı insanla birleştirmektir” şeklinde ifade etmiştir. Burada da ifade edildiği üzere dil, insanı insanla birleştirir. Dil, bu önemli görevi yerine getirirken aslında toplumun temelini oluşturur.

Saussure (1998, s. 37) dil yetisi ve toplum ilişkisini “Dilyetisinin hem bireysel bir yanı, hem de toplumsal bir yanı vardır. Bunlardan biri olmadan öbürü düşünülemez”

şeklinde açıklayarak dil yetisinin bireysel ve toplumsal boyutuna ve boyutların ayrılmazlığına dikkat çekmiştir. Ona göre dil, dilyetisinin toplumsal yanını oluşturur.

Dil, dilyetisinin kullanılabilmesi için toplumun benimsediği zorunlu bir uzlaşımlar bütünüdür (Saussure, 1998, s. 38).

Saphir, dilin büyük bir toplumsallaştırma gücü olduğunu belki de varolanların en büyüğü olduğunu söyler. Ona göre dil olmadan anlamlı bir toplumsal ilişki kurulamaz.

Aynı zamanda dil, toplumun bir simgesi olarak da kabul edilebilir (Vardar vd., 1999, s.

58).

Dili toplumdan, toplumu dilden ayırmak olanaksızdır. Tek boyutlu olarak ifade edilen dilin toplumu oluşturduğu ya da toplumun dili oluşturduğu savları konu bütünlüğüne uygun olmayarak kısır bir düşünce içinde kalmamıza neden olur. Çünkü dil ve toplum bir birliktelik oluşturur. Vendryes bu birlikteliği (2001, s. 15) “Dil ve toplum başlangıç noktası bizce bilinmeyen bir evrimin sonucudur. Bildiğimiz, birlikte ve birbirlerini etkileyerek doğduklarıdır: çünkü biri olmadan öbürü düşünülemez”

şeklinde ifade eder. Bu ifadelerde de görüldüğü üzere dil ve toplumun varlığı birbirine bağlıdır.

Dil - toplum incelemesinde “Bernstein – Oevermann” hipotezinden de söz etmek olanaklıdır. Bernstein dili şu şekilde açıklar: “[…] Sprache ist in erster Linie ein Vehikel für die Schaffung von sozialen, nicht von individuierten Symbolen” (Akt.

Schlieben – Lange, 1973, s. 48). “Dil, öncelikle bireysel değil, toplumsal sembollerin oluşturulması için bir araçtır” (Çeviren: Adem Albayrak). Berstein bu ifadede dilin toplumsal yönüne vurgu yapmaktadır. Bernstein, dili, resmi dil ve halk dili olmak üzere ikiye ayırır. Ona göre resmi dil, dilbilgisel yapılara ve sözdizimine dikkat edilerek oluşturulur. Halk dilinde ise bazı dilbilgisel ve sözdizimsel eksiklikler olabilir (Schlieben – Lange, 1973, s. 45).

Bernstein teorisinde dili açıklarken “dilsel kodlar” kavramını kullanır. “Dilsel kodları” ise geniş kod (elaborierter Code) ve dar kod (restringierter Code) olarak ikiye ayırır. Geniş kod, bir konuşmacının çok gelişmiş ve en ufak ayrıntıları verebilen ifade yetisi olarak tanımlanabilir. Dar kod ise dilde, sınırlı ifade yetisi olarak tanımlanabilir.

Bernstein‟a göre konuşmacı sahip olduğu “koda” göre konuşmasını gerçekleştirir (Schlieben – Lange, 1973, s. 47).

Oevermann, Bernstein‟ın çalışmalarını geliştirmiştir. Ancak Oevermann Berstein‟ı “dilsel kodlar” açıklamalarında eleştirmiş ve bu kavramları değiştirerek sosyolojik rol teorisi (Rollentheorie) ile düşüncelerini açıklamıştır. Oevermann‟a göre dil kullanımı ile sosyal roller arasında sistematik bir ilişki vardır. Oevermann Berstein‟ın “dilsel kodlar” kavramı yerine “dilbilimsel kodlar” kavramını kullanır ve bunları “davranış kuralları” (Rollennorm), “değerler standardı” (Wertstandart) olarak adlandırır (Schlieben – Lange, 1973, s. 60-61).

Birey, içinde yaşadığı topluma dili ile bağlıdır. Yavuz (2003, s. 7)‟a göre “Dil, toplumsal düzen içerisindeki en önemli iletişim aracıdır.” Toplumdaki kurallar dil ile bireylere iletilir ve toplumsal düzen bu şekilde sağlanabilir.

Farklı toplumlarda farklı dil anlayışları vardır. Bir toplumda kabul gören, önemsenen bazı olgular diğerinde önemsiz kabul edilebilir. Bu ayrılıklar toplum kaynaklıdır ve toplumların içinde bulunduğu koşullarca oluşturulmuştur. Örneğin tarihte göçebe yaşam süren toplumların kaygıları farklı, günümüzde yerleşik hayat süren toplumların kaygıları farklıdır. Bu tür farklılıklar dillerde de ayrılıklara yol açar (Vendryes, 2001, s. 24).

Dil ve toplum karşılıklı olarak birbirlerine etkide bulunurlar. Dilin toplum için, toplumun da dil için önemi büyüktür. Saussure (1998) toplumun dil üzerindeki önemini şu şeklide açıklar:

Dilyetisinin birey dışında kalan toplumsal bölümüdür dil ve birey onu tek başına ne yaratabilir, ne de değiştirebilir. Dil varlığını yalnızca, topluluk üyeleri arasında yapılmış bir tür sözleşmeye borçludur. Öte yandan, işleyişini bilebilmek için bireyin dili öğrenmesi gerekir. Çocuk onu yavaş yavaş edinir. Sözyitimine uğrayan bir kimse bile, duyduğu sesli göstergeleri anlamak koşuluyla dili yitirmez. Dil o denli apayrı bir şeydir (Saussure, 1998, s. 44).

Bir toplumun varlığının göstergesi dildir. İnceoğlu‟na göre insan, yaşayacağı topluma dil ile hazırlanır (İnceoğlu, 2004, s. 76). İnsan, toplum içinde yaşar. İçinde yaşadığı toplumun kendine özgü değer ve kuralları vardır. İnsan, bu değer ve kuralları dil aracılığıyla öğrenir. Bu anlamda dil, insanın toplumsallaşmasının aracıdır. İnsan, içinde yaşadığı toplumdan etkilendiği gibi zaman zaman da o toplumu etkileyebilir. Bu da yine dil aracılığı ile gerçekleşmektedir.

Aynı dili konuşan insanlar birbirlerini anlayabilirler. Farklı dilleri konuşan insanlar arasında tam bir anlaşma sağlanmasından söz edilemez.

Toplumda yaşanan bazı olaylar da dili etkilemektedir. Yaşanan olaylar ve değişimler sonucunda dile yeni kavramlar girmekte ya da var olan sözcüklere yeni anlamlar yüklenebilmektedir.

Toplum içinde insanlar düşünür, dinler ve konuşma yoluyla düşüncelerini birbirlerine aktarırlar. Bu aktarım en az iki kişi ile olanaklıdır. Bir dinleyici ve bir konuşmacı gerekir. Konuşan kişi söylemek istediklerini dil yardımı ile aktarır. Dinleyici ise konuşan kişinin söylediklerini kendi süzgecinden geçirerek algılar. İletişim süreci olarak adlandırılabilecek olan bu durum sadece konuşma yoluyla değil, resim, jest-mimik gibi etkinliklerle de gerçekleşebilir. Toplumda yaşayan birey bu olanaklardan birini kullanarak iletişime geçer. İletişime geçen birey dildeki belirli yapıları kullanır.

Vendryes (2001) bu konudaki düşüncelerini şu şekilde açıklar:

Geleneğin onayladığı bir deneyden yararlanırız. Sözle karşımızdakilere iletmek istediğimiz duygu ve düşünceler kendiliklerinden toplumsal bir biçime bürünür. Bu biçimi toplum sunmuştur bizlere. Toplum hayatının ortaya çıkarabileceği her durumda kullanabiliriz onu. Böylece çok büyük bir düşünce tasarrufu sağlarız: ne var ki düşüncenin yararına değil, zararınadır bu (Vendryes, 2001, s. 28).

Bu ifadelerle Vendryes farklı bir bakış açısı getirmektedir. Ona göre ifadeye ya da genel anlamıyla dile şekil veren toplumsal biçim aslında düşünceye şekil vermektedir ve

onu belirli kalıpların içine sokarak özgürleşmesini engellemektedir. Bu da dil – toplum – düşünce üçgeninde olumsuz bir durum olarak ele alınabilir.